Kendi partisinde demokratik seçim yöntemleri uygulamayanlar, ön seçim yapmayanlar, varolan sistemin demokratik olmadığını söylediklerinde inandırıcı olamazlar. Seçim-sandık güvenliğini, işin ehli kişilere emanet etmeyenler, seçimde hile var diye yakınamazlar.
Genel seçim ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ortaya çıkan yenilgi sonrası, muhalefet kesimlerinde bir “değişim” söylemi aldı başını gidiyor.
CHP başta olmak üzere, HDP/Yeşil Sol, İyi Parti kongre kararı alıp, bir değerlendirme sürecine gireceklerini ifade ettiler.
Bu yaşananlara, bir seçim yenilgisi sonrası muhalefet cephesinde yaşanacak olağan şeyler de desek bu kez daha sahici sonuçlar üretilmesi beklentisi var.
Bu süreçte her siyasi özne bir değişimden söz ediyor. Değişimden neyi anlamak gerekir? Değişim nelerin üstünden şekillenecek? Kalıcı olabilecek mi?
Bütün bu ve buna benzer sorulara yanıt verebilmek için yaşanan seçim yenilgisini doğru analiz etmek gerekir.
Başta mevcut iktidarın, tek adam rejiminin elindeki tüm olanakları pervasızca seçim çalışmaları için kullandığını, seçmen listeleriyle oynayarak göçmen nüfustan yeni seçmenler devşirdiğini, baskı, yasak, engelleme, yalan, dezenformasyon gibi yöntemleri sonuna kadar kullandığını göz ardı etmemek gerekir. Bunlar elde var bir. Ama bir seçim yenilgisini salt bunlarla açıklamak doğru olmaz, bunun kendimizi kandırmaktan farkı yoktur.
Bazı sorular sorarak başlamak yerinde olur.
Özellikle son beş yıl olmak üzere, bu iktidar döneminde ekonomi dibe vurmuşken, mutfakta yangın varken, insanlar baskı ve engelleme altındayken, eğitim/sağlık işleri yerlerde sürünürken, insanlar açlık sınırı ile yoksulluk sınırı arasında yaşamaya mahkûm edilirken, velhasıl bu iktidar döneminde olan biten onca olumsuzluğa rağmen AKP neden bu memlekette hâlen birinci parti olabilmekte ve ana muhalefet olan CHP ise bir türlü %25’i aşamamaktadır?
Haydi soruyu daha da geliştirelim, CHP’den sonra ikinci büyük muhalefet partisi olan HDP/YeşilSol ise neden oylarını korumayı bırakın, zayıflayıp oy kaybetmektedir?
İşte çözümlenmesi ve yanıtlanması gereken ana soru budur ve bir değişimden bahsedeceksek, bir değişim olacaksa bunun şifresi bu soruya verilecek yanıtlarda saklıdır. Yoksa partilerin başına şu kişiyi değiştirip bu kişiyi getirmek değişim anlamına gelmeyecektir.
Burada kritik durum, genel olarak muhalefetin seçmen üstünde, bu sistemi değiştirebileceğine dair güçlü bir umut oluşturamamasıdır, bu güveni sağlayamamasıdır.
Türkiye’de sağ/sol dağılımının 65/35 dengesi olduğu söylenir ve bu son durumda toplamda %35’in de altına düşme eğilimine girilmiştir.
Siyasetle uğraşan biraz deneyim sahibi herkes bilir ki seçimler, seçim döneminde sadece bir ay içinde yapılan çalışmalarla kazanılmaz. Sizin seçime kadar olan 4-5 yıl içinde yaptıklarınız ve yapamadıklarınızdır esas sizi tartıya çıkaran ve sizi bir yerlere taşıyacak olan.
Bu yazıda değişimin izini, parti programı üzerinden değil, örgütlenme ve çalışma tarzı ile sınırlandırmak istedim. Çünkü bu toplumda insanlar, bir partinin programında neyi savunduğundan daha çok toplumda yaptıklarıyla nasıl algılandığı ile daha çok ilgilidir.
İnsanlar seçim öncesindeki süreçlerde edindikleri algılara göre nereye oy vereceklerine karar verirler. Dolayısıyla programınızdan öte yaptıklarınızla, kurduğunuz ilişki biçimiyle, pratikte nasıl algılandığınızdır esas olan. Ağırlıkla da politik hegemonya bu algı üstünden kurulur.
Sonuçta adı geçen partiler sol kitle partileridir ya da daha doğru tabirle öyle olmaları beklenir.
Ancak bu kulvardaki bu partilerin hiç biri gerçek bir kitle partisi olma amacıyla davranmaz. Kitle partilerinde çoğulculuk ve demokratiklik esas olmalıdır, siyaset yapma biçimini dar bir kadronun, bir kastın yönlendirmesine izin vermez, kitlesinin ve hedef kitlesinin yaratıcı enerjisini açığa çıkarıp, değerlendirecek mekanizmaları yaratır, korur ve hayata geçirir.
Siyasetle uğraşan biraz deneyim sahibi herkes bilir ki seçimler, seçim döneminde sadece bir ay içinde yapılan çalışmalarla kazanılmaz. Sizin seçime kadar olan 4-5 yıl içinde yaptıklarınız ve yapamadıklarınızdır esas sizi tartıya çıkaran ve sizi bir yerlere taşıyacak olan.
