2001’de olmadığımızı anlamak
Politikyol
Kurumsal muhalefette ve yine muhalefetin daimi seçmenlerinde en sık yapılan hata Türkiye’nin 2001 reçetesi ile kalkınma yoluna sokulabileceği görüşü. Bu hata öyle yaygın ki o dönemin ekonomi yönetimi aktörlerine ve onların görüşlerine rağbet hala var. Hiç şüphesiz ekonomi okuryazarlığı düşük bir ülkede seçmenlerin o dönemde neyin doğru neyin yanlış olduğunu anlaması zor. Fakat kesin olan şu; gerçek bir iktidar alternatifi oluşturmak isteyen ve uzun süreli bir kalkınma hamlesi hedefleyen bir kurumun o dönemi doğru incelemesi ve dünyada 20 yılda çok şeyin değiştiğini idrak etmesi gerekiyor.
Öncelikle o dönemin ekonomi yönetimin bir konuda hakkını verelim. Finansal istikrar bütünüyle kaybolmuştu, kamu veya özel bankalar batık haldeydi, reel sektördeki ödemeler sistemi çökmüş ve batık krediler had safhaya gelmişti, enflasyonla mücadeleye güven hiç kalmamıştı ve makul faizli kamu finansmanı sağlamak mümkün değildi. Haliyle çok zor bir dönemde görevi devraldılar, IMF’nin kısa vadeyi kurtaran ve uzun vadeyi tüketen reçetesiyle 3 yıl kadar süre içerisinde hem reel hem de mali sektörde istikrarı sağladılar. Tabii bunun belirli olumsuz sonuçları da oldu, birçok kamu kurumu ve hatta doğal tekel özelleştirildi. Neticesinde 2013’te IMF’ye olan borç kapandı ama dış borç Cumhuriyet tarihinin açık ara rekor düzeyine geldi. Türkiye’nin 1992’de de IMF’ye borcu kapattığını, o dönemde de kredi derecelendirme kuruluşlarından yatırım yapılabilir not alındığını ve buna rağmen 1994’te çok büyük bir krizle sarsıldığını hatırlayan olmadı. Haliyle, 2001 modeli sürdürülemez dış açık ve daimi işsizliğe doğru ülkeyi götürse de o günlerde bu hakikate kimseyi ikna etmek mümkün değildi.
Gelelim 2001 ile 2021 arasındaki farklara. 2001’de Türkiye Avrupa’nın kıyısında, nüfusu henüz çok genç olan ve ücret düzeyi çok düşük bir ülkeydi. Türkiye kısmen bugün bu özelliklere hala sahip, ancak ‘kısmen’. O dönemde ortanca yaş 25 iken bugün 33 ki bunun anlamı milyonlarca gencin eğitim dönemini geriye dönüşü olmaksızın tamamlaması. Hatta birkaç yıla bu süreç tamamen bitecek. Verilerle konuşalım; şu anda okul öncesi, ilkokul, ortaokul ve lise öğrencisi 18,3 milyon öğrenci var. Önlisans, lisans, yüksek lisans ve doktora düzeyinde 8,4 milyon genç var. Yaygın eğitimdeki kişi sayısı ise 11 milyon. Tüm bunları birleştirip kaba bir tahminle kesişimleri düştüğümüzde, 5-65 yaş arasındaki 75 milyon kişinin yarısının eğitimde olduğu görülüyor. Peki, eğitim sistemimizin hali nasıl? Sorunun yanıtı belli. Dolayısıyla Türkiye’nin kalkınma sürecinde emeğin kalitesinden çok ucuzluğu cazibe yaratıcı. Bunun sonucu da şu; mevcut gelir dağılımında tatmin edici bir ücretle iş bulmak çok zor.
20 yılda en büyük bozulma dış borçta gerçekleşti. 2001 krizine 117 milyar dolar borçla giren ulusal ekonomimiz, şu anda 448 milyar dolar düzeyinde borcun üzerinde oturuyor. Buna döviz cinsi iç borç, Hazine gelir garantili projeler dahil değil; üstelik dış borca neden olan cari açık 8,60 dolar kuru seviyesinden hala sürüyor. Devletin ve özel sektörün elindeki birçok değerli varlık çoktan yabancılara satıldı bile. Bu durumun ana sonucu şu; para ve maliye politikalarında bundan sonra makul denemelerde bulunulsa da ülkenin iktisadi geleceğinde iktidarların hareket alanı kısıtlı, yurt dışındaki alacaklıların da söz hakkı var. Üstelik tam da bu dönemde ABD’de enflasyon yükseliyor, yani Türkiye’de hiçbir olumsuz gelişme olmasa bile dış finansmanın maliyeti kendiliğinden artacağı tehlikesi ufukta beliriyor. Mevcut iktidarın sürmesi halinde, sürecin 1876’daki gibi Osmanlı’nın iflasını açıklamasına kadar gidebilmesi düşük ihtimal, fakat bu kâbus senaryo olmasa dahi önceki dönemdeki gibi dış borçla büyümeyi fonlamak artık zor. Üstelik Türkiye daha batık kredi gerçekleriyle yüzleşmedi bile.
