Orta sınıfların daralması, gelir adaletsizliğinin en net göstergelerinden biri. Nüfus giderek çok zenginler ve çok yoksullar olarak iki uca doğru yığılıyor ve bu da büyük siyasi kırılmalar için bir potansiyel birikmesine neden oluyor. Türkiye’de son yıllarda sayısız orta sınıf yazısı yazıldı. Bu da onlardan biri. Ancak bunun bir ihtiyaç olduğu kanısındayım. Yaşadığımız sosyo-ekonomik ve kültürel dönüşüm sürecini anlayabilmek için bu konunun daha fazla ve hakkıyla irdelenmesi gerekiyor. Bu yazının böyle bir iddiası olmasa da konuyu gündeme getirme amacı taşıyor. Liberalizmin altın çağı diyebileceğimiz 19. yüzyıldan kalma yargıya göre orta sınıfın güçlü olması siyasal liberalizmin ve demokrasinin gelişimi için bir önkoşuldu. Tutucu aristokrasiye karşı burjuvazinin siyasi ve ekonomik haklarını talep etmesi demokratikleşmenin de motoruydu. Ancak 20. yüzyılın ilk yarısında ortaya çıkan totaliter rejimler orta sınıfa ilişkin bu yargının değişen koşullarda gerçeği anlatmakta başarısız olduğunu gösterdi. Sahip olduğu refahın devlete bağımlı hale gelmesiyle siyasal liberalizmin mantıksal sonuçlarını savunmayı bırakıp alt sınıflara karşı otoriterleşmenin, gelir adaletsizliğinin yarattığı gerilime karşı baskıcı iktidarların yanında saf tuttu. Yoksulların sistemi istikrarsızlaştırma ve burjuvaziyi sahip olduğu ekonomik ayrıcalıklardan mahrum bırakma ihtimali belirince siyasal liberalizm yerini evrensel özgürlükleri sınırlayan güçlü devlet savunusuna bıraktı. Neticede orta sınıfa ilişkin tahlillerin özcülük tuzağına düşme tehlikesi var. Harcıâlem tartışmalarda bu özcülük yanılgısıyla sık sık karşılaşmak mümkün. Özellikle gelişmiş Batı ülkelerinde, örneğin ABD’de orta sınıfın bir bütün olarak ilerici siyasetleri desteklemek gibi bir refleksi olmadığını deneyimleyerek görüyoruz. Trump’ın ve ABD alternatif sağının en önemli dinamolarından biri orta sınıftan aldığı destek oldu. Ancak bunun evrensel ve tarih dışı bir fenomen olmadığını da görmek gerekiyor.
Türkiye’de orta sınıfın durumu 20. yy Batı deneyimlerinden farklı. Ülkemiz özelinde orta sınıftan bahsedilirken okumuş yazmış kesim bu kavramın tanım kümesine katılıyor. Siyasi değerlendirme yaparken bu özgün ayrımları gözetmek gerekiyor.
Türkiye’de orta sınıfın güncel durumunun 20. yüzyıldaki Batı deneyimlerinden farklı olması bu yazının temel motivasyonunu oluşturuyor. Orta sınıf kavramının bugünkü tanım kümesinin evrensel anlamda değişmiş olduğunu öncelikle belirtmekte yarar var. Günümüzde orta sınıf kavramı, ağırlıklı olarak ücretli çalışan beyaz yakalıları ve kendi hesabına çalışan kentli profesyonel meslek erbabını ifade ediyor. Ülkemiz özelinde orta sınıftan bahsedilirken okumuş yazmış kesim bu kavramın tanım kümesine katılıyor. Siyasi bir değerlendirme yaparken bu özgün ayrımları gözetmek gerekiyor. Kentlilik ve görece yüksek eğitime sahip olmak tanım kümesinin belirleyici özelliklerinden. Aydınlanma ve demokratikleşme geleneğimiz Osmanlı’dan itibaren kentli orta sınıfların omzunda yükseldi. Türk devrimi bu sınıfsal niteliğin olumlu ve olumsuz yönlerini bünyesinde barındırdı. Cumhuriyetçi geleneğin AKP iktidarına kadar olan ilk döneminde bu sınıfsal niteliğin yansımalarını gözlemlemek mümkün. Özellikle 1950’lerde başlayan köyden kente büyük göç dalgası ve kent kültürünün dönüşümü, kentli orta sınıflarla kentin çeperine yığılan güvencesiz alt sınıflar arasında bir siyasi gerilim olarak 80’lerden bugüne damgasını vurdu. 