Kriz anları yalnızca geleceği çağırmaz, geçmişi de uyandırır. Geleceğin temsilcisi toplumsal güçler bu tarihsel davete icabet etmez ya da edemezse, toplum uzun bir süre -ve sıklıkla da gönüllüce- akıl dışılığa teslim olur. Türkiye epeydir böyle bir yol kavşağında ve ne yazık ki akıl dışılığa teslim oluş, bugün için çok daha egemen... Faşizm tam da böylesi bir kitlesel ruh hali üzerinde yükselir. Akıl, bilim, evrensellik vb. sorunların çözümü değil nedenleri olarak gösterilmeye/görülmeye başlanır. Çözümün "mazide, yerli/milli, dinsel değerlerde" olduğu söylemi/inancı kuvvetlenir. Bütün bunları ise bir Führer, Şef, Reis vb. kendi şahsında temsil etmektedir. Dolayısıyla çözüm Führer, Duçe, İmam, Reis vb.'ne mutlak itaatten geçmektedir vb. vb. Reis'in en akıldışı, en tutarsız, birbiriyle çelişen açıklamaları bile "vardır bir bildiği ve hikmeti" itaatkarlığıyla karşılanır. Aklın yerini iman, bilimin yerini "ilim", sorgulama ve şüphenin yerini itaat alır. Erdoğan bur kaç gün önce bir üniversiteyi gerekli başarıyı göstermemekle eleştirdi. Bu başarı eksikliğini ise "milli ve yerli değerlerden uzaklaşmaya" bağladı. Ardından Avrupa ve Amerika üniversitelerinin hiç kendi ülkesini, devletini, değerlerini eleştirdiğini gördünüz mü mealinde bir soru sordu? "Yerli ve milli bilim", "Üniversiteler kendi ülkelerini, devletlerini ve milli/yerli değerleri eleştirmemelidir?" vb. yaklaşımının dünyanın herhangi bir yerinde ciddi bir söz olarak değerlendirilmesi mümkün değil... Bu konuda az buçuk bilgisi olan herkes üniversite ve akademi gibi kavramların "özgür ve eleştirel düşünce" ile kopmaz bağını bilir. Bu nedenle de üniversitelerin devlet karşısında katı bir özerkliğe sahip olması gerekliliğine ilişkin ortak ve evrensel kabulün farkındadır. Ama Erdoğan'ın pek çok açıklaması gibi bu açıklama da ayakta alkışlandı. Ama bu tür yaklaşım ve söylemlerin yalnızca Erdoğan'a has olduğunu düşünmek de doğru değil. Devletler, sistemler ve partiler içinden çıkmakta zorlandığı bir krizle karşılaştığında hep benzer bir yönteme başvururlar. Oluşan krizdeki sistemsel, devletsel ve partisel sorumluluklarını perdelemek ve toplumun tepkilerini kendilerinden uzaklaştırmak için dış ve iç düşmanlar yaratırlar. Dış düşmanlar ülkeyi kuşatmıştır, bütün dünya işi gücü bırakıp onları başarısızlığa uğratmak ve yıkmak için seferber olmuştur. İçeride kendilerini eleştiren parti ve örgütler, medya, üniversite vb. hepsi bu dış düşmanın operasyonel araçları ve işbirlikçileridir. Bu nitelikleriyle de yerli ve milli değillerdir. Gazete Duvar geçtiğimiz günlerde İngiliz ve Amerikan hükümetlerinin dış politikalarına yönelik eleştirileriyle tanınan İngiliz tarihçi, yazar ve gazeteci Mark Curtis'in hazırladığı "Halkı Kandırma Sözlüğü"nü yayınladı. Curtis, daha önce de "Aldatma Ağı: İngiltere’nin Dünyadaki Gerçek Rolü (Web of Deceit: Britain’s Real Role in the World)" isimli kitabında, hükümetlerin dış politika hedeflerinin medyanın da işbirliğiyle gündelik dile nasıl ‘normalleşerek’ girdiğini incelemişti.Curtis'in çıkardığı listede, "savunma işbirliği", "insani müdahale", "ulusal çıkar", "ulusal güvenlik" vb. sözcüklerin iktidar/devlet dilindeki anlamının gündelik dilde çağrıştırdıklarından çok farklı ve hatta taban tabana zıt olduğunu gösteriyor. Benzer biçimde "yerlilik/millilik", "milli mutabakat", "terörist" vb. söylemlerinde iktidar/devlet dilindeki içeriği ve anlamı da çok farklıdır. Eğer bir coğrafyada bu söylemler çok sık duyulur hale geldiyse, bilin ki bu duyduklarınız aslında faşizmin ayak seslerinden başka bir şey değildir. Zira tüm bunların iktidar dilindeki anlamı gündelik dildeki çağrışımın tam tersidir. Birleştirici değil ayrıştırmacı/kutuplaştırmacı, kardeşleştirici değil düşmanlaştırıcı bir içeriğe sahiptirler. Toplumun çeşitli kesimleri arasındaki gönüllü birliği değil, her kesimin iktidara mutlak itaatini tanımlarlar. Terörist tanımlaması bir kaç silahlı yıldırma eylemcisini ifade eden bir sözcük olmaktan çıkar, tüm muhalifleri ve potansiyel muhalifleri içine alabilen bir genişliğe kavuşur. Biz de terörist ithamıyla birlikte darbeci ithamı da, aynı işleve ve kapsama sahip hale dönüşmüştür. Bu sözlerin gündelik siyaset dilinde artan kullanımıyla parlamenter demokrasinin devre dışı kalması, basının, üniversitenin ağır bir baskıyla karşılaşması, tutuklama ve kapatılma tehdidinin parti ve kitle örgütlerinin başında Demokles'in kılıcı gibi sallanması, protesto ve eylem hakkının fiilen devre dışı bırakılması arasında şaşmaz bir eşzamanlılık vardır. Yerli ve milli olanın içeriği nedir? Kimler bu kapsama girmekte kimler dışında kalmaktadır? Tüm bunları belirleyen ise pek tabi ki iktidardır. Bu kavram iktidarca artık muhalifleri sindirmek, kriminalize etmek amacıyla kullanılmaktadır. Örneğin iktidar diline göre bugün AKP- Bahçeli ittifakı "yerliliği ve milliliği" temsil etmektedir.Ya bu ittifakın dışında kalan yüzde 50? Onlar ise "ülkenin değer ve çıkarlarından uzak" harekete geçmiş ya da potansiyel "gayri milli güçler"dir. Biz buna kısaca Faşizm diyoruz...