Artan özgürlük ve medeni haklara saldırılara muhalefet doğru tepki verirse durumu lehine çevirebilir. 21 Mayıs Mitingi ortak demokrasi ve adalet çağrısına dönüşmeli. Herkesi koruyan hukuk devleti ve yerinden yönetim ilkesini nasıl güçlendireceğini açıklamalı.
  1. Ankara Üniversitesi, daha önce dini değerleri aşağıladığı iddiasıyla dava açılan ve beraatle sonuçlanan “İnek Bayramı’na” idari soruşturma başlattı.
  2. Eskişehir Valiliği, Haluk Levent, Hayko Cepkin, Levent Yüksel ve Yeni Türkü gibi isimlerin katılacağı Anadolu Fest müzik festivalinin hemen öncesinde ildeki toplu etkinlikleri (buna düğün dernek de dahil mi sormadan edemiyor insan) 15 gün süreyle yasakladı. Konunun (yetişkin ve oy verme ehliyetine sahip) üniversiteli genç vatandaşların festivalde kızlı erkekli beraber eğlenmesi, alkol tüketimi ve “milli değerler” olduğu iddia ediliyor/anlaşılıyor.
3. Temmuz ayında bira fiyatları 12, rakı fiyatları 100 lira artabilir.
  1. Eski MHP milletvekili Ahmet Çakar televizyonda oyuncu Melis Sezen'i, 47. Altın Kelebek Ödülleri törenindeki göğüs dekoltesi üzerinden hedef gösterdi.
  2. AKP’li Derince belediyesi, Kürtçe müzik yapan Türkiyeli Kürt sanatçı Aynur Doğan’ın konserini “yapılan detaylı inceleme sonucunda” yasakladı.
Absürt bir romandan alınmışçasına geçen hafta gündeme düşen bu beş haberin ortak noktası ne? Var mı? Canan Kaftancıoğlu’na verilen hukuksuz cezayla aynı haftada gerçekleştiklerini de unutmayalım. Görünen köy kılavuz istemez. Önümüzdeki seçime giden dönemde hem iktidarın muhalefet partileri üzerindeki baskıları artacak, hem de bu tür hayat tarzına ve medeni haklara müdahaleler. Bu müdahalelerinin ortak noktası anayasal, medeni hak ve özgürlüklere birer saldırı olmaları. Sadece dar anlamıyla siyasal özgürlükleri ve siyasal mobilizasyonu hedef almıyorlar. Gündelik yaşamdaki özgürlükleri, yaşam tarzını, laik veya etnik kimliği hedef alıyorlar. Başta gençler oy veren geniş kitlelerin özel yaşamını ve özgürlüklerini kısıtlayan bu tür yasaklardan iktidar ne umuyor olabilir? Görünmez bir odak bu politikaları bir elden planlıyor ve icra ediyor demek istemiyorum. Bunu iddia etmek komplo teorisi üretmek olur. Bu olayların neden çoğalıyor gözüktüğünün birçok açıklaması olabilir. Belki birileri yine gündemi saptırmak istiyordur, ekonomiden ve servet aktarımından kimlik siyasetine çekmek istiyordur. Muhalefeti laiklik ve Kürt meselesi üzerinden bölme planları yapıyordur. Belki siyasal İslamcı özel çıkar hrupları iktidarın gidici olduğunu hissedip henüz zaman varken ve ortalıkta hiçbir şeyin denetimi yokken Cumhuriyet’ten çalabildiği kadarını çalmak istiyordur. Veya hâlâ bu iktidarın hiç değişmeyeceğine inanan bazı odaklar belli bir ideolojiyi tahkim etmek istiyordur. Belki de bu tür olayların kendisinden çok haberleri artıyordur. Veya hepsi beraber olabilir. Ama benim tartışmak istediğim mesele açısından sonuç değişmiyor. Asıl tartışılması gereken bu değil. Bu tür saldırılara ve hukuksuzluklara karşı muhalefet nasıl tepki vermeli? Nasıl bir söylem ve tepki muhalefeti bölmez ve umut olmasını sağlar? Sağ ve