Yazılar

Merkez Bankası faizleri arttırıyor piyasalar iyimserleşiyor

Abone Ol
Dün olduğu gibi bugün de para politikasındaki belirsizliğin ana kaynağı TCMB değil. Aksine bu belirsizliği yaratan siyasi koşullar ve siyasetçilerin kendileri.

TCMB’nin Para Kurulu Toplantıları bir süredir ilgi çekmeye başladı.

Uzunca bir süre geçmiş banka yönetiminin almış faiz kararları ve akabinde kamuoyuna yapmış olduğu yazılı açıklamanın iktisat kamuoyu için anlamı yoktu; İlgilenilmiyordu. Bu durum para piyasalarında liderlik yapması gereken bir kurum için gerçekten dramatik, istenmeyen bir durumdu.

Bir bakıma bu TCMB’nin kaybolan kredibilitesinin bir sonucuydu. Bir merkez bankası için ortaya çıkmış olabilecek en kötü durumdu. Zira merkez bankaları sahip oldukları güvenilirlik sebebiyle para piyasalarında liderlik yapabiliyorlar ve lider olarak kabul edilebiliyor.

Oysa bizim bankamızın geçmiş yönetimlerinin liderlik performansları yerli ve yabancı yatırımcılar nezdinde böyle bir özellik göstermelerine elvermiyordu.  Siyasetin gölgesi altında kalarak aldığı düşük faiz kararlarının ne dünya ekonomisinin ne de Türkiye ekonomisinin nesnel koşullar ile uyumu yoktu. Dahası böyle kararların alınmasına gerekçe olabilecek bilimsel temelleri ortaya koymak yerine, böyle kararları gerekçelendirmek için dini normların devreye sokulmuş olması Bankaya karşı duyulan güvenin yok olmasına neden olmuştur. Böylece nesnellikten uzaklaşmış, son derecede normatif gerekçelere dayanan bir para politikası yapımı devreye sokulmuştur.

Para politikası dünyadaki diğer merkez bankalarıyla koordinasyonunu yitirmiş, kendince bir ”millilik” algısının peşinde siyasetin bir aracı haline gelmişti. Ülkenin yönetim yapısının oluşturduğu yeni kurumsal çerçeve içinde bunun da tartışılması engellenmiştir. Bu mevcut siyasi yapı, yapılan yönetsel bir hatanın perdelenip, oluşturacağı maliyetlerin kamuoyunun dikkatinden kaçırılmasına olanak sağlamıştır.

Seçimlerin ardından bu durum kısmen değişti. Önce Sayın Mehmet Şimşek göreve geldi. Günümüz AKP kadroları içinde kabul görmeyen, ama en azından kısa dönemde ülke ekonomisinin düzlüğe çıkmasını sağlayabilecek ve yerli ve yabancı yatırımcılarla ilişkilerini düzeltecek bir ekonomi yönetimi iş başına geldi. Ardından son derecede liyakat sahibi bireylerden oluşan bir Merkez Bankası yönetimi oluşturuldu. Bu hamleleri olumlu ağılayan piyasalar, bu kadronun belirleyeceği para politikasını ise ilgiyle izlemeye başladı.

Kurumsal yapıda kayda değer bir değişiklik olmasa da, sadece liyakat temelinde yapılan atamaların bile piyasaların beklentileri üzerinde olumlu etkileri zamanla görülmeye başladı.

En son alınan faiz artış kararında bunun güzel örneklerinden biri oldu. Bu karardan ötürü TCMB yöneticilerinin ve Mehmet Şimşek Bey’in kutlanması gerekiyor. Zira geçmişin Türkiye’sinde normal kabul edilecek olan böyle bir kararın bugünkü siyasi yapı içinde alınmış olması, kanımca başarı olarak değerlendirilmeli.

Piyasalardaki yaygın beklenti 250 baz puanlık bir artış iken, Banka 500 baz puanlık bir artış yaparak sürpriz yaptı. Böyle bir karara imza atan Banka enflasyonla mücadele konusundaki ne kadar ciddi olduğu konusunda kamuoyuna mesaj vermeye çalıştı.

Bu kararın yerinde bir karar olduğunu düşünmekle birlikte, asıl verilmek istenilen enflasyonla mücadeledeki kararlılık konusundaki belirsizliklerin hala tam olarak giderilemediğini belirtmek zorundayım.

