Türkiye Suudilerin ve KİK ülkelerinin kendisine Doğu Akdeniz konusunda destek vermesini umuyor. Ankara, Riyad yönetiminin Kahire’yi ikna edip Tel Aviv ve Atina yerine kendisiyle çalışmaya ikna edeceğini hayal ediyor.
Muhammed bin Selman (MBS), Mısır, Ürdün ve Türkiye’yi kapsayan gezi programı çerçevesinde Ankara’ya geldi. Selman’ın gezisi her ne kadar iade-i ziyaret amacı taşısa da işin bir de biraz karmaşık ekonomi-politik yönü var. Erdoğan’ın 28 Nisan’daki gezisinden tam bir ay sonra Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un Körfez ülkelerinin dışişleri bakanlarıyla buluşmasıyla başlayan ve bu ay sonu ya da önümüzdeki aybaşında Biden’ın Riyad’a yapacağı ziyaretler ile bu iki ziyaret arasında yaşanan mekik diplomasisi bize bir şeyler anlatıyor olmalı.
Şüphesiz Rusya’nın Ukrayna’yı işgali ile birlikte dünya sisteminde hem ekonomik hem de siyasi boyutuyla önemli dönüşümler yaşanıyor. Moskova yönetimi, dünya kapitalist sisteminden dışlanmak üzere neredeyse ama bazı Uzakdoğu ülkelerinin kapitalist sisteme eklemlenmesi, Rusya’nın bütünüyle dışlanmasını engelleyen en büyük faktör. Hatta Rusya uluslararası neo-liberal düzende sistem içi bazı fırsatları kullanarak durumu bazen kendi lehine dengelemeyi de başarıyor.
Rusya ile ABD tarafsız ülkeleri yanlarına çekmeye çalışıyorlar. Rusya Körfez ülkelerinden enerji üretimi artırmamalarını talep etti. Bunu karşılığında ise Arapların gıda güvenliğine katkıda bulunmayı teklif etti.
Siyasi planda ise Rusya ile ABD arasındaki karşıtlıklar keskinleşirken, bu ikisi, tarafsız kalmak isteyen diğer ülkeleri yanına çekmeye, bunu başaramazsa en azından karşı tarafı sıkıştırmaya yarayacak yöntemler konusunda müttefik ve potansiyel müttefiklerini ikna etmeye çalışıyor. En önemlisi de Avrupa Birliği ülkelerinin Moskova yönetimine koyduğu kısmi yaptırım kararı kaynaklı petrol yaptırımı sorunu elbette.
Lavrov’un Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) dışişleri bakanlarıyla mayıs sonu yaptığı toplantılar, Arapları kendi safına çekme, en azından hedeflerine ulaşmayı kolaylaştırmaya katkı sağlamalarını hedeflerken Biden’ın önümüzdeki haftalarda Riyad’a yapacağı ziyaret ise Lavrov’un etkisini kırma ve kendi taleplerini Körfez ülkelerine kabul ettirme amacı taşıyor.
Önce Rusya’nın Araplardan ne istediğinden başlayalım. Bilindiği gibi bir taraftan enerji fiyatları nadiren düşüş gösterse de genelde yükselme eğiliminde. Rusya ve Körfez ülkeleri gibi üretici ülkelerin işine gelen bir eğilim bu. Lavrov, Körfez ülkeleriyle görüşmesinde üretimi en azından artırmamalarını talep etti. Karşılığında ise yine anormal artış gösteren gıda fiyatları karşısında Körfez Araplarının gıda güvenliğine katkıda bulunmayı ve onları anormal fiyat artışlarından korumayı teklif etti.
Biden önümüzdeki hafta Riyad’i ziyaret edecek ve diğer Körfez ülkelerinden petrol üretimini artırmalarını isteyecek. Ancak Biden’ın başkan olmadan önce tavır koyduğu Muhammed bin Selman’la görüşmeyecek olması, Riyad ziyaretinde sorunlara yol açabilir.
