Rusya’nın Ukrayna’ya saldırından hemen sonra, Millet İttifakı NATO’ya destek mesajları ile tarafını hemen netleştirdi. Cumhur İttifakı ise daha temkinli davrandı. Sonuçta yükselecek bir ses karşısında sıraya dizilecek iki ittifak var. NATO kurulduğundan bu yana, iddia edildiği gibi savunma değil, saldırı politikası izlemiştir. İkinci Dünya savaşından sonra Sovyetler Birliğinin hiçbir ülkeyi işgal etmek gibi bir dış siyaseti olmamışsa da bu tehdit varmış gibi lanse edip, sermaye yönetimindeki devletleri aslında kendi işçi sınıfından korumaya çalışmışlardır. Türkiye’nin NATO üyeliği de aslında, dış düşmandan korunmak için değil, kendi iktidarına, yani sermaye iktidarına karşı işçi sınıfının oluşturacağı tehdide karşı bir korunaklı yelpaze arayışından kaynaklanmıştır. Hem saflar netleşsin hem de yükselen emperyalist güç ABD ile NATO tarafında olanlar aynı saflarda yerini alsın. 1960’larda solun yükselişiyle, gençliğin bağımsızlık noktasında ülkenin hangi tarafta olmaması gerektiğini iyi kavrayıp mücadelesini artırması sonucunda komünizm ile mücadele dernekleri işte tam da bu ihtiyacın ve merkezinin neresi olduğunu gösterir işler yapıyorlardı. Devrimciler hiçbir ülkenin askerini kendi topraklarında istemez iken onlar 6. Filonun önünde secde ediyorlardı. Gençlerin bağımsızlık mücadelesi, işçi sınıfının hak arayışlarında yollarını kesiştiriyordu. İşçi sınıfı yıllar sonra kendi haklarına sahip çıkan sendikalara üye olabiliyor, hakları için greve çıkabiliyordu. Bu durumdan rahatsızlık duyan sermaye sınıfı NATO üyesi Türkiye’nin ordusundan bir çözüm bekliyordu. Tarihe 15-16 Haziran direnişi olarak geçen, DİSK’e açılan kapatma davasına karşı ayağa kalkan işçiler, o dönemin sermaye gruplarının yöneticilerine, uçak bileti aldırıp kaçma planları yaptıran bir eylemin altına imza atıyorlardı. Türkiye Sendikacılık Ansiklopedisi 1. Cilt Tehdit dışarıdan değildi. Tehdit, tam da içerden geliyordu. 12 Mart muhtırası, ABD ve NATO’nun Türkiye işçi sınıfına ve solcularına saldırısıydı. Grevler yasaklandı. Cumhuriyet gazetesi kapatıldı. 1974 ile 1980 yılları arasında yine DİSK öncülüğünde birçok iş yerinde grevler örgütlendi. İşçi sınıfı örgütlü mücadelede ısrarcıydı. Ekonomik grevlerin yanında siyasi baskı araçlarına karşı da grevler düzenleniyordu.
Nerede işçi sınıfına bir saldırı var ise NATO orada görev üstlenmiştir. Türkiye’deki ABD ve NATO üsleri Türkiye’ye saldıracak dış güçlere karşı değil de ayaklanacak örgütlü işçi sınıfına karşı halihazırda bekletiliyor.
https://uidder.org/eylul_1976_iscilerin_dgm_direnisi.htm Evet, sıra geldi 12 Eylül darbesine. Temelinde 24 Ocak kararlarının yani devletin ekonomideki payının azaltılıp, serbest piyasaya ekonominin teslim edilmesi kararlarının uygulanması için işçi sınıfının örgütsüz bırakılmasına ihtiyaç vardı. Vehbi Koç’a teşekkür mesajı yazdıracak kadar başarılı bir darbeydi. ABD ve NATO yine başroldeydi. ABD başkanı darbenin hemen ardından açıklama yapmıştı. “Bizim çocuklar başardı.” Nerede işçi sınıfına bir saldırı var ise NATO orada görev üstlenmiştir. Türkiye’deki ABD ve NATO üsleri Türkiye’ye saldıracak dış güçlere karşı değil de ayaklanacak örgütlü işçi sınıfına karşı halihazırda bekletiliyor. Kanıtı mı? Bursa’daki üssün bir özelliği 100 km mesafedeki alanları vuracak silahların mevcut olmasıdır. Bursa’nın etrafında 100 km mesafede herhangi bir dış güç bilmiyorum. Siz biliyor musunuz? Rusya’nın Ukrayna’ya saldırından hemen sonra, Millet İttifakı NATO’ya destek mesajları ile tarafını hemen netleştirdi. Cumhur İttifakı ise daha temkinli bir taraflaşmayı tercih etti. Sonuçta yükselecek bir ses karşısında sıraya dizilecek iki ittifak var. Savaş öncesi halkı yoksul bırakanlar ile savaşı çıkaranlar aynı, işçi sınıfının ne Rusya’yı ne NATO’yu tercih etme zorunluluğu yok. Burada sorulması gereken; eksik olan işçi sınıfının siyasi ittifakının kim bilir ne zaman oluşması gerektiğidir.