Dün olduğu gibi bugün de para politikasındaki belirsizliğin ana kaynağı TCMB değil. Aksine bu belirsizliği yaratan siyasi koşullar ve siyasetçilerin kendileri. Özellikle ülkenin içinde bulunduğu kurumsal yönetim modelinin bizzat kendisi bu belirsizliği yaratmaktadır. Diğer bir deyişle, siyaset para politikasının içsel bir bileşeni olmuş ve siyasi koşullardaki değişim doğrudan para politikası üzerinde etkili hale gelmiştir. Oysa para politikasının siyasetten bağımsızlığı etkin ve sonuç odaklı bir para politikasının temel koşulu olarak görülür.

Dolayısıyla bugün doğru yönde alınan bu kararların farklı siyasi koşullarda siyasi iktidarın rızası olmadan alınıp alınamayacağı hala belirsizdir. Bu sorun çözülmeli ve bunun içinde kapsamlı ekonomik ve siyasi bir reform yapılmalıdır. Bugün ekonomide eksikliğini çektiğimiz budur.

Bankanın yeni yönetimi kamuoyuna yaptığı yazılı açıklamaların kalitesini de bir adım öteye götürmesini bilmiş. Daha önceleri yasak savmak için yapılan ve son derecede özensiz yazılan, daha çok da alınan faiz karına kamuoyunu ikna etmeyi amaçlayan bahaneleri içeren yazılı açıklamalar, bugün çok daha nitelikli ve piyasaları yönlendirme kaygısı içeren açıklamalara radikal bir dönüş yapmıştır. Şahsen banka yetililerine uzun zamandır unuttuğumuz bu konularda gösterdikleri özel için teşekkür etmek gerekir.

Şimdi gelelim asıl soruya…

Bugün arttırılan faizlerin ekonomide olumsuz etkileri olacağı kesin. Kimse bu düzeyde yüksek faizlerin olduğu bir ekonomide, sağlıklı bir şekilde iktisadi faaliyette bulunamaz. Zaten ülkemizdeki üretici kesimlerin çoğunun, bu düzeyde faizleri ve beraberinde oluşacak finansal maliyetleri karşılayabilecek karlılıklarla çalışmadıkları bilinmektedir. Bu maliyetlerin üzerine, yine siyasi iktidarın kendi ikbali için her seçim döneminde ücretlere yaptığı zamlar ve seçim harcamaları dâhil edildiğinde, ekonomi ciddi yaralar almaktadır.

Siyasi manada yapılan popülizm, ekonomide var olan sorunların çözümünü zorlaştırmaktadır.  Bu durum bir yandan enflasyonla mücadeleyi güçleştirirken, diğer yandan bu mücadeleye yönelik kamuoyu güvenini de olumsuz etkilemektedir. Bu da  faiz artışı neticesinde oluşabilecek toplumsal ve ekonomik maliyetlerin artmasına, kitlelerin çok da uzun sürecek refah kayıplarına tahammül göstermesine yol açacaktır.

Mehmet Şimşek Bey’in bugün uygulamaya çalıştığı, “prematüre istikrar tedbirlerinin” dar ve orta gelirli hanehalkları üzerine yaptığı etkileri telafi edecek tamamlayıcı nitelikteki unsurları içermemesi, uygulanan politikalara karşı uzun süreli kamuoyu desteğinin ve güveninin oluşturulmasına mani olmaktadır. Ekonomik maliyetleri sadece dar ve orta gelirlilere yükleyen böyle bir politikanın kamuoyundan uzun süre destek görmesi beklenmemelidir. Acil olarak bu politikaların yol açacağı toplumsal ve ekonomik maliyetleri giderebilecek  “sosyal koruma ağlarının” oluşturulması, ayrıca ortaya çıkan ekonomik yükün de toplumdaki tüm kesimler arasında göreli olarak çok daha adil bir şekilde dağıtması gerekmektedir.

Bunlar yapılmadığında, ülkede çoğunluğu oluşturan dar ve orta gelirli grupların tepkilerine bağlı olarak iktidara karşı oluşacak olumsuz siyasal iklim, uygulanmakta olan para politikalara karşı iktidardaki siyasilerin daha fazla patronaj kurma arzusu hissetmelerine ve mevcut politikaların değiştirilmesi yönünde TCMB üzerine baskıda bulunmalarına yol açabilecektir. Zira mevcut kurumsal yapımız ve siyasi yönetim şeklimiz politikacılara böyle bir baskıda bulunma imkânı sunmaktadır.

Para politikasını ve bu politikaları uygulayan kadroları siyasilere karşı koruyan bir kurumsal çerçeve maalesef ülkemizde yoktur. Bu da günün ekonomik şartlarıyla uyumlu rasyonel bir para politikasının siyasi olarak uygulanabilirliğini riske atmaktadır.