ABD açısından bakıldığında ise enerjiyle ilgili önlem alınmazsa fiyatlar kontrolden çıkma eğilimi taşıyor. Özellikle de doğalgaz konusunda tayin ediciliği yüksek olan Rusya’nın Avrupa ülkelerini gaz üzerinden sıkıştırma potansiyeli çok yüksek ve bunu kendisi açısından gayet de iyi kullanıyor. Biden önümüzdeki haftalarda gerçekleştireceği Riyad ziyaretinde S. Arabistan ve diğer Körfez ülkelerini petrol üretimini artırmalarını, işin arz yönüne ağırlık vermelerini isteyecek. Ancak Biden’ın Başkan olmadan önce kendisine ciddi tavır koyduğu Muhammed bin Selman’la görüşmeyecek olması, Riyad ziyaretinde sorunlara yol açabilir. Suudiler elbette öteden beri ABD’nin hiçbir dediğini iki etmediler şimdiye kadar ancak son dönemlerde Demokratlar ve Biden’la ilişkiler her iki tarafın da istediği düzeyde ilerlemiyor.
İşin bir başka boyutu da, KİK ülkelerinin en önemli bölgesel tehdit olarak gördükleri İran’a karşı ne yapılacağı meselesi. Körfez ülkelerinin sözlerine kulak verse de Moskova’nın İran’la başta Suriye olmak üzere birçok konuda işbirliği içinde olduğu Tahran yönetimiyle arayı bozmaya, onunla olan ittifakını Körfez Araplarının iradesine terk etmeye niyeti yok ama bir taraftan da onları ABD’nin yanına itmemek gibi bir derdi bulunduğu da açık. Bu anlamda Moskova’nın Tahran’ı denklemin dışına itmeden Körfez ülkeleriyle yeni bir ilişki geliştirmeye çalışmak gibi bir derdi var, bu yönde epey de mesafe kat etmiş durumda. Bağdat’ta Suud-İran arasında devam eden görüşmeler olumlu sonuçlanırsa bu sürecin Rusya’nın lehine gelişeceğinden ve bölgesel hedeflerini gerçekleştirmede kendisine önemli kolaylıklar sağlayacağından şüphe yok. Körfez ülkeleri, İran’la ilgili sadece nükleer silah ve füze geliştirme programını değil aynı zamanda Irak ve Suriye’deki milisleri meselesini, Hamas ve Hizbullah’a verdiği desteği de dert ediniyorlar. Bu anlamda tarafların bir anlaşmaya varması çetin müzakereleri ve süreçleri gerektirecek gibi görünüyor.
Tabii Rusya’dan bu yönde taleplerde bulunan Suud ve diğer Körfez ülkelerinin Türkiye’den benzer taleplerinin olmaması mümkün değil. Ancak MBS’in önceliği şimdiye kadar Suudi Arabistan’ın İstanbul Konsolosluğu’nda öldürülen Cemal Kaşıkçı dosyasının Riyad’a teslim edilmesiydi. Bunu elde etti. Şimdi ise Ankara’dan diğer talepleri dillendirmenin zamanı, ancak mesele her iki taraf açısından da çetrefilli.