sol muhalefet partileri laiklik ve Kürt meselesi gibi konularda uzlaşmadan nasıl olur? Muhalefet “yanlış” tepki verdiği oranda bu saldırılar muhalefeti bölebilir ve demokrasi umudumuzu zayıflatır. Geçen yazımda bahsettiğim üç güven sorununu pekiştirebilir. “Doğru” tepkiler verir ise muhalefet tam tersine bu durumu kendi lehine bir avantaja dönüştürebilir. Yani bahsettiğim güven sorunlarını çözmeye hizmet eder. Muhalefet daha da genişleyen kesimlere demokrasi, güvenlik ve özgürlük umudu olabilir. 21 Mayıs Mitingi Mutlaka Demokrasi İttifakı’nın Ortak Sesi Olmalı Canan Kaftancıoğlu’nun söylemini ve yıllar önceki tivitlerini Türkiye’de alkışlayanlar da var beğenmeyen de. Ama tivit atmanın suç olmadığı ortada. Ve kendisini siyasal bir cezalandırmaya maruz kaldığı da açık. Bu cezalandırmaların arkası da mutlaka gelir, gelebilir. İmamoğlu, Kılıçdaroğlu, Akşener, Babacan, Davutoğlu, kimsenin şüphesi olmasın. Bunu durdurmanın tek yolu haksızlığa tek vücut, kararlı ve partiler üstü karşı çıkmak. Adalet Yürüyüşü ve mitinginde olduğu gibi. Muhalefet ve 6’lı Masa birbirlerinin hakkı için tekvücut olamazsa vatandaşları da onların hakkını koruyabileceğine inandıramaz. Dolayısıyla muhalefet 21 Mayıs’ı mutlaka birbiriyle ve halkla bir araya gelmek için, güçlü bir demokrasi ve adalet mesajı vermek için, bu esnada ekonomik adaletle ilgili mesajlarını da güçlü bir şekilde iletmek için kullanmalı. Mitingi CHP de örgütlese de diğer partiler güçlü bir şekilde var olmalı. Hukuk ve Bağımsız/Tarafsız/Liyakatlı/Etkin Yargı Beş yasakta da idare anayasal bir hakkı ve özgürlüğü ihlal ediyor. Bağımsız, tarafsız, iyi yetişmiş, evrensel hukuk devleti standartlarına göre ve çabuk işleyen bir yargı mutlaka dur derdi. “Suç işlenmesini engellemek” için bir festivali yasaklamanın mantıklı açıklaması yok. Kaza olmasın diye araba kullanmayı, yangın çıkmasın diye elektirik kullanımını yasaklamak gibi bir şey. İdare eğer bir yerde bir suç işlenme ihtimali varsa, ki her yerde var, bunun önlemini almakla mükellef. Kaldı ki, bir etkinliği cezalandırmak için diğer bütün etkinlikleri yasaklamak ne oluyor? Aynı mantık bir başka iktidar tarafından laik değil dindar etkinlikleri yasaklamakta da kullanılabilir. Devletin dili ve eğitim diliyle ilgili yasalar var, ama sanatta, günlük hayatta anadile yasağın hiçbir yasal dayanağı yok. Düzmece gerekçelerle gündelik hayatta anadil yasaklanamaz. Derince Belediyesi’nin kararında dil yasağı yok, belediyeye ait bir gösteri merkezindeki bir konserin iptali söz konusu. Ama demokratik hukuk devletinin olduğu bir yerde idareye şu sorular da sorulabilir. (Kocaeli bağlamında) nüfusun yaklaşık yüzde 10’unu oluşturan vatandaşın anadili Kürtçeyse, kamunun desteklediği sanatsal etkinliklerin onda biri, hadi onu bırakalım yirmide biri bile Kürtçe değilse, ve eğer vatandaşdan gelen bir talep varsa Kürtçe bir konseri iptal etmek kamu kaynaklarını kullanarak ayrımcılık yapmak olmuyor mu? Bu kaynakların talep eden kimlik grupları arasında hakkaniyetli dağıtılması gerekmez mi? Benzer sorular Alevi vatandaşlar, Müslüman olmayan vatandaşlar