Orman yangınları ve yönetim sistemimize dair
Politikyol
Bir ayı aşkın süredir Türkiye’nin gündeminde doğal afetler var. Önce Rize’de yaşana sel felaketi, ardından ülkenin birçok yerinde birbiri ardına başlayan orman yangınları.
Bu felaketlerin her biri kamuoyunda ciddi infiallere neden oldu. Elbette her bir olayın bir doğal afet olarak vahameti önemliydi. Ancak felaketle mücadele ederken yetkililerin gösterdikleri beceri eksiklikleri, çok daha kötüsü konuları ele alış şekilleri kamuoyunda duyulan infialin artmasına yol açtı. Bir yanda tüm dünyanın kıskandığı söylenilen güçlü Türkiye, diğer yanda da doğal afetlerle mücadele etmekte acze düşmüş bir devletin görüntüsü kamuoyundaki kafa karışıklıklarının ana nedeni oldu.
Doğal afetler bu topraklarda ilk kez karşılaşmıyor. Geçmişte de benzerleri yaşanmıştı. Ancak ilk kez yetkili makamların böylesine yetersiz ve yer yer de “sorumsuz” tepkilerine şahit olunmaktaydı. Özellikle orman yangınlarının ele alınış şekli ve ortaya çıkan koordinasyon eksiklikleri halk tarafından görüldükçe, yetkili mercilere olan güvende de ciddi erozyon oluştu.
Böyle bir ortamda bizler, yangınların çıkış nedenlerini ve buna yol açan büyük resmi göremeden, mücadelede yapılan hatalar ve ihmalleri tartışmaya takılıp kalıyoruz. Bu ihmalleri ve beceri eksikliklerini yaratan asıl nedenler üzerinde duramıyoruz. Oysa ekonomiden dış politikaya, eğitimden sağlığa, tarım sistemindeki başarısızlıklardan hukuk sistemimizdeki aksaklıklara, neredeyse tüm alanlarda beliren sorunları çözme kabiliyetini yitirmiş bir iktidar ve onun kontrolünde bulunan bir yönetim aygıtı ile karşı karşıyayız.
~*~
Son zamanlarda yaşadıklarımız iktidardaki siyasi kadroların gündem belirleme becerisini de kaybettiğinin göstergesidir. Bir biri ardına gelen felaketler, ortaya çıkan beklenmedik gelişmeler iktidarı ve bir ölçüde de muhalefeti hazırlıksız olarak yakaladı. Gündem siyasilerin ellerinden akıp gitti ve gelişmelerin yol açtığı koşulları gönülsüzce kabullenmelerine yol açtı. Bu sorunlara çare bulması gereken iktidarın kamuoyu karşısında içine düştüğü durumun yarattığı hayal kırıklıktıları dikkat çekici boyuta ulaştı.
İktidar mensuplarının Covid-19 sonrasında peş peşe gelen bu ve benzeri sorunlarda içine düştükleri durumu en iyi anlatan sözcük “çaresizliktir”. Ancak bu çaresizlik sadece bireylere atfedilecek bir hal değil; aksine koskoca bir yürütme aygıtının içine düştüğü bir durumu göstermektedir. Beklentimiz ve arzumuz, gelecekte çok daha yaşamsal ve ivedi çözüm gerektiren benzer bir konuda bu tür çaresizliklerin bir daha yaşanmamasıdır.
Aslında bugün yaşadıklarımız ve iktidardaki iradenin içine düştüğü durum birçoklarımız için sürpriz olmadı. Daha başkanlık sistemini kamuoyuna anlatmaya çalışırken, iktidar temsilcilerinin yeni sistemi gerekçelendirme şekilleri ve yeni sistemden beklentileri bu olacakların ipuçlarını veriyordu. Örneğin hızlı karar verme kabiliyeti yeni sistemin en önemli avantajı olarak sunuluyordu.
Yaşım müsait olduğu için daha dün gibi hatırlıyorum… 12 Eylül sonrasında televizyon kameralarının karşısına geçen Kenan Evren de, darbe sonrası yapılan birtakım yasal düzenlemelere kamuoyu desteği ararken, aynı bahaneleri kullanmaktaydı. Amaç hızlı karar almak mıdır, yoksa keyfiliğe olanak sağlamak mıdır bilemem. Ama işletme eğitimi almış bir iktisatçı olarak, yapılmak istenen yönetim değişikliğini basit yönetim mantığı içinde değerlendirebilmek ve böyle bir modelin Türkiye gibi bir ülkede nelere yol açabileceğini tahmin edebilmek güç değildi.
