Birkaç haftadır yayılan işçi eylemleri 1989-91 arasındaki büyük sendika eylemlerini andırıyor. Son eylemler Türkiye siyasetini tekrar sola çekmek ve gelir dağılımındaki eşitsizliği dengelemek açısından somut bir mesele olarak ortaya çıkıyor. Türkiye’nin çeşitli kentlerinde hizmet veya dağıtım alanlarında çalışan işçiler birkaç haftadır daha yüksek zam talebiyle eylemler yürütüyor. İşçilerin daha iyi haklar ve ücret talepleri nedeniyle greve gitmesi alışılmadık bir durum değil. Örneğin 2009 yılında günlerce devam eden TEKEL eylemleri kamuoyunda büyük ses getirmişti. Fakat sanırım daha önce AKP döneminde dalga halinde büyüyen bu tarz bir işçi hareketiyle karşılaşmamıştık. Bu dalga önce maaşlarına yapılan senelik zammı beğenmeyen Trendyol kuryelerinin protesto eylemiyle başladı. Sosyal medya üzerinden büyük destek toplayan Trendyol kuryelerinin taleplerinin şirket tarafından kabul edilmesinden sonra eylemler Yurtiçi Kargo, Yemek Sepeti, HepsiJet, Scotty, Aras Kargo ve Sürat Kargo gibi şirketlere de sıçradı. Enflasyonun çok yüksek bir orana ulaşması ve özellikle doğal gaz ve elektrik faturalarındaki büyük artış nedeniyle bu eylemlerin önümüzdeki ay içinde daha yaygınlaşma ihtimali bulunuyor. 30 SENE SONRA YÜKSELEN İŞÇİ DALGASI Son dönemde yaşanan işçi eylemlerinin çarpıcı bir özelliği kargo, gıda dağıtımı ve perakende gibi pandemi döneminde çok hızlı büyüyen sektörlerde gerçekleşmesidir. Evlerde zaman geçirmenin çok arttığı pandemi döneminde iktisadi hayatın devam etmesinde büyük pay sahibi olan sektörlerde çalışan işçiler yüksek hastalanma riski ve kötü koşullara karşın düşük ücretle çalıştılar. Göze çarpan diğer bir nokta ise eyleme giden işçilerin önemli bölümünün esnaf kurye olarak çalışıyor olmalarıdır. Esnaf kuryeler doğrudan bir şirkette işçi statüsünde çalışmak yerine sahip oldukları motosiklet veya ticari tip araçları kullanarak kargo veya gıda dağıtım alanında bulunan üst şirkete hizmet satmaktadır. Birkaç haftadır yayılan işçi eylemleri belli yönleriyle 1989-1991 arasında yaşanan büyük sendika eylemlerini andırıyor. O dönem de günümüzde olduğu gibi yüksek enflasyon ve emek karşıtı ekonomik model işçilerin eline geçen maaşın değerini büyük oranda düşürmüştü. O yıllarda tek başına iktidarda olan ANAP’ın 1989 yerel seçimlerinde büyük oy kaybına uğraması işçileri cesaretlendirirken, tam da seçimlerden sonra başlayan grevler iktidarı sarsmıştı. Nitekim henüz çocuk olmama karşın dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal’a yönelik kullanılan popüler bir siyasi slogan kafama kazınmıştı: “Çankaya’nın şişmanı, işçi düşmanı”. Günümüzde de yüksek enflasyon ve bozulan ekonomik koşullar işçilerin maaşlarını eritiyor. Hatta Türkiye’de elektrik ve doğal gaz tüketiminin 30 sene önceye nazaran ne kadar arttığı ve tarım sektöründeki daralma nedeniyle yiyecek fiyatlarının ne kadar yükseldiği düşünülürse işçiler görece çok daha kötü durumda. Ayrıca 2019 yerel seçimlerinde iktidarın desteklediği adayların birçok büyükşehirde kaybetmesi de siyaset sahnesini hareketlendirdi. Fakat iki dönem arasında çok bariz ve önemli farklar var. Öncelikle 1990’ların aksine günümüzde Türkiye’de otoriter bir rejim hüküm sürüyor. AKP’nin otoriter yönetimi altında kitlesel eylemlere karşı çok daha sert önlemler alındığı için işçi eylemlerinin o dönem olduğu hızda yayılması zor gözüküyor. Son 20 senede yapılan özelleştirmeler nedeniyle kamu sektöründe fazla sayıda işçi kalmadı. Gıda dağıtımı, kargo, perakende gibi günümüzün büyüyen sektörlerinde ise sendikalaşma oranı çok düşük. Ayrıca AKP iktidarı altında işçiler ideolojik parametreler üzerinden değil, etnik ve dini kimlikleri üzerinden harekete geçmeye alıştılar. Ne yazık ki, işçi eylemleri karşısında muhalefet partilerinin tavrı da başka önemli bir fark olarak göze çarpıyor. 1989’da ortaya çıkan grev dalgası aynı sene yapılan yerel seçimlerde büyük başarı kazanan Sosyal Demokrat Halkçı Parti tarafından desteklenmişti. Halbuki birkaç haftadır devam eden işçi eylemlerine muhalefet partilerinden yeterince destek gelmedi. MUHALEFET PARTİLERİ İŞÇİ EYLEMLERİ KARŞISINDA NEDEN SESSİZ? Son dönemde CHP, 128 milyar dolar rezervin nereye harcandığını sorgulama, çeşitli yolsuzluk dosyalarını kamuoyuyla paylaşma ve ülkede yaşanan enerji krizi ve fakirliği gündemde tutma konusunda büyük başarı kazandı. Bu konuların ortak özelliği son kertede sağ-sol ideolojik ayrımda net bir yere oturmaması ve toplumun geneline hitap etmesidir. Fakat ana muhalefet partisi bu alandaki performansını emekçi kesimlerin sorunlarını gündeme getirmek konusunda tekrarlayamadı. Bu durum sadece kendini merkezde konumlandıran CHP ve hatta İYİ Parti açısından değil, aynı zamanda TİP gibi sosyalist partiler açısından da geçerli. Zaman zaman eylemlerde gördüğümüz birkaç milletvekili dışında siyasetçiler ne grevlere katıldı, ne de grevlerde gündeme gelen talepleri siyaset alanına taşımaya çabaladı.
