Böylesine başarısız bir hükümeti yenmek kadar, yıllardır biriken hataları telafi etmek de önemli. İş seçimle bitmiyor; biteceğini zannedenler sadece kendilerini değil, bütün ülkeyi kandırıyor. Yatıyorum. Rüyamda muhalefetin aday adayı olduğunu kabul edemeyecek kadar korkak aday adayları birbirini boğazlıyor. Uyanıyorum. Sabah haberlerinde aday adaylığını inatla ilan etmeyen aday adaylarının yancılarından alınan sözde bilgilerle hazırlanmış metinler tekrar tekrar okunuyor. Mesai ortası posta kutusuna son anket sonuçları düşüyor. Hangi partiden beslendiğini cümlealemin bildiği “araştırma” şirketi, o partinin aday adayının sabah haberlerinde çizilen imajını yayın tarihi io güne “denk gelen” ankette toparlamaya çalışıyor. Akşama doğru aday adaylığını kendine dahi itiraf edemeyen bir lider aday adayı olduğunu bilen gazeteciye “Millet İttifakı’nın adayı 13’üncü cumhurbaşkanı olacak” diyor. Kim bilir kaçıncı açılışı yapılan spor kompleksinin açılışında konuşan diğer aday ise “Açıklayın, bilelim” diyor aynı saatlerde. Ahmet Hakan’ın kimsenin neden sabaha kadar sürdüğünü anlamadığı tartışma programında da son 24 saat içinde adayın kim olacağına dair yaşanan gelişmeler tartışılıyor. Bütün tartışmacıların yüzündeki o müstehzi gülümseme, hepsinin son 24 saatte yaşanan hiçbir gelişmenin adayın kim olacağına katiyen etki etmeyeceğini bildiğinden kaynaklanıyor. Tıpkı bundan önceki 24 saat gibi.
Belki pazar günü aday adaylarından biri hata yapar da hafta içi Ahmet Hakan’ın eli rahatlar, Kübra Par bir “oh” çeker, Halk TV’de bir grup sevinirken diğeri kendi aday adaylarına küser. Üzülmeyin, sonraki pazara kadar bu da gelir geçer.
Aynı tiyatro yarın da oynanacak. Sonraki gün de. Belki pazar günü aday adaylığı kendileri hariç herkesin malumu olan aday adaylarından biri bir hata yapar da hafta içi Ahmet Hakan’ın eli rahatlar, Kübra Par bir “oh” çeker, Halk TV’de bir grup sevinirken diğeri kendi aday adaylarına küser. Üzülmeyin, sonraki Pazar’a kadar bu da gelir bu da geçer. Siyaset, olası adayların sayısından az fikir sayısına hapsolduğu için bu zincirin de kırılması pek mümkün gözükmüyor. Ama kendi kendini karikatürize eden bu sözde tartışma ortamının ne kadar verimsiz, yüzeysel ve işlevsiz olduğu da kendi kendini açık ediyor aslında. Her adayın Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan daha yüksek oy aldığının birçok anket şirket tarafından dile getirildiği bir ortamda bahsi geçen bütün aktörlerin kendini yıldızların ötesinde hissetmesi elbette normal. Ama bu kişilere ve onların etrafındaki kraldan çok kralcılara odaklanan siyasetin görmezden geldiği en önemli mesele seçimin kendisi değil sonrası. Zira böylesine başarısız bir hükümeti yenmek kadar, yıllardır biriken hataları telafi etmek de önemli. İş seçimle bitmiyor; biteceğini zannedenler sadece kendilerini değil, bütün ülkeyi kandırıyor. Bu sayfada İlkan Dalkuç’un son yazısı tam da bu yüzden önemli bir uyarıydı. Dalkuç, haklı olarak, Meclis’te yeterli güce ulaşamayan bir Millet İttifakı hükümetinin, içindeki -ana- milliyetçi unsurlarla HDP’nin uzun süre de facto iş birliği içinde hareket etmesi gerekeceğinin altını çiziyordu. Ya da -şu anda olduğu gibi- Meclis’i tınmayan bir güçlü Cumhurbaşkanı ile bugünkünden farklı sonuçlar elde etmeyi bekleyeceğiz.
İyi Parti ile HDP’nin uzlaşı zemini parlementer sisteme geçiş olabilir ama bunda dahi uzlaşıyı dile getiremezler. Bu şartlarda hızlı karar verilmesi gereken, eğitim-sağlık-ekonomi gibi konularda da birbirinin ayaklarına basmamaları çok zor.
Doğrusu, her iki senaryonun da felaket üretme ihtimalinin yüksek olduğu malum. İyi Parti ile HDP’nin uzlaşı zemini Parlementer Sistem’e geçiş olabilir ama her iki taraf da bu konuda dahi uzlaşıyı dile getiremez. Bu şartlar altında çok daha hızlı karar verilmesi gereken, eğitim-sağlık-ekonomi gibi konularda da birbirinin ayaklarına basmamalarını beklemek çok zor. Eh, ikinci senaryoda da birliğini otokrasi karşıtlığı üzerine bina etmiş bir ittifakın kendi otokratını çıkarması gerekiyor. Otokratın kim olduğu bile -yaptığı işlerden öte- ittifakın işlemesini daha da zorlaştıracaktır. Türkiye’nin böyle senaryolarla vakit kaybetme lüksü yok. Sadece birbirinin üzerinde dizili duran ve sadece ertelenen krizlerin çözümü için değil; ülkemizin radikal bir tabanın sözcülüğüne hapsolmuş otokrat yapısından kurtulmak için de bu yönetimsizlik zincirine girmemesi bir zorunluluk. Dolayısıyla muhalefetin üzerindeki tarihi sorumluluk sadece seçime kadar ayıya dayı diyerek bir arada durmak değil; seçimin ardından da Türkiye’yi efektif bir şekilde yönetip, ülkenin baş ucunda kokan bir çöp yığınını andıran krizlerden kurtarmak ve yeni bir otokratın doğuşuna bir daha asla izin vermeyecek şekilde demokrasiyi inşa etmektir. Bu sorumluluk da kendi iktidar rantını düşünerek karikatür siyasete razı olmaktan değil; iktidara hakiki bir alternatif oluşturmaktan geçiyor. Unutmayalım; 1999’da kurulan beceriksiz bir hükümetin sonucu, yönetimde adı geçen bütün kurum ve kişilerin siyaset sahnesinden silinmesi oldu. 2015 Haziran’ında ise kurulamayan (hatta Meclis Başkanlığı seçiminde dahi bir araya gelemeyip Deniz Baykal tarafından trollenen) bir “iktidar”a cezayı seçmen kesti. Sadece ve sadece 2023’te kimin cumhurbaşkanı seçileceğine odaklanmış bir muhalefet de iş ülkeyi yönetmeye geldiğinde 1999 ve 2015’in yanına bir tarih daha eklemeyi riske ediyor. İşin trajikomik tarafı da seçim kampanyaları başladığında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın en temel mesajlarından biri bu olacaktır. Dedikoducu muhalefetin ciddiyetsizliği sadece dedikoducu muhalefete zarar verecektir. Ezcümle bu iş sandıkta bitmiyor beyler. Sandıkta seçilir de ülkeyi yönetemezseniz, başımıza bela olacak bir sonraki otokratın kim olacağına dair yeni dedikoduları da Yeni Şafak’tan okursunuz.