Erdoğan’ın atadığı yeni kabine üyelerinin çalışma şekli ve gelecekte Türkiye’ye nasıl bir katkı sunacakları gündemde. Ekonomide bu yavaş yavaş belli olurken, diğer alanlarda henüz kabine üyelerinin mülahazat haneleri boş. Prof. Dr. İlter Turan yazdı.
Genç arkadaşlar için bu yazının başlığı fazla bir anlam ifade etmeyebilir. Çok da geriye gitmeyen bir geçmişte, kişinin mahiyetinde çalışan birisinin çalışmasını değerlendirirken, ondan bir kanaat ifade etmesi istenir, kişi de kanaatini iyi, kötü, olumlu, çok çalışkan veya tembel türünden bir kalıpla ifade ederdi.
Ancak genellikle bu kısa ifadenin yanında bir de mülahazat hanesi bulunurdu. Bu hanede kişiden değerlendirdiği şahısla ilgili açıklamalarda bulunması, düşüncelerini söylemesi beklenirdi. Örneğin, kişiyi “çalışkan” olarak niteleyen bir amir, mülahazat hanesine “mesai bitse de kendisine verilen görevi bitirmeden işyerinden ayrılmaz” diye not düşerek, değerlendirmesini gerekçelendirirdi. Mülahazat hanesi sözü sohbetlere de girmişti. Bir kişiye ilişkin olarak “mülahazat hanesini şimdilik boş bırak” denildiğinde, bu cümle, o kişi hakkında kanaatini şekillendirmekte acele etme demekti. Dolayısıyla bir güvensizlik ve ihtiyat tavsiyesiydi.
Yeni kabine kurulunca, derhal muhtelif değerlendirmeler başladı. Bakanların her birinin geçmişleri, yaptıkları işler, kısacası sicilleri gözden geçiriliyor ve ileriye göreve uygun olup olmadıkları konusunda düşünceler sürülüyordu. Tabii, bunun yanında bir heyet olarak bakanlar kuruluna ilişkin değerlendirmeler, cumhurbaşkanının bugüne kadar izlediği politikalardan vazgeçip vazgeçmediğine dair sorgulamalar, kabinenin yurt dışında nasıl karşılandığı ve benzeri bir dizi sorunun da cevabı aranıyordu.
Zamanla bazı sorular cevaplanacak, bazıları unutulacak, bazıları da bir soru işareti olarak zihnimizi kurcalamaya devam edecektir. Konuya kendi açımdan baktığım zaman, kanaatimce hükümetin mülahazat hanesi henüz boş, ama yine de bazı hanelere yazabilecek hususlar var. Müsaade ederseniz, onları sizinle paylaşayım.
İlkin, herkesin merak ettiği konu, yaşanan ve yoğunlaşması beklenen ekonomik sıkıntılar karşısında neler yapılacağıdır. Cumhurbaşkanı spekülasyona dayalı iktisat yerine (galiba heterodoks diye ifadelendirmişlerdi), ülke ekonomisini bilinen iktisat teorilerine göre yönlendirecek bir kadroya görev verdi. Tahminlere ve söylentilere göre, bu işleri yüklenecek kadronun sembol ismi Mehmet Şimşek, üç yıl süre ile uygulayacağı politikalara karışılmayacağı konusunda teminat almış.
Ancak sık sık gündeme getirilen bir soru var: Cumhurbaşkanının geçmişte tahammül edemediği, kendi inanç ve tercihlerine aykırı bulduğu yöntemlere başvurulmasına ne kadar zaman tahammül edecektir? Başka bir ifade ile, kendisinin zaten ifade etmediği ama yaptıklarından çıkarılan sonuçlara güvenmemiz için yeterli neden var mıdır? Mülahazat hanesini boş bırakmamız ve olayların gelişmesini izlememiz lazım.
