Türkiye, küresel gelişmelerin bir türevi olan ciddi bir krizin içine yuvarlanmış durumda. Öyle görünüyor ki bu kriz kısa sürede atlatılabilecek türden değil. Türkiye küresel krizin etkilerini en derinden yaşamaya başlarken aynı zamanda siyasi iktidar tarafından rejim değişikliğine doğru atılan "kararlı" adımların yarattığı ek gerilimlerle de boğuşuyor. Toplam tabloya baktığımızda, Türkiye'yi orta vadede -belki de çok daha yakında- ciddi alt üst oluşların ve yön değişimlerinin beklediğini söyleyebiliriz. Solun zayıf olması gerçeği ve krize nasıl yaklaşmak gerek?... İçine girdiğimiz kriz sürecinin siyasal plandaki en önemli özelliklerden birisi, bu krizin çeşitli katmanlarıyla solun oldukça zayıf olduğu bir dönemde yaşanıyor olması. Bu durumda, krizin olası sonuçları hakkında daha karamsar bir tablonun ortaya çıkmasına yol açıyor. Bu karamsarlık tek yanlı olumsuz bir bakışa yol açmamak kaydıyla, haksız değil. Zira krizi halkçı/eşitlikçi/özgürlükçü yeni bir atılım için fırsata çevirebilecek tek güç sol... Bu gücün zayıf olmasıysa, faşizan ve gerici akımların güçlenmesini daha da kolaylaştıran bir etmen. Ne var ki solun kendi krizinin nedenlerini düşündüğümüzde, solun bu krize güçlü girme olasılığı varmış gibi düşünerek hayıflanmak da doğru değil. Zira böylesi hayıflanmacı bir yaklaşım, iktisadi krizin sol için sunabileceği fırsatları küçümsemeye, bu doğrultuda bir irade yoğunlaşmasına ket vurmaya yarar sadece. Sol niye zayıftır? Bu soruyu cevaplamak için allem-i cihan olmaya gerek yok. Neden gözle görülür basitlikte. Fakat bu sorunun cevabını bilincine çıkarmak siyasal bakımdan çok önemli. Yeterince bilince çıkarıldığını söylemek ise olanaksız. Sorunun cevabı, neo liberalizmin sol ve emekçi hareketi üzerinde belirleyici bir hegemonya kurmuş olması. Peki bu hegemonyanın kesin biçimde kırılıp solun önünün açılması nasıl mümkün olabilir? Bu sorunun cevabı ise şu: Neo liberalizmin derin bir krize yuvarlanmasıyla ve yeniden emekçi/halk hareketinin/muhalefetinin siyasette ağırlığını hissedilir kılmasıyla. Bu etmen olmadan sol ancak kısmi ve yüzeysel ilerlemeler sağlayabilir ama meşruiyet/kimlik bunalımından çıkamaz... Yani bu pencereden olaya baktığımızda, çok muhtemel gerici sonuçlar üzerinde yoğunlaşmaktan çok, krizin solun yıllardır beklediği yeniden yükseliş fırsatı olduğu gerçeğine yoğunlaşmak daha doğru ve önemlidir. Ayrıca bu tercih, umutvar bir siyasal iradenin inşasına hizmet edecek tek yaklaşımdır da. Kriz solu kendiliğinden güçlendirir mi? Bu soru çok sorulur ve tartışılır olmaya başladı. Genellikle verilen cevaplar da "Hayır güçlendirmez" istikametinde. Oysa bu doğru değil. Her krizin değişmez sonuçlarından biri hem solu hem de faşizan/gerici hareketleri güçlendirmesidir. Bu kendiliğinden tezahür eden kural niteliğinde bir sonuçtur. Kriz kesin olarak solu da güçlendirecektir. Ama kesin ve kendiliğinden olmayan krizden solun kazançla/zaferle çıkmasıdır. Yani krizin, kendiliğinden eşitlikçi/halkçı/özgürlükçü yeni bir yapılanmayla sonuçlanacağı iddia edilemez. İradenin belirleyici olduğu alan burasıdır. İradeden kasıt ise, emekçi kitlelerle örgütsel birleşmeyi başarmış, doğru stratejik ve taktik çizgi izleyen bir örgütün/partinin varlığıdır. Sosyalist terminolojinin diliyle konuşacak olursak yapısal, derin ve uzun süreli krizler bir "devrimci duruma" yol açarlar. Devrimci durum çok bilinen tanımıyla kitlelerin eskisi yönetilmek istememesi egemenlerin de eskisi gibi yönetemez hale gelmeleridir. Ve fakat krizler zaferi garantilemezler. Bunun için fikirleri siyasal bir kuvvete dönüştürecek, "önderlik" gücü gösterebilecek bir örgütlenmenin varlığı gerekir. Yeni bir örgüt/parti kurmak mı gerekir? Eğer ortada eyleme geçmiş ama önderlik boşluğu yaşayan bir kitle hareketi mevcut olsaydı bu soruya tereddütsüz biçimde "evet" diye yanıt vermek gerekirdi. Ama bizim içinde bulunduğumuz koşullar bambaşka ve tarihsel bakımdan da çok özel koşullar. Ortada çok sayıda ve aslında teorik ve kadro donanımı bakımından hiç küçümsenmemesi gereken örgüt/parti mevcuttur.* Ama bunların hiç biri emekçi hareketinin önünü açabilecek bir etki yaratamamaktadır. Bu başarısızlığın nedeni ise, bu örgütsel yapıların teorik ve örgütsel yetersizliği değildir. Bugünkü temel sorun kitlelerin sola, eyleme ve örgütlenmeye olan ideolojik güvensizliğidir. Neo liberalizmin kuşatmasının gücüdür. Örgütler açısından ise temel sorun bir meşruiyet krizi yaşamasıdır. Meşruiyet krizi doğruluğundan/yanlışlığından bağımsız olarak sol/sosyalist söylemin kitlelerde gerekli karşılığı bulamamasıdır. Bu karşılığı Gezi direnişinde, Metal eyleminde, Flormar grevinde yaşadığımız gibi, ancak ve ancak eylem halindeki kitlelerde bulabilmektedir. Ez cümle solun sorunu, doğru söylemin yokluğu ya da örgütlenme konusundaki duyarsızlığı değildir. Solun siyaseten özne hale gelmesi elbette ki örgütlenmeyle mümkündür. Ama bir örgütlenmenin gerçek bir özne olabilmesi içinse, teori-program/ örgüt/ toplumsal taban alanlarında sorunlarını çözmüş olabilmesi gerekir... Bugünkü temel sorun bir program ya da örgüt sorunu değil, toplumsal taban sorunudur. Bu söylediklerimiz mevcut örgütlerin teorik/programatik alanda yeni dönemi kucaklayabilecek bir donanıma sahip olduğu anlamına gelmez elbette... Bu alandaki eksikliklerin bile, ancak yaygın bir kitle hareketliliği ortamında çözülebilir nitelikteki olduğu anlamına gelir... Öyleyse öncelikli görev ne? Dolayısıyla kriz ortamı derinleşirken sol adına hemen bugün yapılması gereken yeni bir örgüt kurmak değildir. Bu mevcutlara yeni bir örgütün daha eklenmesi sonucundan öte bir anlam taşımaz. Bu şekilde kurulan hiç bir örgüt sol birikimin önemli bölümünü, emekçi/Kürt/Alevi vb. toplumsal muhalefet birikimini tek bir eksende toplayamaz... Bu birikimleri ortak eksende birleştirecek olan da yine, güçlü bir emekçi halk hareketliliğidir. Sol açısından öncelikli görev, krizin eylemli bir işçi/emekçi/halk muhalefeti yaratacağından emin olarak bütün dikkatini bu hareketi ilerletmeye/örgütlemeye vakfetmesi, daha bugünden herkesin kendi cephesinden bu sürece hazırlık yapmasıdır. Gerçek anlamda bir politik özne, ancak bu süreçte oluşacaktır. Eğer böyle bir örgütsel öznenin yaratılması başarılabilirse, ancak bu şartla krizden emekten yana sol bir programın zaferiyle çıkmak da mümkün olacaktır. * Burada bahsettiğim elbette CHP, DSP vb. değil.. Bu partilerin tabanı ile yönetimi arasındaki açı giderek açılmaktadır. Parti yönetiminin kriz karşısında sol bir programı gündemleştireceğine ilişkin hiç bir umut verici veri yoktur. Ama taban da sol bir program isteği açık bir biçimde kendini dışa vurmaktadır. [email protected]