Geçtiğimiz günlerde hayatını kaybeden Şerif Mardin'in önerdiği "merkez çevre" analizi -bir ölçüde kendisine rağmen- Osmanlı-Cumhuriyet dönemini anlamanın sihirli anahtarı haline getirilmişti. Bir ölçüde kendisine rağmen diyorum zira Şerif Mardin'in yaptığı büyük ölçüde "acaba böyle bir yaklaşımla Türkiye tarihine yaklaşabilir miyiz?" sorusunu sormaktan ibaretti... Merkez çevre analizinin  Türkiye tarihini anlamanın analitik maymuncuğu olarak takdim edilmesi Mardin'e rağmen oluşan bir durumdur. "Bir Devrim Restorasyoncusu: Şerif Mardin" başlıklı yazımda merkez çevre analizinin yöntemsel  eleştirisini yapmış ve siyasal anlamı üzerinde durmuştum. Merkez çevre yaklaşımının, Kemalist devrimi Osmanlıyla ve geleneksel Sünni İslam'la barıştırma çabası olduğuna değinmiştim. Bu "barış" temeli üzerinde de liberal bir restorasyonu amaçlayan boyutuna dikkat çekmiştim. Bu böyle olmakla birlikte, merkez çevre teorisinin hem Cumhuriyetin hem de genel olarak Türkiye solunun "yumuşak karnına" işaret eden önemli bir yanı bulunduğunu da görmek gerek. Bugünkü yazımız daha çok konunun bu boyutuyla ilgili olacak.  "Sol merkez çevre teorisine nasıl bakmalı?"nın ötesine geçecek,  "Sol merkez çevre teorisinden hangi dersi almalı?" ya cevap vermeye çalışacağız. Kır-kent çelişkisi ve merkez çevre teorisi... Kır-kent, taşra-metropol, kent-köy vb. vb. farklı biçimlerde tanımlanan bir çelişkinin varlığı biliniyor. Bu çelişkinin toplumsal, kültürel, siyasal yaşamda önemli etkileri olduğu da bir sır değil... Marx eşitsiz kapitalist gelişimin bir ürünü olarak  bahseder kır-kent çelişkisinden... Kırın kentlere göre kapitalizme daha geç adapte olması bu çelişkiyi daha da artırır. Ekonomik sınıfsal nitelikli bir çelişki olmasına karşın -özellikle de kapitalist ilişkilerin henüz girmediği ya da yeni yeni girdiği bir kır gerçeği koşullarında- bu çelişki kendini ağırlıkla geleneksellik ve modernlik eksenli kültürel semboller üzerinden dışa vurur... Şerif Mardin'in merkez çevre analizi, kır/kent çelişkisi analizinin bir varyasyonudur aslında. Ama ters yüz edilmiş bir varyasyonu... Kır kent çelişkisi,  Marx ve ardıllarında emek sermaye çelişkisine bağlı olarak şekillenen yan çelişkilerinden biri olarak ele alınırken, Mardin bu çelişkiyi emek sermaye çelişkisini önemsizleştiren bir tutumla ele alır ve merkezi bir konuma taşır. Ayrıca görüngüleri esas alan kültürelci bir yaklaşım aracılığıyla, bu çelişkinin kapitalizmin eşitsiz ekonomik işleyişiyle olan nedensellik bağını koparır. Mardin'in analiz biçiminde sorun kapitalizmle ilgili bir sorun olmaktan çıkar. Aksine kapitalizm, bu sorunun tedavi edicisi olarak ortaya çıkar. Yeter ki önündeki bürokratik ekonomik, siyasal ve kültürel engeller ortadan kalksın... Peki Mardin'in merkez çevre analizi neden bu kadar etkili olmuştur? Bir kaç faktörden sözedilebilir. Ama biz bu yazıda bu nedenler içinde belirleyici bir yere sahip bulunduğunu düşündüğümüz bir faktöre, Türkiye'de solun bu soruna hem analiz hem de siyasi pratik anlamında gereken önemi vermekten uzak oluşuna/duruşuna dikkat çekmek istiyoruz. Oysa Türkiye'de bu sorun Cumhuriyet dönemi boyunca hep özel bir ağırlığa ve öneme sahip olmuştur. Cumhuriyet tarihinin önemli bölümünde hep "İki ayrı Türkiye" hali mevcuttu. Solun bu alanda sınıfsal analiz üzerine oturan tutarlı bir politik müdahale üretememesi, kırı/taşrayı sağın üzerinde rahatlıkla at oynatabildiği, bir gericilik deposu olarak sürekli tahkim edebildiği, güç devşirebildiği bir sosyolojik coğrafya haline getirdi. Yine bu durum sınıfsallığı gölgeleyecek ölçüde  kültürel kodların siyasetin merkezine taşınmasını kolaylaştırdı. Sol elbette kır/kent çelişkisinden haberdardı. Ama hem kırı kendi