Geçen hafta tüm zamanların en az merak uyandıran Enflasyon Raporu’nu açıkladı TCMB. Başkan Kavcıoğlu esef duymamayı başararak üçüncü kez sene sonu enflasyon beklentisini yukarı yönde değiştirdi. Bu kez tek ilginç olan uydurmaya çalıştığı kılıftı. Dünya ekonomisine ait son göstergeler 2020’de pandemi ile dibe vuruşun ardından 2021’de yasakların kalkmasıyla izlenen kuvvetli sıçramanın, artık son dönemece girdiğini anlatıyor.  Ülkelerin kendi imkanları çerçevesinde devreye soktukları parasal ve mali önlemler özellikle 2021’in ikinci ve üçüncü çeyreklerinde hızlı bir ekonomik büyüme yarattı.  Gelişmiş ve gelişmekte olan ekonomilerde aşılama farklılıkları ve covid varyantları büyümenin ölçeğinde doğal olarak değişiklikler yaratmış olsa da hemen hemen her ülkede ana eğilim ertelenen tüketim talebinin devreye girmesiyle artan üretim oldu. Bir aşı bulunduğu haberinin duyulmasıyla birlikte Fed ve diğer büyük merkez bankalarının yarattığı büyük likidite 2020 son aylarından itibaren emtia fiyatlarını 2011 zirvelerine taşıdı. Bu da elbette beraberinde dünya ekonomisine kimsenin uzun yıllardır görmediği bir enflasyon şokunu beraberinde getirdi. 2011 dönemi ile 2021 arasındaki en büyük fark emtia fiyatlarına bağlı maliyet artışının bu sefer çok güçlü küresel talep ve büyüme ile eşleşmesi. Özellikle istihdam ve tedarik zinciri başta olmak üzere COVID-19’un dünya ekonomisini bozma şekli ve verilen parasal destekler şimdi: 1.Yükselen enflasyonun yayılma sürecinde olduğunu, 2.Ana yükseliş eğiliminin henüz dizginlenmediğini ve 3.Tüm bu geçici olacağı umulan olumsuzlukların küresel ekonomik büyümede yavaşlamanın kesinleşmesine rağmen gerçekleştiğini gösteriyor. ABD merkez bankası Fed ise elbette 2011-2013 döneminden aldığı derslerle dünya ekonomisinde yeni şoklar yaratmadan doğru olan yolda ilerlemek peşinde. Bunun anlamı da bu hafta yapacağı para politikası toplantısında önce piyasalara verdiği likiditeyi azaltacak, ardından 2022 ikinci yarısında faiz artışlarına başlayacak ve sonrasında da bilançosunu küçültme adımlarında ilerlemek durumunda kalacak. Çünkü enflasyon tarafında işler bu sefer gerçekten kritik bir aşamada. ABD’de son 20 yıla yakın süredir %2’yi aşamayan tüketici fiyatları %5,4’te.  Enflasyonda gidişatın yönünü gösteren çekirdek ABD enflasyonu ise en son %4,1 seviyesinden %4,4 ile korkutucu bir seviyeye ulaştı- son 30 yılın zirvesi.  Euro Bölgesi’nde durum farksız, eylülde %3,4 olan yıllık enflasyon ekimde %4,1’de artık.  Almanya’da TÜFE %4,5’le 30 yılın rekorunda ve %5’in üzeri bekleniyor.  Dünyaya enflasyon dağıtan Çin’de fabrika fiyatları enflasyonu %10,7 ile 1996’dan bu yana bulunan kayıtlar içinde en yüksekte. Diğer yandan ABD’de ilk yarıda %6’nın üzerinde olan GSMH büyümesi üçüncü çeyrekte %2’ye kadar zayıfladı.  Tüketiciler kesilen pandemi doğrudan destekleri ile artan enflasyon arasında sıkışmış durumda. Çin’de ise PMI Ekim’de ilk kez daralma bölgesine geçerek 50,0’nin altına; 49,2’ye geriledi. 2022 önceki on yıldan işte bu nedenlerle çok farklı ve özellikle ekonomik açıdan çok zorlu olacak. Saray çevresi dünyayı okuyamayınca kendi bindiği dalı kesmekle meşgul Başkanlık sisteminin yarattığı çoklu garabetlerin arasında belki de en önemlisi Türkiye’de kurumların işlevsizleşmesi. Hukuk, eğitim, sağlık, dış ilişkiler, tarım ve elbette ekonomi bu değişimle ortaya çıkan çöküşün temel taşları. Erdoğan hükümetlerinin 20 yıla yayılan toplam ömründe böylesi trajik gelişmelerin son dört yılda toplanması başkanlık sisteminin doğası gereği sürpriz değil. Geçen hafta tüm zamanların en az merak uyandıran Enflasyon Raporu’nu açıkladı Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB). Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın emir eri olduğunu zamanın hızla kanıtladığı yeni Başkan Kavcıoğlu göreve geldiği Mart sonundan bu yana açıkladığı üç enflasyon raporunda hiçbir esef duymamayı başararak üst üste üç kez sene sonu resmi enflasyon beklentisini yukarı yönde değiştirdi.  Bu sefer %14,1’den %18,4 gibi oldukça dramatik bir yükselişle karşımıza çıkarken bunun temelinde olan faktörleri de dış dünyada yaşanan gelişmelere attı ve bu enflasyon seviyesinin geçici olacağına inanmamızı bekledi. Faiz indirimlerinin yaklaşan seçimler nedeniyle oy kaybı ekonomik sıkıntılarla devam eden Erdoğan’ın isteği doğrultusunda yapıldığı bilinmekte. Faiz indirerek TL’nin değersizleştirilmesi ve tabi artan maliyetlerle enflasyonun yükseltilmesi halkın hayatını zorlaştırdıkça politik olarak savunulması kolay bir tercih değil.  Bu açıdan Enflasyon Raporu sunumunda belki de tek ilginç olan açıklama Kavcıoğlu’nun faiz indirimlerine uydurmaya çalıştığı ekonomik kılıftı: “Cari fazla verdiğimizde çok daha sağlıklı bir fiyat istikrarına kavuşmuş olacağız. Yüksek cari açıkla dezenflasyonist ortamın fiyat istikrarını sağlayamadığını gördük.  Bence cari fazlayı nasıl vereceğimizi ve bunun için merkez bankasının üzerine düşeni ne kadar ve nasıl yaptığını tartışmalıyız. Biz bunu hakkıyla yaptığımızı düşünüyoruz.” Enerji ithal eden bir ülke olarak Türkiye ekonomisinin cari açıktan cari fazlaya döndüğü yıllar ancak ekonomik şokların talebi aşırı daraltmasıyla mümkün.  Merkez bankası Başkan’ı Kavcıoğlu’nun anlattığı şekilde paradigma değişikliğine gittiyse”- yani faiz indirerek “rekabetçi” TL ile ihracatın artmasıyla ekonominin sürdürülebilir şekilde cari fazla vereceğine inandıysa- elimizde iki önemli sonuç var demektir: politika faizi indirilmeye devam edilecek ve TL’nin değer kaybı 2022’de hızlanacak.  Doğal olarak da enflasyon yükselecek. Seçime giden ve oy kaybı tescil edilmiş bir hükümet açısından bu yönde bilinçli bir tercih, ekonomi ve para politikasında böylesi sert bir yön değişimi oldukça iddialı. 2002’den bu yana faiz artışı ile değer kazandırılan TL’nin enflasyonu düşürdüğü dönemlerin kalıcı olamayışı Kavcıoğlu’nun anlattığı nedenlere dayanmıyor. Bu açıdan “klasik merkez bankacılığının” başarısızlığından öteye bakmak gerekli. Merkez bankalarının para birimlerini korumak ve enflasyonu korumak için faiz yükselttiği dönemler eğer hükümetler tarafından verimli kullanılamıyorsa sorun para politikasından çok ekonomi yönetiminde aranmalı. Bugün hala dünyanın en yüksek enflasyonuna sahip beş ülkesinden biriysek bunun öncelikli nedeni “düşen enflasyon-değerli TL” dönemlerinde 20 yıllık AKP iktidarının; bizzat Erdoğan’ın; ekonomide gerekli yapısal değişimleri gerçekleştirmemiş olması. Bunun içine eğitimi, hukuku, rekabetçi kur değil rekabetçi ürün temellerini ve tabii sanayide dönüşümü yakalayacak altyapının kurulmayışını koymak gerekir.  Zayıf TL’nin ihracatta 2021’de özel nedenlerle ortaya çıkan ihracat artışını korumaya yetmeyeceğini, küresel talep normalleştikçe elimizde kalanın düşük büyüme, yüksek enflasyonlu bir ekonomi olacağını da eklemek lazım. Kısaca cari fazla verme, bu yolla döviz fazlası vererek TL üzerindeki baskıları terse döndürme ve enflasyonu düşürme hoş başlıklar olsa da AKP’nin son 10 yıldaki reform tembelliği küresel konjonktür açısından gerçekleşmesi mümkün olmayan bir hayal.  Yanlış politikaların şık bir şekilde paketlenmesi çabası. Tüm bu gerçekler veri iken, merkez bankasının yüksek enflasyon ortamında faiz indirimlerini sığdırmaya çalıştığı “cari fazla vererek uzun vadede fiyat istikrarını yakalayacağız” kılıfı, dünyada yaşanan değişim nedeniyle mümkün olmadığı gibi mevcut hükümetin, teknokratların kalibresi de göz önüne alındığında zamanlama açısından sorunlu, geç kalınmış, kırılganlıkları artıran ve içi boş bir söylemden öteye gidemeyecek.