için de sorulmamalı mı? Devletin çarkları, bu kararları veren yöneticilerin maaşları ve arabalarının benzini dahil tüm bu vatandaşların ödediği vergilerle dönmüyor mu? Keza Ahmet Çakar’ın Melis Sezen'in dekoltesi için söyledikleri örtülü bir kadın için söylenseydi hakaret olarak değerlendirilip RTÜK tarafından cezalandırılmayacak mıydı? Bu tür konular bence ceza konusu olmamalı, kamuoyu vicdanında ve bağımsız medya tarafından  cezalandırılmalı. Ve bence “laik kanattan” birçok yazar da dilini gözden geçirmeli. Ama RTÜK gibi kurumlar bazen de mahkemeler bir hayat tarzından kadınlara söyleneni hakaret kabul ediyor diğerine “örtülü destek” veriyorsa bu da açıkça ayrımcılık. Öte yandan seçilmiş iktidar elbette zam yapabilir ama bu zammı belli bir hayat tarzını cezalandırmak için yaparsa bu ayrımcılık değil mi? Sigara ve alkolün sağlığa zararlı olduğu iddia edilebilir. Ama o zaman hukuk devletinde bağımsız yargıçlar sağlığa zararlı tüm maddelere benzer zam yapılıp yapılmadığını sormaz mı? Beş olayda da idarenin yetkisini kötüye kullanması, maddi kanıtlara dayanarak gösterilebilecek yalanlar söylemesi, ayrımcılık yapması söz konusu. Yani muhalefetin hayat tarzlarını konuşmasına gerek yok. Herkesin hayat tarzını koruyan anayasal özgürlükleri ve bunları koruyacak hukuk devleti ve yargıyı nasıl kuracağını ayrıntısıyla anlatmalı. Çünkü tahribat büyük. Seçilmişlerce Yerinden Yönetim Yukarıdaki ilk iki yasakta atanmış idarecilerin anayasal bir özgürlüğü ihlali söz konusu. Vali ve rektör. Ankara Üniversitesi rektörü üniversite camiasının onayını almış bir akademisyen olsaydı “İnek Bayramı”nı yasaklama kararını alır mıydı? Gerçek bir üniversitede bu tür konular üniversite camiasınca tartışılır, üniversitenin olmazsa olmazı fikir ve ifade özgürlüğü çerçevesinde herhalde böyle bir etkinlik gerçekleştirilmelidir, ama herhangi bir grubu rencide eden bir isim veya eylem içeriyorsa “farklılığa saygı” kapsamında açıklama ve önlemleri de üniversite tartışılabilir, tartışmalıdır. Bu ortamı sağlamayan rektör de herhalde yeniden seçilmemelidir. Seçilmiş Eskişehir Belediye Başkanı Anadolofest’i yasaklayarak genç vatandaşları karşısına alır mıydı? Yerel yönetimlerin yetkilerini artırmak da özerk ve bilimsel üniversite de yerinden yönetim ilkesinin gerekleri. Türkiye’nin tarihsel ve coğrafi özellikleri güçlü bir merkezi devleti ve orduyu zorunlu kılıyor. Ama güçlü yerel yönetimler bunun alternatifi değil. Ülkenin üniter yapısı[1], ekonomik entegrasyonu ve toprak bütünlüğü güvence altına alındığı sürece seçilmiş yerel yönetimlerin çevre, kültür, eğitim, altyapı ve benzeri alanlarda yetki ve kaynaklarının artırılması Kürt meselesine de Gezi protestolarına yol açan sorunlara da doğrudan çözüm olacaktır. Yani sağ ve sol muhalefetin gene hayat tarzını veya kimliği konuşmasına gerek yok. Farklı hayat tarzlarına ve kimliklere saygı gösterecek yerinden yönetim ilkesini nasıl güçlendireceğini açıklamalı. --- [1] Günümüz standartlarında devolüsyon ve ademi merkeziyetçilik uygulamaları üniter devletle çelişmiyor, hatta güçlendirdikleri söylenebilir.