Bir taraftan iktidar ve Cumhurbaşkanı Sn. Erdoğan her konuşmasında her şeyi “millet için yapıyoruz” diyor, diğer taraftan milleti fakirleştiriyor ve ucuz işgücü haline getirerek, aşırı sömürerek çalışmaya mahkûm ediyor. İlginç bir ikilem ile karşı karşıyayız.  Bir taraftan iktidar ve Cumhurbaşkanı Sn. Erdoğan her konuşmasında her şeyi “millet için yapıyoruz” diyor, diğer taraftan milleti fakirleştiriyor ve ucuz işgücü haline getirerek aşırı sömürerek çalışmaya mahkûm ediyor. Son dönemde iktidarın aldığı ekonomik kararlar, uygulamaya çalıştığı ekonomik model ve başta Merkez bankası olmak üzere kurumların bağımsızığına ve liyakata değil aksine sadakatine dayalı ekonomi yönetimi sonucunda, Türkiye, Çin’i de geçerek dünyada en ucuz işgücü kullanan ekonomilerin başında gelmeye başladı. İhracat + ucuz işgücü denkleminde uygulanan bu ekonomi yönetimi,  TL’nin dolar ve euro karşısında sürekli değer kaybetmesine, enflasyonun sürekli artmasına, çok ciddi işsizlik ve fakirleşme sorunlarının yaşanmasına, toplumun geleceğe dönük kaygılarının, korkularının artmasına ve haysiyete kaybetme duygularının yaşanmasına yol açtı. Türkiye insanı, iktidara yakın mutlu azınlık dışında, fakirleşiyor. Hayat pahalılığı karşısında alım gücü her gün biraz daha azalıyor, ucuz işgücü olmaya reva görülüyor. Az ücretle uzun çalıştırılarak sömürülüyor, iş kazaları ve can kayıpları her gün artıyor. İş bulamama, aile geçindirememe ve iş kaybetme korkularıyla yaşayan kitle yaygınlaşıyor.
İktidarın en önemli stratejisinin, iktidarın fakirleştirdiği ve ucuz işgücü olarak sömürdüğü ve aynı zamanda da değerli varlık olarak gördüğü “milleti” söylemsel/retoriksel kavram ve referanslarla inşa etmek olduğunu düşünüyorum.
Peki, iktidar milleti fakirleştirirken nasıl tekrar tekrar millet için çalışıyorum diyebiliyor? Yeni uygulanan ekonomik modelle ülke ucuz işgücü cennetine dönüştürülürken, Erdoğan’ın konuşmalarının ana ekseni nasıl millet için çalışmak oluyor? Bu noktada iktidarın en önemli stratejik araçlarından birisinin, iktidarın fakirleştirdiği ve ucuz işgücü olarak sömürdüğü ve aynı zamanda da değerli varlık olarak gördüğü “milleti”, söylemsel/retoriksel kavram ve referanslarla inşa etmek olduğunu düşünüyorum. Bu inşa 2002 den beri devam etse de, 2013’ten, özellikle Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ve Cumhur İttifakı tarafından ülkenin yönetilmeye başlandığı 2016’dan bugüne çok boyutlu olarak sürüyor. Altını çizerek vurgulayalım, iktidar için millet, bir taraftan iktidara oy veren toplumsal kesimken, diğer taraftan ve çok daha önemli olarak söylemsel hatta demagoji yoluyla kurulmuş bir kurgu, bir siyasal stratejik referans. Millet, bu niteliği içinde, iktidarın toplum yönetiminin ve bu yönetimin meşruiyret kazanmasının çok önemli bir boyutu. Bir söylemsel-demogojik kurgu ve siyasal-stratejik referans olarak millet nasıl bir işlev görüyor? Birincisi, iktidar lider-devlet ve devlet-millet özdeşliği içinde, devletten ve liderin söyleminden farklı bir milletin olmayacağı ve yaşayamayacı düşüncesini ya da demogojisini toplumun iknası için kullanıyor.  Bu yolla lider, hem kendi iktidarını, aldığı kararları ve uyguladığı yönetimi meşrulaştırmak hem de milleti devlete ve lidere mutlak sadakat içinde olmaya ikna etmekte başarılı olmak istiyor. Millet hem lidere mutlak sadakat gösterecek hem onun söyleminin penceresinden gerçekliğe bakacak ve konuşacak, böylece devlet-millet bütünlüğü siyasi-varoluşsal (ontolojik)-ahlaki olarak sağlanacak.
Tarih ile bugünü aynılaştıran anlatı ile devletin önceliği ve lidere mutlak sadakat düşüncesi temelinde bir gerçeklik yaratılması ve milletin bu gerçekliğe inandırılması, devletin ideolojik aygıtlarıyla başarılmak isteniyor.
