Ukrayna’da olanlar ve çok kutuplu dünya düzeni gösteriyor ki, Türkiye’nin dikkatli ve sağlam eksenli bir dış politika izlemesi gerekecek. Geçiş döneminde dış dünyanın sempatisi ve desteği hem ekonomik hem siyasal açıdan çok önemli.
Tam bir hafta sonra 28 Şubat’ta muhalefet partileri önemli bir adım daha atacak ve anlaştıkları Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem planını ortak bir toplantıyla halka açıklayacak. Umarım kapsamlı,
kapsayıcı ve detaylı bir sistem üzerinde bağlayıcı bir uzlaşma açıklanacak. Demokrasiye geçiş yol planı ve sosyal-ekonomik politikalar ve reformlar ile ilgili de en azından ipuçları yer alacak. Ortak bir dil oluşturmuş uyumlu liderler ve bir ekip çalışması kamuoyuna yansıyacak.
Bu çabalar ve adımlar ne zaman
başarılı olmuş olur?
Başarı kriterlerini baştan doğru ve geniş belirlemek başarılı olmanın da ön koşullarından biri. Seçimleri kazanmak gerekli ama yetersiz bir koşul. Çünkü amaç demokrasiyi ve sosyal adaleti yeniden tesis etmek.
Altı hedefe ulaşılmadan bu çabaların başarıya ulaştığını söylemek mümkün olmayacaktır.
- Detaylı biçimde hazırlanmış ve uzlaşılmış demokratik bir programla başta Cumhurbaşkanlığı seçimi olmak üzere seçimleri farklı şekilde kazanmak.[1]
- İktidarı devralmak.
- Birkaç senelik bir demokrasiye geçiş süreci başlatmak.
- Geçiş sürecini tamamlayıncaya kadar ülkeyi istikrarlı ve uyumlu bir şekilde yönetmek. Sen-ben ve parti rekabetine kapılmamak. Ekonomide, adalette, bürokraside ve dış politikada etkili politikalar uygulamak ve ülkeyi rahatlatacak önlemleri almak. Aile destek sigortası ve siyasal ahlâk yasası gibi temel ve kalıcı bazı reformları ülkeye kazandırmak.
- Gerekli yasal ve anayasal değişiklikleri yaparak ülkeyi demokratik ve güçlendirilmiş bir parlamenter sisteme geçirdikten sonra yeniden seçimlere gitmek ve sonrasında normal parti rekabetine geri dönmek.
- Tüm bu süreçte mümkün olan en geniş demokrasiye geçiş masasını ve diyaloğunu kurmak. Başta HDP olmak üzere hiçbir parti ve seçmenlerini dışlamamak, demokrasiye ve barışçı yöntemlere bağlılığını koşulsuz beyan eden tüm tarafları muhatap almak.
Eğer bu çabalar devam eder ve başarılı olursa Türkiye, dünyanın içinde bulunduğu 3. otokratikleşme dalgasını muhalefetin demokrasi işbirliği ve seçimler yoluyla aşan ilk başarılı örneklerden biri olabilecek. Seçilmiş hükümetler eliyle kademeli yoldan demokrasisi askıya alınan başka ülkelere de ilham oluşturabilecek.
Ukrayna’da olanlar ve güvenlik krizleri hızla artan çok kutuplu dünya düzeni gösteriyor ki, aynı zamanda Türkiye’nin çok dikkatli ve sağlam eksenli bir dış politika izlemesi gerekecek.
Tüm bunların dış dünyaya da şimdiden doğru bir hikâyeyle anlatılması ve desteğinin kazanılması çok önemli.
Geçiş döneminde dış dünyanın sempatisi ve desteği hem ekonomik hem siyasal açıdan çok önemli olacak.
Son on yıldaki giderek daha da derinleşenyanlış politikalarla Türkiye dış dünyada hem yalnızlaştı hem de dünyanın olumlu haber beklemediği otokratik güney ülkeleri arasında sayılmaya başladı.
Bu durumu değiştirmek ve özellikle Batı kamuoyunun olumlu haber beklemeyen ve beklemek istemeyen durumunu değiştirmek kolay değil. Sistemli ve yaratıcı çaba gerektiriyor. Çünkü arkasında son yirmi yılda yaşadığı
çifte hayal kırıklığı var.
İyi bir hikâye anlatıcısı olan ama anlattığı hikâyeler gerçek olmayan AKP’nin yarattığı hayal kırıklığı. Batı ve Doğu, özellikle Orta Doğu kamuoylarında önemli kesimler (buna bölge Kürtlerini de dahil etmeke gerekir) AKP’nin daha çoğulcu, özgürlükçü laik, askeri vesayetten kurtulmuş, NATO üyesi, Doğu’yla sağlam ilişkileri olan ve AB yolunda demokratik bir Türkiye yaratma anlatısını satın almışlar, hatta gönüllü savunucusu olmuşlardı. Şimdi bir aldatılmışlık ve yoğurdu üfleyerek yeme ruh hâli içindeler.
Aynı şekilde AKP’nin Türkiye’deki değişimin ve “demokratikleşmenin” iyi kovboyu, başta CHP muhalefetin (ve tabii “Kemalistlerin” ve “laiklerin”) ise
kötü kovboyu olduğu anlatısını satın almışlar hatta bu temelde kariyer yapmışlardı. Şimdi bu içselleştirilmiş hikâyeyle çelişen bir gerçekliği algılamakta zorlanacaklardır.
