Geçen haftaki "Hayır Nasıl Kazanır?" başlıklı yazımızda bir taktik hedef olarak referandumda "Hayır" çıkmasının şu an için en belirleyici amaç olduğunu, doğası gereği daha saflaştırıcı olan stratejik hedeflerin referanduma kadar öne çıkarılmaması gerektiğinden söz etmiştik. Fakat bu durumun referandumdan "hayır" çıkması koşullarında, hemen devreye sokulacak bir stratejik planın daha bugünden hazırlanması gerektiği gerçeğinin üstünü örtmemesi gerektiğini de vurgulamıştık. Zira referandumdan "hayır" çıkması kendi başına bugün karşı karşıya olduğumuz sorunları çözmeyecek, yalnızca çözüm için önemli bir siyasal fırsat ve moral güç sağlayacaktır. Yine bir kaç hafta önce kaleme aldığımız " Ya Yeni Bir Cumhuriyet Ya da Sevr" başlıklı yazının ilk bölümünde karşı karşıya kaldığımız krizi analiz etmeye çalışmış ve bu krizin küresel ekonomik krizle, neo liberal politikalarla olduğu kadar ve hatta daha başat olarak Türkiye'nin kendi tarihiyle bağlantılı bir tarihsel siyasal kriz olduğu saptamasını yapmıştık.Sonuç olarak bu tarihsel siyasal krizin ya ileri -yeni bir cumhuriyete- ya da geri -yeni bir içsel Sevr'e- ülkeyi götüreceği, mevcudu koruyarak bu krizden çıkışın olanaksız olduğu öngörüsünde bulunmuştuk. Kısaca yineleyecek olursak kriz, küresel ve yerel boyutları da olan ve kendini özellikle neo liberalizm, laiklik ve Kürt sorunu başlıklarında dışa vuran katmanlı bir krizdir.Kriz katmanlıdır ama bütünsel ve iç içe geçmiş bir niteliktedir. Dolayısıyla çözümü de çok boyutlu ve/fakat aşamalı/sıralı değil bütünsel ve süreğen içerikte bir stratejik politika ile olanaklıdır. Bu stratejik politikanın bütünselliğini sağlayan ana omurga ise emek eksenidir. Bugün Türkiye bir kutuplaşma, dağılma, çözülme tablosuyla karşı karşıyadır. Bu dağılma ve kutuplaşmayı aşacak, halkın büyük çoğunluğunu çağdaş, halkçı, özgürlükçü ve demokrat bir eksende ortaklaştıracak yeni bir stratejik politika üretilemediği koşullarda, yani bugünkü kutuplaşmayı veri alarak yürütülecek bir politikayla, referandumda hayır çıkması koşullarında dahi kriz aşılmış olmayacak, en iyi olasılıkla ötelenmiş olacaktır. Yaşadığımız tarihsel süreç bize ekonomik, toplumsal ve siyasal projelerde sermayeyi öne alan yaklaşımlardan kurtulmadan, emek eksenini politikanın merkezine yerleştirmeden, başta laiklik ve Kürt meselesi olmak üzere hiç bir temel sorunun eşitlikçi, özgürlükçü ve süreğen/istikrarlı bir çözümünün olanaklı olmadığını göstermektedir. Genel toplumsal adaletin sağlandığı, tek tek tüm bireylerin bugünü ve yarınını güvende hissettiği bir ekonomik toplumsal ortam sağlanmadan Kürt ve laiklik sorununu hem özgürlük ve hem de birlik/kardeşlik temelinde çözmek olası değildir. Her ikisi de kutuplaştırıcı, ayrıştırıcı sonuçlar yaratırlar. Hem tüm vatandaşların kendini sağlam sosyal ekonomik haklarla güvende hissettiği hem de Kürtlerin ve Türklerin, dindarların ve sekülerlerin kendilerini eşit derecede özgür ve güvende hissettikleri biçimde Kürt sorunun ve laiklik sorununun çözüme kavuşturulduğu bir Türkiye vaadi, böylesi bir sol strateji ve yeni bir Cumhuriyet tahayyülü içinde bulunulan sorunlar yumağını çözebilmek için zorunlu gözükmektedir. Sözettiğimiz stratejik planın esası budur. Biz buna sol olmanın, ya da yeni bir Cumhuriyetçi atılımının asgari stratejik programı da diyebiliriz. Bu konuyu ayrıntılandırarak sürdüreceğiz...