Acaba ekonomi dışındaki alanlarda farklı durumda mıyız? Seçilen bakanların kimliklerine, geçmişlerine, beyanlarına bakılarak neler yapacakları tahmin edilmek isteniyor. Ancak genel bir sorun var. Cumhurbaşkanımız, hangi konuda olursa olsun, yapılacak işleri, izlenecek politikaları kendisi belirlemek istiyor. Bakanlardan görüş almak konusunda, en azından dışarıya verdiği izlenim, pek istekli olmadığı yönündedir. Görevlendirdiği bakanları kendisinin verdiği kararları, talimatları uygulayan icra unsurları olarak görüyor. O zaman kimin bakan olduğunu değerlendirirken, uygun politikalar geliştirir mi gibi bir soru sormaktan ziyade iyi söz dinler mi, söyleneni yerine getirmekte ne kadar mahirdir türünden sorular sormak yerinde olacaktır.
Tabii, Sayın Cumhurbaşkanımızın bambaşka yeni bir siyaset anlayışına yönelmesi mümkündür ama insanların temel davranış kalıplarını kolayca değiştiremediği biliniyor. O zaman ne diyelim? Mülahazat hanesini şimdilik boş bırakalım, durumu izlemeye devam edelim.
Genel bir sorun var. Cumhurbaşkanımız, hangi konuda olursa olsun, yapılacak işleri, izlenecek politikaları kendisi belirlemek istiyor. Bakanlardan görüş almak konusunda, en azından dışarıya verdiği izlenim, pek istekli olmadığı yönündedir.
Bazı yapılanlar hakkında ise mülahazat hanelerini hemen doldurabiliriz. İki bakanlığa kamu görevinden kişiler atandı. Genel Kurmay başkanımız Milli Savunma Bakanı, İstanbul valimiz de İç İşleri Bakanı yapıldı. Her iki kişinin de mesleklerinde başarılı oldukları, bulundukları görevler nedeniyle de bakanlık yapacakları alanı tanıdıkları, dolayısıyla başarılı olmalarının beklendiği ileri sürülebilir. Şahsi kanaatim, bakanların yönetecekleri bakanlık kadrosu içinden gelmesinin pek iyi bir fikir olmadığı merkezindedir. Açıklayayım. İlkin, bu tür bir görevlendirme, yüksek bürokratlarda gelecekte kendilerini bir bakanlık görevinin beklediği hevesini yaratacaktır.
Örneğin, bundan böyle her genel kurmay başkanı, bir sonraki görevinin Millî Savunma Bakanlığı olduğunu düşünecek, bunu normal bir bekleyiş olarak telakki edecektir. Aynı tür duygular İstanbul valisinde de gelişebilir. Bu düşünceler ve bekleyişler, bu görevlere gelen bürokratların görevlerini profesyonel bürokratlar olarak değil, siyasetçi adayları olarak ifa etmelerini teşvik edecektir. Böylece devlet-parti kaynaşması da güçlendirilmiş olacaktır.
İkinci olarak, belirli bir devlet kurumunun içinden gelen bir kişinin hemen bakan yapılmasının yaratacağı çok yönlü sakıncalar bulunuyor. Bir kere bakanın geldiği örgüt içinde mensup olduğu gruplar, klikler vs. vardır. Örgüt içinden biri bakan yapılınca, doğal olarak kendi takımını koruyacak ve kollayacak, diğerleri yapılanlar karşısında huzursuz olacaklardır. Bunun yaratacağı gerilimin bir bakanlığın çalışmasını olumsuz etkilemesi pek şaşırtıcı olmaz.
Sonra, belirli bir bakanlıktan gelen kişi, o bakanlığın görüşlerine, bakış açılarına sosyalleşmiş olacak, dışardan bir kişinin kolaylıkla görebileceği bozuklukları, eksiklikleri, değişiklik yapma ihtiyaçlarını tespit edemeyecektir. Değişikliklere, yeniliklere karşı da ilgi duyulmaması, hatta direnilmesi dahi söz konusu olabilecektir. Bu bilişsel çerçeve sapmasını aşmanın en güvenilir yolu bakanların bakanlık memurları arasından gelmemesi kuralını istisnasız uygulamaktır.
Geçmişte yaptığım bir araştırmada, bakanlık yapmış kişilere bakanlık yapmak için bakanlık yapacağı konuda uzman mı olmanın, yoksa iyi bir idareci mi olmanın daha önemli olduğunu sormuştum. Demokratik süreç sonunda göreve gelen bakanların hemen hepsi, iyi bir idareci olmayı vurgulamışlardı. Konusunda uzman olmanın önemli olduğunu daha ziyade askeri müdahale dönemi kabinelerinde görev yapan bakanlar tercih etmişlerdi.