içinde kültürel kodlar temelinde parçalanmaktan alıkoyan hem de kentsel muhalefet ile kırsal muhalefet arasında bir bağlantı köprüsü inşa eden sınıfsal bir analizden ve siyasi pratikten büyük ölçüde yoksundu. Sol kendisi açısından açık bir dezavantaj olan bu tabloyu analiz etmek ve değiştirmek konusunda eksik ve hatta isteksiz kaldı. Bu isteksizliğin nedenlerine de değineceğiz. Ama önce sorunun tarihsel sınıfsal kaynaklarına bir göz atalım... Kır kent çelişkisinin kültürel-siyasal bir boyut kazanmasının tarihsel/sınıfsal arka planı... Türkiye'de kır kent çelişkisinin özel bir ağırlık oluşturmasında iki temel faktör rol oynamıştı. Kurtuluş Savaşı kırsal nüfusun, köylülüğün aktif ve eylemci katılımından büyük ölçüde yoksun kaldı. Dahası, çete/milis biçiminde örgütlenen bağımsız ve bağımsızlıkçı köylü hareketleri düzenli ordu mantığı ve önderlik rekabeti nedeniyle dağıtıldı. Köylüler Kurtuluş Savaşına kendi öz örgütlenmeleriyle ve bağımsız bir toplumsal tabaka olarak değil, bireysel anlamda ve düzenli ordunun üniformalı askerleri olarak katılmak durumunda kaldı. Köylülüğün aktif ve kitlesel katılımından yoksun burjuva/kurtuluş devrimlerinin demokratik özünün zayıf, devrim sonrası modernleşme süreçlerinin ise sınırlı, yüzeysel ve sorunlu bir niteliğe sahip olduğunu tarih bize göstermektedir. Birinci neden budur. Ayrıca kır, devrim sonrası süreçte de "devrimin getirilerinden" büyük ölçüde yoksun kaldı. Örneğin devrim bir toprak devrimi özelliği kazanamadı. Devrim sonrası süreçte köylü kitlesini kazanacak hamleler yerine, eşrafla ve Kürt bölgelerinde de aşiret yapılarıyla işbirliği tercih edildi. Köylülük aynı zamanda kaynakların kırdan kente akıtılmasına dayalı birikim modelinin ve savaş koşullarının ekonomik yükünü omuzlamak durumunda kaldı. Kırın Cumhuriyet algısında bu nedenle Jandarma dipçiği eşliğinde tahsil edilen ağır vergiler çok özel bir yer tutmuştur. Devrimin kırlara ekonomik ve sosyal kazanımlar boyutu ile uzanamadığı koşullarda, köylülerin şapka devrimi, harf devrimi, kadın hakları vb. alanındaki sosyo-kültürel açılımlar ile bütünleşmeleri de olanaksızdı. Aksine tüm bunlar kır ile kentin kültürel yabancılaşması sonucunu doğurdu. İyi şeyler de olmadı değil... Sanayinin kırlara yayılmasına yönelik politikalar ve Köy Enstitüsü gibi uygulamalar çok önemliydi. Ama hem kısmi kaldı, hem de kısa süreli... Sanayileşmekten vazgeçilerek ekonominin tarıma ve tarımsal ticarete dayalı olarak şekillendirildiği Demokratik Parti dönemi, kıra modernliğin nimetlerinin taşındığı bir dönem  oldu. İşin ironiklik boyutunu daha da güçlendiren bir başka önemli husus ise kırın modernliğin nimetlerinden yararlanması ile dinsel/geleneksel kültürel argümanlardaki artışının zamandaşlığıydı. Sürecin bu seyri Türkiye kırlarının gericiliğin güçlü ikametgahı haline gelmesine yol açtı; devrimin merkezleri olan büyük kentler ile kır arasında kültürel ve siyasal anlamda ciddi bir boşluk oluşması sonucunu doğurdu. "İki ayrı Türkiye" manzarası çok görünür bir hal aldı. Demokrat Parti'nin kentsel sınıfların kitlesel desteğine sahip "kent merkezli" askeri bir darbeyle iktidardan alaşağı edilmesi de, bu kırılmayı derinleştiren ek bir faktör oldu. Gelecek haftaki yazımızda bu tabloda sol lehine yaşanan kırılma anlarını, bugünün Türkiyesi'nde CHP özelinde bu konudaki yaklaşımları, solun neden bu konuya yönelik analitik ve siyasal isteksizlik duyduğunu ele alacağız. Şerif Mardin'in merkez çevre yaklaşımından almamız gereken dersi çıkardıktan sonra da, Şerif Mardin'i bir daha rahatsız etmemek üzere gönül rahatlığıyla tarihsel/siyasal anlamda olması gerektiği yere, kapitalizm sever liberal ve muhafazakarların gönül hanelerine teslim edeceğiz.