60’lar ve 70’lerde çoğunlukla solun insan kaynağını oluşturan gecekondular, 80’lerden itibaren kentleri yutmaya başlayınca artık kendi siyasi temsilcilerini yaratmaya başladı. Aynı dönemde yükselen neoliberal dönüşüm dalgasının Türkiye’ye biçtiği Türk-İslam sentezi gömleği de bu temsilin ideolojik karakterini oluşturdu. Çalkantılı 80’ler ve 90’lardan sonra artık kendini sistemin ekonomik ve kültürel olarak dışladığı kesimlerin temsilcisi olarak tanımlayan AKP iktidarı kuruldu. Ekonomik dönüşüme eşlik eden kültürel dönüşüm programı taşra ile kentin çatışmasını ve kentin bazı sosyo-ekonomik bileşenlerinin tasfiyesini de beraberinde getiriyordu. Geleneksel sermayenin bir kısmı tasfiyeden nasibini alırken büyük bir kısmı yeni döneme ayak uydurmakta zorluk çekmedi. Sosyal yardımlarla ve borçlanma yoluyla elde edilen refah sayesinde iktidara bağımlı kılınan yoksullar da dönüşümde yerini aldı. Kültürel ve ekonomik olarak kentlerin omurgasını oluşturan orta sınıf ise kolaylıkla gözden çıkarıldı. Erdoğan iktidarının ilk dönemlerinde orta sınıfların alım gücü, ülkedeki kaynak bolluğuna paralel olarak, toplumun genel ortalamasıyla birlikte artış gösterdi. Kaynak bolluğu Türkiye’deki katma değer üretim artışından değil dünya genelindeki likit bolluğunun Türkiye’ye düşen payından oluşuyordu. AKP iktidarının Batı’dan aldığı siyasi destek yabancı finansmanın ülkeye yönelmesine de imkân tanıyordu. Dünya genelindeki iktisadi büyüme Türkiye’deki yeni ve eski orta sınıfların mülkiyet ve seyahat olanaklarını genişletti. 2010’larda Batı’yla yaşanan siyasi kopuş ise dış kaynağa bağımlı olarak yaşanan refah illüzyonunu da dağıtmaya başladı. Özellikle 2018’den itibaren Türk Lirası’nın değer kaybetmesinin ivme kazanmasıyla bu refah illüzyonunda yaygın bir kopuş yaşandı.[1] Orta sınıfın ülke dışına çıkabilme olanaklarında keskin bir kırılma yaşandı ve kaderini Türkiye’nin genel durumundan ayırabilme, kendisi ve çocukları için alternatif bir gelecek yaratabilme fırsatı ortadan kalkmaya başladı. Neticede orta sınıflar, yaşadığı dramatik düşüş karşısında hızla siyasallaştı. Büyük bir ekonomik baskı altında yaşayan yoksul kesimlerden farklı olarak orta sınıfların siyasete dâhil olabilme ve sesini yükseltme olanakları daha genişti. Bu olanakları ne ölçüde kullanabildiği tartışılır, ancak bu potansiyel bile iktidar açısından tehlikeli görüldü. Bu nedenle özellikle 2018’de başlayan kriz (veya çöküş) ile beraber artık orta sınıfları ezme siyaseti büsbütün görünür oldu.
Zenginleri daha zengin yapıp yoksulları ise geçici iyileştirmeler ve sosyal yardımlarla yaşam makinesine bağlı şekilde peşinden sürüklemeye çalışan Saray iktidarının yıkımı karşısında kentli orta ve alt-orta sınıflar hızla siyasallaşıyor.
Bir-iki kuşak önce işçi-köylü-memur çocuğu olan, geçmişte az da olsa sınıf atlama imkânlarından yararlanabilmiş, sınıf atlamak için iyi bir eğitim almanın anlamlı olduğu dönemlerde eğitime yatırım yapmış, dini pratikleri olsa da olmasa da seküler bir yaşam tarzını benimseyip yaşatan kesimler AKP iktidarının tasfiyesinin muhatabı oldu. AKP bu kesimleri kayıp seçmen olarak gördü, dahası tasavvur ettiği dini referanslı despotik kapitalist model için bir engel olarak gördü. Bu nedenle yaşam alanlarını kısıtladı, içki zamları ve müzik saati sınırlaması gibi yöntemlerle kültürel pratiklerini baltaladı, yakın zamanda üniversite festivallerine ve konserlere getirilen yasaklarda gördüğümüz gibi kamusal alanlarını imha etmeye girişti. Türkiye’de ekonomik pasta küçülürken, kabaca orta sınıf olarak tanımlayabileceğimiz sosyo-ekonomik kesimleri bölüşüm ilişkilerinin dış sınırlarına doğru sürdü. Ekonomik çöküşün faturasını ağırlıklı olarak bu kesimlere yansıttı. Saray iktidarının yaklaşık 10 yıldır hız verdiği ekonomik ve kültürel dönüşüm programı Türkiye’de orta sınıfın ilerici rolünü yeniden gündeme getirdi diyebiliriz. Orta sınıfların daralması, ülkede gelir adaletsizliğinin derinleşmesinin de en net göstergelerinden biri. Nüfus giderek çok zenginler ve çok yoksullar olarak tarif edebileceğimiz iki uca doğru yığılıyor ve bu da büyük siyasi kırılmalar için bir potansiyel birikmesine neden oluyor. Zenginleri daha zengin yapıp yoksulları ise geçici iyileştirmeler ve sosyal yardımlarla yaşam makinesine bağlı şekilde peşinden sürüklemeye çalışan Saray iktidarının yıkımı karşısında kentli orta ve alt-orta sınıflar hızla siyasallaşıyor. Bu siyasallaşmanın olumlu veya olumsuz görünümleri ve olası sonuçlarını başka bir yazıda ele almak istiyorum. [1] https://yetkinreport.com/2022/02/15/orta-siniflar-yok-oluyor-simdi-sirada-ne-var/