Örneğin kitlesini, üye profilini değişik mücadele alanlarının içinde olan insanlardan oluşturur. O mücadele alanlarında olmayı, oralarda olanlara değmeyi ve buluşmayı hedefler.
Örneğin emek, kadın, insan hakları, ekoloji, gençlik, kültür/sanat, göçmenlik alanında, KHK, EYT vb. gibi konularda mücadele edenlerle sağlıklı ilişkiler kurabilen yapılar sol kitle partisi olabilirler.
Bu mücadele alanlarını bir partinin arka bahçesi gibi görmeden, oralardaki enerjiyi açığa çıkarmak, etkilemek ve etkilenmek gerekir. Dolayısıyla siyaset yapma tarzı çoğulcu ve bunu kıskançça koruyan, bir seçim döneminde bu türden alanlarda, bölgelerde ve örgütlerinde ön seçim yapabilmeyi ve bu vesileyle en doğru adayın seçilmesini kendine ilke edinen, kapalı kapılar ardında, nasıl saptandığı belli olmayan adaylarla değil, alanında sevilen, bilinen ve yetkin adayları açığa çıkarmak sol kitle partilerinin esaslarındandır.
Kitle partileri cemaatçi de olamazlar ve cemaatçi yapılar gibi davranamazlar. Cemaatçilik genelde sağ muhafazakâr kesime özgü bir şey sanılsa da sol kesimde de çok yaygındır.
Bu bazen kendini belli bir yöreye yakınlıkla, hemşericilik olarak bazen de kendini sadece tek bir dini ve etnik yapıyla sınırlama şeklinde gösterir. Hatta sol yapıların bir kısmı da kendini 80 öncesi oluşmuş, ama bugün için bir anlamı kalmamış bir ayrışmanın bugüne yansıyan yapıları olarak devam ettirirler. Oysa 2023’ler Türkiye’sinde bir sol kitle partisi bu türden “cemaatsel” yaklaşımlarla büyüyemez, gelişemez.
Partilerin hedefi, görüşlerini yaymak, daha fazla insanı yanlarına çekmek olacaksa, bunun sadece aynı mahallelere ve benzer çevrelere seslenerek yapılacak bir iş olmadığı da açıktır.
65/35 dengesini sol kendi lehine değiştirecekse, bu 65’in olduğu tarafa, ülkenin sosyolojisini de göz ardı etmeden sesleneceği dilde saklıdır. Mevcut iktidarı bütün olumsuzluklara rağmen tekrar seçmek zorunda kalan seçmenin davranışı küçümsemeyi değil olsa olsa anlamayı ve o kesimlere değmemiz gerektirecek yol ve yöntemleri geliştirmemiz gerektiği mesajını verir bizlere.
Demek ki bir değişim yapılacaksa ilk önce örgütlenme ve çalışma tarzında bir radikal değişiklik yapılmalıdır. Açıklık, şeffaflık, demokratik işleyiş kuralları esas alınmalıdır. Parti içi demokrasinin işletildiği, parti kadrolarını, üyelerini küstürüp, uzaklaştırmayacak, onların yaratıcı enerjilerini ortaya çıkartmalarını sağlayacak yol, yöntem ve araçlar devreye sokulmalıdır.
Bir değişim yapılacaksa ilk önce örgütlenme ve çalışma tarzında bir radikal değişiklik yapılmalıdır. Açıklık, şeffaflık, demokratik işleyiş kuralları esas alınmalıdır.
Böyle yapıldığı takdirde örneğin seçim-sandık güvenliğini sağlama işini, ismi şaibeli kişilere teslim etmek zorunda kalmazsınız, illerde-bölgelerde veya alanlarda tepki çeken tepeden inme adaylar koymak zorunda kalmazsınız ya da bazı adaylara vitrin süsü muamelesini reva görmezsiniz, kerameti kendinden menkul bazı kişileri değil, liyakatin esas alındığı görevlendirmeler yapabilirsiniz. Tek tip sese değil, çok sesliliğe ve çoğulculuğa dayanarak parti içinde farklı düşünenleri yok sayıp, ötekileştirmezsiniz.
Zaten mücadele ettiğiniz tek adam sistemi bunları yaptığı için, sizin değiştirmeniz gerekenlere benzemeniz kadar kötü bir durum olamaz ve yurttaş (seçim dönemlerinde seçmen) karşısında inandırıcı olamazsınız ve bir umut yaratamazsınız.
Değişimi, kendi partisinin ilk önce örgütlenme ve çalışma tarzında başlatamayanlar, bir sonraki seçimde de benzer şeyler konuşmaya mahkûm olurlar.
Kendi partisinde demokratik seçim yöntemleri uygulamayanlar, ön seçim yapmayanlar, varolan sistemin demokratik olmadığını söylediklerinde inandırıcı olamazlar.
Seçim-sandık güvenliğini, işin ehli kişilere emanet etmeyenler, seçimde hile var diye yakınamazlar.
Yoksa kişilerin değişimi ile sınırlı bir değişim hiç bir yapıyı fazla bir yere götürmez.