İkincisi, millet devletsiz yaşayamayacağı için, onun alınan kararları ve liderin söylediklerini eleştirisiz kabul etmesi bekleniyor. Alınan kararlar, işsizlikten hayat pahallığına ve fakirleşmeye kadar çok ciddi ekonomik sorunlar yaratsa da, çok ciddi doğa ve çevre tahribatlarına yol açsa da ve yangından sele kadar uzanan bir alanda oluşan afetlere karşı başarısız olsa da milletin, önce devlet ve devlet güvenliği diyerek “sabretmesi” ve “fedakârlık göstermesi” bekleniyor. Lidere mutlak sadakat, ekonomik sorunlar, fakirleşme ve yaşamsal güvensizlik yaratan riskler karşısında devlet için sabrı ve fedakarlığı da içeriyor. Sadakat ve devlet-lider gözüyle gerçekliğe bakmak kadar “sabır ve fedakârlık”  da millet kurgusunun önemli bir boyutunu oluşturuyor. Üçüncüsü, milletin mutlak sadakat içerisinde devlet-lider-millet bütünlüğünde ve sabır-fedakârlık ekseninde hareket etmesi için Diyanet İşleri Başkanlığından, eğitim kurumlarına (dersler, ders kitapları, öğretmen söylemi), TRT başta olmak üzere farklı kanallarda yayınlanan televizyon dizileri ve gazete köşe yazılarından, millete açık konferanslara ve konuşmalara uzanan geniş bir alanda, devletin ideolojik aygıtları kullanılıyor. Tarih ile bugünü aynılaştıran bir okuma ve anlatı ile devletin önceliği ve lidere mutlak sadakat düşüncesi temelinde bir gerçeklik yaratılması ve milletin bu gerçekliğe inandırılması, devletin ideolojik aygıtlarıyla başarılmak isteniyor. Böylece, gerçeklik ile algı ve gerçeklik ile anlatı ve söylem arasındaki fark ve ayrım ortadan kaldırılmak isteniyor. Dördüncüsü, Eflatun’un mağara benzetmesiyle yaptığı “uzun süre mağrada yaşandığı zaman gölgeler gerçeklik olarak algılanır” saptamasını kullanırsak, iktidar, milletin, retorik ile bilgi ve bilim ile ideoloji ayrımı yapmadan gölgeleri gerçeklik olarak algılamasını istiyor. Lider, ‘ben ne yapıyorsam milletim için yapıyorum’ dediği zaman, aslında ‘millet benim söylediğimi eleştirisiz kabul eder’ demek istiyor. Böylece, ideoloji bilimin, retorik gerçekliğin, mağara toplumun yerine geçmiş oluyor.
Tüm bu noktalar bize şunu gösteriyor: Erdoğan’ın yönetme kabiliyetinin ve kapasitesinin önemli bir unsuru, millet kurgusu yoluyla sorunları ve gerçekleri maskelemek ve toplumsal desteğini kaybetmemek.
Beşincisi,  peki, millet mağaradan çıkmak isterse ne olacak? Bu noktada, iktidarın millete bakışındaki “Ben-Öteki”, “Dost-Düşman” ve  “Makbul Vatandaş-bencil ve devlete karşı gelen Düşman” ayrımları devreye giriyor. İktidarın millet kurgusunun içinde yer almak istiyorsanız, lidere mutlak sadakat-sabır-fedakârlık-inanç ekseninde hareket edeceksiniz. Buna karşılık merak etmek, şüphe duymak, eleştirmek, farklı görüş için aktif olmak ve direnmek millet kurgusunun dışına çıkmanız daha doğrusu atılmanız, dışlanmanız, ötekileştirilmeniz için yeterli. Tüm bu noktalar bize şunu gösteriyor: Erdoğan’ın yönetme kabiliyetinin ve kapasitesinin önemli bir unsuru, millet kurgusu yoluyla sorunları ve gerçekleri maskelemek ve toplumsal desteğini kaybetmemek. Muhalefet, eğer yaklşamakta olan seçimlerde başarılı olmak istiyorsa hem iktidarın millet kurgusunu tüm içeriğiyle yüz üstüne çıkartması ve eleştirmesi hem de toplumu mağradan çıkaracak, onun sorunlarını çözecek ve “eşit vatandaşlık ve haysiyet” temelinde bir biz anlayışını yaratacak toplum yönetimi anlayışını ve uygulamasını benimseyeceğini ikna gücü yüksek bir söylem ve eylemle seslendirmesi gerekiyor.