Türkiye’de son yıllarda hızla büyüyen bu sektörün sorunları siyasi alana henüz girmediği için siyasetçilerin bu konuda ne ilgisi ne de bilgisi var.
Bu sessizliğin çok farklı nedenleri var. CHP Genel Merkezi iktidarla mücadelenin yöntemi olarak sandığı öne çıkardığı için işçi eylemlerini politize etmenin siyaseti radikalize edeceğinden ve bunun iktidarın eline polisiye önlemler almak için koz vermesinden çekiniyor olabilir. Ayrıca kamuoyunun geniş kesimine hitap etmek isteyen bir parti olarak işçileri öne çıkaran bir siyasi dili tercih etmeyebilir. Öte yandan CHP'li siyasetçilerin sınıfsal tercihleri veya eylemlerin esnaf kuryeler tarafından sürüklenmesi nedeniyle partideki sendikacı isimlerin bağlantılı olduğu Türk- İş ve DİSK gibi işçi konfederasyonların kenarda kalması da bu sonuçta rol oynamış olabilir. Fakat benzer bir sessizliğin CHP’nin sol kanadı, HDP ve TİP başta olmak üzere diğer sosyalist partiler için de geçerli olduğunu hatırlamak gerekiyor. TİP milletvekillerinin özellikle sosyal medyada ses getiren çıkışları nedeniyle partinin görünürlülüğü artmasına karşın örgütlenme seviyesi halen çok düşük. Dolayısıyla sokakta biriken hoşnutsuzluğu siyasi desteğe çevirecek bir yapı oluşturmakta TİP henüz başarı kazanamadı. Ayrıca 1990’lardan başlayarak Türkiye’de siyasi partilerin emekçi kesimlerden uzaklaşmış olmasının, sendikalaşmamış işçilerle bağının kopmasının ve dolayısıyla kültürel konular üzerinden şekillenen orta sınıf siyasetine sıkışmasının da rolü var. Grevlerin kısa süreli iş piyasası olarak çevrilebilecek gig ekonomisi içinde gerçekleşiyor olması da bir diğer engel olarak öne çıkıyor. Türkiye’de son yıllarda hızla büyüyen bu sektörün sorunları siyasi alana henüz girmediği için siyasetçilerin bu konuda ne ilgisi ne de bilgisi var. MUHALEFETİN KAÇIRDIĞI FIRSAT Halbuki giderek büyüyen grev dalgası Türkiye siyasetinin gidişatını belirlemesi açısından kritik öneme sahip olabilir. Bu eylemler uzun süredir sağa kayan Türkiye siyasetini tekrar sola çekmek ve gelir dağılımındaki bariz eşitsizliği dengelemek açısından somut bir mesele olarak ortaya çıkıyor. Türkiye gibi seçimli otoriter rejimlerde iktidarın baskısı nedeniyle sivil toplum ve medyada hükümete yönelik eleştiriler yaygın şekilde gündeme gelemiyor. Örgütlü protesto eylemleri de mülki amirlerin yasaklarına veya polis şiddetine takıldıkları için büyüyemiyor. Dolayısıyla çeşitli toplum kesimlerinin kendiliğinden harekete geçmesi muhalefet partilerine iktidarı değiştirmek için toplumu ikna etme ve seçmen desteğini arttırma olanağı sunuyor. Ayrıca iktisadi boyutlu mücadelelerin öne çıkması muhalefete iktidarın kimlikler üzerinden yürüttüğü kutuplaştırma siyaseti karşısında siyaseti yeniden kurgulama fırsatı veriyor. Umarım muhalefet partileri bu fırsatı kaçırmaz!