Bakanın bakanlık yapacağı kurumdan gelmesinin yarattığı sorunlar burada da bitmiyor. Bir bakanlık örgütündeki yüksek bir konumdan bakanlık koltuğuna gelenler, geride bıraktıkları koltuktan da tam anlamıyla kalkamıyorlar, bürokratik görevlerine devam etme temayülü sergiliyorlar. Her işe karışıyorlar. Bunun en canlı örneğini Sayın Akar Milli Savunma Bakanı iken yaşadık. Kendisi askeri harekatları izlemeye gidiyor fakat dayanamayıp, komutayı da ele alıyordu. Bakanların görevi başında bulundukları bakanlığı yönetmek ve denetlemektir. Kendi denetimleri altında ve yönlendirmeleri gereken kurumun işini de kendileri yapmaya kalkıştıkları zaman, siyasi lider-profesyonel kadro dengesi bozulmakta, hesap sorma işleminin yerine getirilmesi artık mümkün olamamaktadır.
Bakanın bakanlık yapacağı kurumdan gelmesinin yarattığı sorunlar burada da bitmiyor. Bir bakanlık örgütündeki yüksek bir konumdan bakanlık koltuğuna gelenler, geride bıraktıkları koltuktan da tam anlamıyla kalkamıyorlar
Bürokrasinin tepesinden bakanlığa transfer olanların mesleki alışkanlıklarını da beraber getirmelerinin faydası yok mu diyebilirsiniz. Haklısınız. Çok yönlü faydaları da olabilir. Örneğin, İçişleri, Dış işleri ve Milli Savunma bakanlarımız memuriyetten geldikleri için, kanunlara göre iş görmeyi bilen, kurumun kimlik, işlev ve etik standartlarının korunmasının ve kadroların morallerinin yüksek tutulmasının önemini idrak eden kişilerdir.
Son yıllarda kurumlarda gözlenen yasallıktan ve profesyonellikten uzak düşen uygulamalara dur diyebilirler. Başında bulundukları kurumun siyasa yapımına katkıda bulunmasını ve bunu yaparken diğer ilgili kurumlarla işbirliği yapılmasını ve eşgüdüm sağlanmasını; ya da başka türlü ifade edecek olursak, devlet politikaları oluşturulmasının ön plana çıkmasını sağlamaya çalışabilirler. Tabii, bu sonuçların hasıl olması, aynı düşünceleri Cumhurbaşkanının benimsemesine bağlı kalacaktır. Şimdilik mülahazat hanesini doldurmayalım.
Tabii mesleki alışkanlıkların sağladığı faydalar, doğurabilecekleri sorunlar el ele gidiyor. Sözgelimi, yeni İçişleri Bakanı olan eski valimiz asayiş deyince kentte her şeyi aksattığını gözetmeden her yere Çevik Kuvveti yığıyor, kenti mefluç kılıyor, vatandaşı bezdiriyordu. Acaba aynı sonucu vatandaşı bu kadar kısıtlamadan ve bezdirmeden alabilir miyim diye hiç düşünmüş müdür, bilmiyorum ama bu yöntemi bakanlığa taşır ve bütün ülkeye tatbik eder mi diye merak etmekten de kendimi alıkoyamıyorum. İsterseniz bu konuda da mülahazat hanesine şimdilik bir şey yazmayalım.
Görüyorsunuz. Yeni hükümet göreve başlarken mülahazat haneleri boş, yeni bir sayfa açalım dedik ama daha hükümet faaliyete geçmeden bile mülahazat hanelerini kısmen doldurmaya başladık. İşler yürüsün de gelecekte ne olursa olsun düşüncesi geleceğimizi de ipotek altına alan gelişmelerin temellerinin atılması ile sonuçlanıyor. En doğrusu, yapılanları daima eleştirel bir gözle ele alıp, beğenmediklerimizi dile getirerek hükümetimize “yardımcı” olmaktır. Yine de, mülahazat hanesini şimdilik mümkün olduğu kadar boş bırakın.