2017 yılında başkanlık sistemi için yapılan referandumda kamuoyuna iki seçenek sunulmuştu. Bir yanda daha kolektif ve kurumsal karar süreçlerini barındıran ve tahmin edilebilirliği yüksek parlamenter sistemde devam, diğer yanda ise bireye dayalı ve kurumsallıktan uzak, daha durumsal karar süreçlerini barındıran bir yönetim modeli olan ve her bir durumda tek bir adamın değerlendirmelerine dayanan başkanlık sistemine geçiş yer almaktaydı. Aslında bu şekilde kamuoyu tarafından kurumsal yönetim tarzı ile durumsal yönetim tarzı arasında bir tercih yapılması isteniyordu.
Elbette her iki modelin de avantajları ve dezavantajları var. Ancak sosyolojik manada birçok farklılığı bünyesinde barındıran, bölgesel eşitsizliklerini hâlâ giderememiş bugünkü kalkınma düzeyi ile Türkiye’de durumsal yönetim tarzının uygulanabileceği elverişli koşulların bulunduğunu düşünmek mümkün değildir. Ülkemizde alınması gereken kararların çokluğu, nitelik bakımından çeşitliliği ve her birinin çözümü için ihtiyaç duyulacak olan uzmanlık düzeyi düşünüldüğünde, en basit manada böyle bir modelinin uygulanması imkânsızdır. Bir kişinin ve/veya sınırlı sayıda insanın, art arda beliren, konusu ve niteliği bakımından birbirlerinden çok farklı sorunlara çözüm ararken, ilgili konuya yeterince nüfuz edebilmeleri neredeyse olanak dışıdır. Bunun sonucunda, belli konulardaki sorunlara farklı ve birbiriyle tutarsız çözünler getirmek kaçınılmaz olacaktır. Dahası yönetimin tutarlılığı bakımından gerekli olan kolektif aklın imkânlarından yararlanmaya elverişsiz böyle bir durumsal yönetim modeli, bizim gibi ülkelerde karşılaşılan sorunlara kalıcı çözümler bulabilecek bir sistem olmaktan uzaktır.
~*~
Devlet gibi çok büyük organizasyonların, belirsizliklerin hüküm sürdüğü bir dünyada, belli bir amaç doğrultusunda yönetim fonksiyonlarını nasıl icra edeceklerini veya beklenmedik birtakım olaylarda nasıl tavır takınacaklarını önceden belirleyip, yapılacaklar konusunda hazırlıklı olmaları ve bu hazırlıkları da belli bir eylem haritasına dayandırmaları gerekir. Bu yönetim strateji olarak adlandırılır. Böyle bir organizasyonda yer alan her bir unsurun, önceden tanımlanmış ve sorumlulukları belli bir mevzuatla desteklenmiş bir şekilde görevini ifa etmesi gerekir. Belirlenen bu yönetimde (ister parlamenter olsun, isterse başkanlık sistemi olsun) yer alan her bir yöneticinin yetki ve sorumlulukları ile kime karşı sorumlu olacaklarının önceden tanımlanması gerekir. Ancak çok daha önemlisi, en basit yönetim modelinde bile olmazsa, olmaz olan bu sorumlulukların nasıl yerine getirildiğinin kontrolünün yapılacağı bir mekanizmasının oluşturulması şarttır.
Organizasyonun bir bütün olarak yönetim fonksiyonu, bu organizasyonda yer alan her bir unsurun ortaklaşa gayretleriyle, önceden tanımlanmış amaçlar doğrultusunda icra edilir. Aksi takdirde büyük organizasyonların, kendi kolektif amaçlarına aykırı, ancak bir şahıs ve/veya zümrenin kişisel tercihlerine uygun bir şekilde yönetimini sağlayacak kararlar, bu organizasyonun etkinliğini ve tabii verimliliğini düşürecektir.
Bugün yaşadığımız sorunların temelinde, kamusal yönetim erkinde görülen kurumsal stratejik bir bakış açısının eksikliği ve sorunlara yönelik tekilci bir bakış açısının tüm yönetim pratiklerinde yerleşmiş olması vardır. Bizde görüldüğü şekliyle tekilcilik, yönetimin her bir kademesinde yer alan unsurların karşı karşıya kaldıkları durumlarda, organizasyonun bütünden ayrı olarak, kendi bireysel menfaatlerini gözeten bir yönetme eğilimi göstermeleridir. Bu pratikte ülke yönetimine hâkim olan güç bakımından, çoğulculuktan uzak, tekil yaklaşımı öne çıkaran bir otokratik yönetim modelinin doğmasına neden olmaktadır.
Bunun sonucunda sorunlarla baş etmesi gereken iktidarın, belli konularda farklı ve birbiriyle tutarsız çözümlere başvurması çok yüksek bir olasılıktır. Böyle bir yönetim tarzı, ülkenin kolektif ihtiyaçlarını gidermeyi amaçlamaktan ziyade, ister istemez ortaya çıkan her bir durumu kişisel menfaatler doğrultusunda değerlendirip, sorunu kendi tekil önceliklerini ve amaçlarını gözetecek şekilde yönetim erkinin kullanılmasına yol açmaktadır.