Günlük hayatta en çok yansımasını hissettiğimiz bozulma ise yargı ve devlet kurumsallaşmasında. Eski milli güreşçi Hamza Yerlikaya, birkaç hafta öncesine kadar Vakıfbank YK üyesiydi. SPK, TCMB ve BDDK gibi kurumlar en başarılı öğrencilerin hedefi ve nihai yuvası iken bugünkü durumları şüpheli. Elbette bir iktidar değişimiyle bu alanlarda asgari düzeyde rahatlama sağlanır, kötüleşme çok hızlı durdurulabilir. Fakat kurumsal teamüllerin oturması ve insan kaynağı kalitesinin artırılması çok uzun yıllar sürecek.
Son olarak dünyanın 20 yılda çok değiştiğini belirtmek gerek. 2002 sonrasında gelişmekte olan ülkelerde sırayla yaşanan finansal krizler sona ermiş, serbest piyasaya dayanan sistemin yarattığı servet adaletsizliklerine rağmen dünya genelinde yüksek büyüme dönemine girilmişti. Ta ki 2008’de zirveye çıkan küresel finansal krize kadar. Bu süreci eşi benzeri görülmemiş parasal genişlemeler takip edince ve korkulan mega enflasyon yaşanmayınca, daha da artan adaletsizlikler ve batık kredilere rağmen, dünya yola devam edebilmişti. 2020’de dünya ekonomilerine damgasını vuran pandemi krizi neticesinde bu sefer eşi benzeri görülmemiş maliye politikaları denendi ve doğal sınırlarına ulaşmış para politikasının tıkanmışlığı aşıldı. Neticesi ise daha çok batık kredi, yükselen devlet borçları ve rekor düzeydeki servet adaletsizliği oldu. Yani sadece Türkiye’de değil dünya genelinde uygulanabilir ekonomi politikası aracı azaldı ve buna rağmen küresel ekonomiler tam sağlıklı hale gelemedi. Özetle, 2001’de altın günlerine doğru yol alan gelişmiş ve gelişmekte olan ülke ekonomileri yerine; neredeyse tüm araçlarını tüketmiş ve görülmemiş adaletsizliğe batmış ekonomiler miras kaldı. Dış dünya hapşırınca hemen hasta olan Türkiye ekonomisini çok zorlu bir konjonktür bekliyor.
Kısacası 2001’den 2021’e geride kalan 20 yılda AKP yönetimi telafisi zor ve zaman isteyen bir hasar bıraktı. Nüfusun yaşlanması ve kalitesiz eğitimin yaygınlığı ise zamanı geriye almadan örtülebilecek tahribatlar değil. Dahası dünya ekonomileri pandemi sürecinde elindeki ekonomi politikası sınırına ulaşırken Türkiye dahil birçok ülke için zorlu bir gelecek bıraktı. Devletin kurumsallığı hiç olmadığı kadar zayıflatıldı, liyakat tüketildi, kamuda itibar hizmetten değil şatafattan kazanılır oldu. Hal böyleyken 2001’de denenmiş ve kısa vadede başarı kazanırken uzun vadede dış borç ve rekor işsizlik gibi daha büyük sorunların temelini atmış bir ekonomik modelde ısrar etmek hatalı olur, o dönemin isimlerinden umut beklemek hayal olur. Bu nedenle yapılması gerekenler hakiki bir hasar tespiti, dünyanın gidişatının doğru okunması ve bunları yapabilen ancak bozuk düzende payı olmayanlardan bir ekibin oluşturulması.
Yorumlar
Popüler Haberler
Atatürk Havalimanı Katliamı: Ağırlaştırılmış müebbet alan IŞİD'liler tahliye edildi
'Ölünce beni kim yıkayacak?': TRT'nin reklam panoları tepki topladı
Komisyonda mikrofonlar açık unutuldu: 'Çok yanlış yaptı Bakan Hanım'
AK Partili Belediye Başkanı, AK Parti ilçe başkanını Ülkü Ocakları üyelerine dövdürdü
Bakan Fidan: HTŞ, yıllardır bizimle işbirliği içinde oldu
İstanbul'da deprem meydana geldi