Şöyle ki gerilim yaşadığı ülkelerle ilişkilerini düzeltmek için attığı her adım, Türkiye’nin kendi hukuk sistemini tahrip eden ya da kendi kendini inkâr eden bir düzleme doğru savrulmasına yol açıyor. BAE ile ilişkilerini düzeltmesi darbe finansörlüğüyle suçladığı bir ülkeye ilişkin söylediği her şeyi inkâra ve kendisiyle tutarsızlığa düşmesine neden oldu. S. Arabistan’la olan ilişkileri de Cemal Kaşıkçı davasını Riyad’a havale ederek hukuk sistemini ayaklar altına almasıyla sonuçlandı. Kendi vatandaşının da dünya kamuoyunun da önünde küçük düştü Türkiye. Bu durumun yine AKP’nin kendince oluşturduğu bir takım dengeleri de etkilemesi kaçınılmaz. Libya’da Trablusgarp hükümetine yıllarca yatırım yaptı, maddi ve manevi birçok külfetin altına girdi. Suudiler ve BAE’yi tatmin etmek kolay değil, onlarla onların istediği türde ilişki kurabilmek için Ankara’nın şu ana kadar kurmuş olduğu siyaseti geriletecek adımlar atması gerekiyor. Ankara bu ikilemden nasıl kurtulacak dev bir soru işareti.
Suudilerin çıkarları Türkiye’nin çıkarlarıyla çelişmeseydi verecekleri destek Türkiye için önemli olabilirdi, ancak Körfez ülkeleri ile Türkiye Libya’da, Doğu Akdeniz’de ve Suriye’de aynı yerde durmuyorlar.
Türkiye buzların erimesiyle Suudilerin ve KİK ülkelerinin kendisine Doğu Akdeniz konusunda doğrudan ya da dolaylı destek vereceğini, bunun da elini güçlendireceğini düşünüyor. Doğu Akdeniz’deki beklenti de Suudilerin Mısır üzerindeki yadsınamaz etkisinden kaynaklanıyor. Ankara, Riyad yönetiminin Kahire’yi bu konuda ikna edip Telaviv ve Atina yerine kendisiyle çalışmaya ikna edeceğini hayal ediyor. Hayallerin gerçek olması tabii tarafların birbirlerinin beklentilerini karşılamalarına bağlı. Ama bu ne kadar mümkün bakıp göreceğiz. Bir de Körfez'in güvenlik garantörü olarak ABD'ye duyulan güvenin azalması ile Riyad ve diğer Körfez ülkelerinin yeni bir döneme hazırlandığına ilişkin duyumlar geliyor, çatışmaları minimuma indirmek istiyorlar.
Suudilerin çıkarları Türkiye’nin çıkarlarıyla çelişmeseydi verdiği destek Türkiye için önemli olabilirdi, ancak Körfez ülkeleri Libya’da aynı yerde durmuyor, Doğu Akdeniz’de Türkiye ile örtüşmüyor, Türkiye ve Körfez ülkeleri, Suriye’de birbirlerinin hasımlarını destekliyorlar. Ayrıca Erdoğan da MBS de bütün yetersizliklerine rağmen İslam dünyasına liderlik etme sevdasındalar, her iki liderin bölgesel bir takım beklentileri var ve bu beklentiler birbiriyle uyuşmuyor, o nedenle taraflar arasındaki düzelmeye yüz tutan ilişkiler oldukça kırılgan.
AKP yönetiminin aslında MBS’den yana beklentisi bunlarla sınırlı değil, tabii ki sıcak para akışını sağlayıp yeniden 2019 öncesi sürece geri dönmek istiyorlar. Ancak sınırlı bir swap anlaşması dışında Suudilerin Türkiye’deki ekonomik krize çözüm olması söz konusu değil. En fazla Türkiyeli şirketlerinin son derece ucuz olması nedeniyle Suudiler bu şirketleri ucuza kapatırlar ki bunun Türkiye ekonomisine katkısı mı yoksa zararı mı olur artık bunu da ekonomi uzmanlarına bırakalım. Babacan’ın dediği gibi dışarıdan yardımlarla bir ekonomi, krizden kurtulmaz. Ekonomiyi kurtaracak olan şey, bir hedef ve programın olması, yöneticilerin kararlılıkla bu program ve hedeflere sahip çıkarak mali disipline uymalarıdır. Bu kadar lüks, israf, yolsuzluk ve şatafatla AKP yönetiminin ülkeyi saplanmış olduğu bataktan kurtarması zor görünüyor.