~*~
Ülkemizde uzun süredir kurumsallıktan uzak bir yönetim modeli hâkimdir. Bu yönetim tarzı toplumsal çıkarlarla uyumlu bir stratejik tutarlılık gösterme endişesi taşımadan, benzer olaylar karşısında belli bir zümrenin anlık çıkarlarıyla uyumlu, farklı tepkisel yaklaşımlar gösterebilmeye olanak tanır. Benzer durumlar altında farklı tepkiler gösterebilmeyi amaç edinen bu tarz yönetim modeline durumsal (discretionary) yönetim modeli denilebilir.
Geçmişte merkez bankalarının para politikası uygulamaları da bu yönetim modeli için örnek oluşturur. Bu yönteme göre banka, mali piyasalarda oluşan her farklı durumda, banka farklı tutum sergileyebilmekteydi. Bu yaklaşımda merkez bankasının hangi durumda nasıl bir davranış sergileyeceği konusunda tam bir belirsizlik vardır. Bu sebeple enflasyon gibi sorunlarla baş etmeye çalışırken büyük bir öneme haiz olan beklentilerin kontrol edilebilmesi konusunu çözmek mümkün değildir.
Oysa modern merkez bankacılığında bu tutum terkedilmiştir. Onun yerine bugün kendi içinde tutarlı, belli bir hedefe ulaşmayı amaçlayan ve bu amaç doğrultusunda bankanın nasıl davranacağı konusunda belli kuralları gözeten ve bu kurallara göre gösterebileceği tepki hakkında piyasa katılımcılarına önceden belli bir çerçeveyi paylaşan bir politika yapma şekli benimsenmiştir. Piyasa katılımcıları tarafından öngörülebilirliği yüksek bu yönetim modeli, aynı zamanda belirsizliği düşük, daha kurumsal bir para politikası yapma yöntemidir. Bu tarz uygulamalarda politika belirsizlikleri daha az olduğu için, beklentilerin kontrolü de çok daha kolaydır. Burada kilit önem arz eden sorun ise, merkez bankasının kendi koyduğu kurallara, bizzat kendisinin ne derecede uyacağı konusunda piyasaların güven durmasıdır. Bu tarz yönetime biz önceden belirlenmiş, kurala bağlı yönetim diyoruz. Bu yönetim tarzı aynı zamanda yönetim fonksiyonunun en önemli unsurlarından olan tahmin edilebilirlik ilkesini karşılaması bakımından da son derecede önemlidir.
~*~
Tek adam rejimleri maalesef kolektif kurumsal yönetim tarzının simgesi olan parlamenter rejimlere karşı modellerdir. Belli durumlarda alınacak kararlarda, ülkenin kolektif menfaatlerinden ziyade, belli bir kişinin veya zümrenin kişisel çıkarları göz önünde tutulmaktadır.
Son günlerdeki orman yangınlarında devletin yönetim kapasitesinde görülen zafiyetlerin ana sebebi de ilgili kamu kurumlarının nasıl davranacakları konusunda yaşadıkları kafa karışıklığıdır. Bu kafa karışıklığının nedeni, bu kurumların, kolektif çıkarları gütmek için belirlenmiş olan görev ve fonksiyonları ifa ederken, bunun mutlak yönetim erkini elinde bulunduran kişi ve kesimlerin, yine kendilerince malum olan amaçlarıyla çelişip çelişmeyeceğini bilmemeleridir. Hatta yönetim erkinin en üstünde yer alan kişinin bile televizyonlardaki röportajlarında, yaşanan gelişmelerin kendi amaçları doğrultusunda sağlıklı değerlendirmesini hızlı bir şekilde yapamamasından dolayı, ciddi bir kafa karışıklığı yaşadığı ortadadır.
Ülkemizdeki parlamenter yönetime getirilen en önemli eleştiri icrada hız sorunuydu, ama bugün gördüklerimiz neticesinde, kararların dar bir çevrede alınmasına olanak sağlayan, sözüm ona bürokrasiyi azaltan bu yeni sistem, ortaya çıkan sorunların siyasi kadroların kendi özgün çıkarları için anlamını değerlendirip tespit etmekte bile gecikmektedir. Dahası bu tarz bir yönetimin yol açtığı aksaklıkların kamu için yol açtığı zarar ve verimsizlik, tartışma götürmez bir gerçek olarak karşımızda durmaktadır.
Yorumlar
Popüler Haberler
Atatürk Havalimanı Katliamı: Ağırlaştırılmış müebbet alan IŞİD'liler tahliye edildi
'Ölünce beni kim yıkayacak?': TRT'nin reklam panoları tepki topladı
Komisyonda mikrofonlar açık unutuldu: 'Çok yanlış yaptı Bakan Hanım'
AK Partili Belediye Başkanı, AK Parti ilçe başkanını Ülkü Ocakları üyelerine dövdürdü
Bakan Fidan: HTŞ, yıllardır bizimle işbirliği içinde oldu
İstanbul'da deprem meydana geldi