İkinci hayal kırıklığı ise muhalefetle ilgili olmuştu.
2011’den 2018’e dış kamuoyu muhalefetin “bu sefer kazanacağız” söyleminin başarısızlığına birçok kez tanık oldu. Özellikle Gezi protestolarından itibaren muhalefetin otoriterleşme iddialarını daha inandırıcı bulmaya başlasa da muhalefetin kazanabileceği umudunu da yitirdi. Bu sefer neyin değişik olduğunu görmek isteyecektir.
Muhalefet bu durumu ancak yurt içinde olduğu gibi yurt dışında da kolayca anlaşılabilen, muhalefet denince insanların aklına gelen, yeni ve hangi ülkede yaşarsa yaşasın kendi hikâyelerine dokunan bir
hikâye üreterek aşabilir.
Siyasal iletişimin en önemli boyutlarından biri, siyasal tercihlerin çoğu kez rakamlar ve veriler üzerinden değil bu tür anlatılar üzerinden şekillenmesi.
Tabii olumsuz anlamda salt bir pazarlama stratejisi olan hikâyelerden değil gerçek bir hikâyeden bahsediyorum. Muhalefetin samimi olarak inandığı, eylemleriyle tutarlı, kendisine de bir kimlik veren bir anlatıdan.
Dış dünyanın yukarıda bahsettiğim Türkiye algısı yanı sıra dünyanın içinde bulunduğu 3. Otokratikleşme Dalgası da düşünülünce böyle bir anlatının şu sorulara mantıklı ve gerçekçi yanıtlar vermesi önemli gözüküyor.
- Göz önündeki aktörleri çok da yeni olmayan muhalefet ne anlamda “yeni”? Neyi yeni yapıyor?
- Muhalefetin yeni yaptıkları ve yapmak istedikleri dünyadaki demokrasi krizine (ve altında yatan sosyoekonomik ve ekolojik sorunlara) çözüm bulmaya nasıl yardımcı olabilir? Batı demokrasileri kendi sorularıyla ilintilendirebilecek ne bulabilir? Ortadoğu halkları ilham alacak ne bulabilir?
- Yeni iktidar nasıl bir dış politika izleyecek? Bu politika dünyadaki ve bölgedeki güvenlik sorunlarına nasıl olumlu bir katkı yapabilir?
Bu sorulara yanıtların özenli ve liyakat temelli çalışmalarla belirlenmesi elzem. Kürt Sorunu’ndan Suriye ve Ukrayna’ya çok iyi hazırlanmış detay yanıtları da olmalı.
Bu bağlamda Kemal Kılıçdaroğlu’nun dün
Reuters’ta yayınlanan söyleşisi önemliydi. Kemal Bey’in söylediklerinde ekonomi politikasına, dış ilişkilere ve Batı ittifakına yaptığıvurgu çok olumluydu.
Ancak anlattıkları henüz yukarıda bahsettiğim tarzda bir hikâye oluştırmuyordu.
Bunun yanından birkaç eksik daha gözüme çarptı:
- Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem (GPS) uzlaşmasından ve içeriğinden bahis yoktu. Oysa dünyadaki otokratikleşme dalgasının en önemli boyutlarından biri siyasetin kişiselleşmesi (“başkanlıklaşması, ”presidentialization). Oysa Türkiye’de muhalefetin GPS uzlaşması sistem değişikliğinin ötesinde tam da bu tür bir başkanlıklaşma ve tek akıl eğilimini reddediyor ve ortak akıla dayalı bir siyaset kurmaya çalışıyor. Batı demokrasileri dahil birçok kamuoyunda olumlu yankı uyandıracak ve tanıdık bulunacak bir çaba.
- Aynı şekilde tüm dünyayı tehdit eden popülist otoriterliğe ve hakikat-ötesi siyasete atıf yoktu. Oysa Türkiye bu sorunları birçok ülkeden önce yaşadı. Bugün tüm demokrasiler bu tür siyasetlerle başa çıkmanın zorluklarını anlıyor. Bu sorunlarla ilişkilendirildildiğinde dünyanın muhalefetin geçmiş zorluklarını anlaması da daha kolaylaşacaktır.
- Yazı 6-parti ittifakında "milliyetçiler, liberaller, muhafazakârlar var" diyor ama sosyal demokratlardan bahsetmiyor. Oysa bugün dünya demokrasi kriziyle beraber bir kapitalizm krizini, demokrasi-kapitalizm evliliğinin çatırdamasını ve derinleşen sosyal adaletsizlikleri yaşıyor ve çözümler için sosyal demokrasiye bakan geniş kesimler var.
- Türkiye'de muhalefet sistem de sistem derken yazı buna değinmeyip aday konusunu tartışmış. Oysa muhalefetin kişiye değil kadroya ve programa yaptığı vurgu, ABD’den Fransa’ya ve Macaristan’a kamuoylarında anlaşılacak ve olumlu yankı uyandıracak bir gayret.
Devam edeceğiz.
---
[1] Mecliste anayasayı değiştirecek nitelikli çoğunluğa ulaşmak ideal olmak üzere, her iki durumun da demokrasiye geçiş için avantajları ve dezavantajları tartışılabilir.