Geçen yazımızda referandumda oylanacak olan “Türk Tipi Başkanlık Sistemi”nin sistem içindeki olağan bir yönetim tarzı değişikliği olmadığını, devletin yakın bir iç savaş durumuna göre dizayn edilmesi projesi olduğunu vurgulamıştık. Ortada iktidarı teslim etme niyetinden uzak bir iktidarın ve cumhuriyeti tasfiyeye amacına uygun karşı devrimci tek adam rejimi kurma çabasının varlığına dikkat çekmiştik. Yazımızı da Cumhuriyet’i yıkma projesinin ironik ve manidar biçimde ilk başta ve en sert biçimde Kürt siyasetini hedefe koymasının ve bazı milliyetçi/ ulusalcıları bu yıkım projesinin yancısı haline getirme çabasının taktik ve stratejik anlamı üzerinde duracağız vaadiyle sonlandırmıştık. Bu yazıda yer sıkıntısı nedeniyle konunun yalnızca Kürt siyasetiyle ilgili bölümünü ele alacağız. Sahi daha düne kadar AKP'nin yakın ilişkiler kurmaya özen gösterdiği Kürt siyaseti nasıl oldu da yüz seksen derecelik bir manevrayla AKP'nin "baş düşmanı" haline geliverdi? Bu değişimin hem taktiksel hem de stratejik nedenleri var. Taktik neden çok açık... AKP'nin şu an itibariyle kendi anti cumhuriyetçi tek adam hedefine ulaşmak için elinde tek bir enstrümanı kalmıştır: şovenizm ve terör umacası... Yıllardır izlenen zehirli politikalarla başta MHP tabanı olmak üzere şovenizm oltasını yakalamaya yatkın hale getirilmiş toplumsal kesimleri, bu yolla, kendi karşı devrimci projesine entegre edebilmek. M. Kemal’e “katil “diyen, “cumhuriyeti kapanması gereken bir parantez” ilan eden”, “10 Kasım’ı yas değil yeni ve güzel bir devrin başlangıcı” olarak gören, “93 yıl önce duvara asılan tüfeği artık duvardan indirip kullanmanın zamanı geldiğinden” söz eden AKP, bu anti Cumhuriyetçi ve anti Atatürkçü söylemlerle sonuç alınamayacağını gördü. Muhalefetin "Türk Tipi Başkanlık Sistemi, Cumhuriyeti yıkma projesidir" argümanı toplumda olumlu karşılığını bulunca AKP, birden bire Atatürk ve Cumhuriyet dostu kesiliverdi. Dahası MHP tabanına ihtiyaç duyulduğu bir dönemde, anti cumhuriyetçi, anti Kemalist ve anti laik bir söylemle amaca ulaşmak çok daha zordu. Bu koşullarda yeni bir takiye taktik zorunluydu. Yani şovenizmi ve milliyetçiliği, Cumhuriyeti ve ulus devleti yıkmanın bir enstrümanı olarak kullanmak. "Hayır" tutumuyla HDP arasında bir özdeşlik kurmak. Gerçekten ironik ve trajik bir tabloyla karşı karşıyayız. Tabi bu taktik hamlenin de AKP'yi politik başarıya götürmesi zor. Zira bir yanda Erdoğan'lı ve Atatürk'lü propaganda filmleri çekilir ve "Türkiye'de rejim sorunu yoktur. Rejim sorunu 1923'de çözülmüştür. Bu rejim de Cumhuriyettir" açıklaması yapılırken, diğer yanda da AKP'nin medyadaki "kraldan çok kralcı" temsilcileri "İslam aleminin Abdülhamid'den sonra anasız kaldığını ve Erdoğan'ın yeniden tüm İslam aleminin anası olacağını" anlatıyor, bir diğeri bu sözleri teyit edercesine Erdoğan'ın başkanlıktan sonra halifeliğini ilan edeceğini beyan ediyor vb. Yani AKP "bozuk fıtratı" nedeniyle Cumhuriyet, laiklik ve Atatürk dostu rolünü inandırıcı biçimde oynayamıyor. Buraya kadar anlattıklarımız Cumhuriyeti yıkma projesinde niçin Kürt siyaseti "ana düşman" ilan edildi sorusunun "taktik" nedenleriyle ilgiliydi. Bizi bu yazı kapsamında daha çok stratejik olan neden ilgilendiriyor. AKP ve Kürt siyaseti arasındaki dışarıdan bakıldığında "olumlu" görünen ilişkilerdeki kırılma içte ve dışta yaşanan birbiriyle bağlantılı iki gelişmeyle kendini dışa vurdu. İçerideki gelişme Kürt siyasetinin Haziran seçimleri öncesi "Seni başkan yaptırmayacağız" sözlerinde ifadesini bulan siyaset değişikliğiydi. Dıştaki neden ise Türkiye'deki Kürt siyaseti ile ideolojik yakınlığı olan PYD'nin AKP'nin özelde Suriye genelde Ortadoğu politikasına çomak sokmuş olmasıydı. Böylece AKP'nin anti cumhuriyetçi ve neo Osmanlıcı siyasal projesinin içteki ve dıştaki iki önemli hamlesi, Kürt siyasetince boşa düşürülmüştü. Ama bu iki faktör AKP ve Kürt siyaseti arasındaki çelişki ve çatışmaların başlangıcının değil, yalnızca artık gizlenemez hale gelişinin ifadesiydiler. Hiç bir zaman aşılamayan temeldeki asıl çelişki, bu iki gücün Kürt sorununun hangi bağlamda ele alınıp nasıl çözüleceği konusunda çok kritik farklılıklara sahip olmasıydı. Kürt siyaseti laik ve cumhuriyetçidir... AKP'nin küreselleşmecilik, neo liberalizm ve neo Osmanlıcı ümmetçilik temelindeki çözüm programı ile, Kürt siyasetinin "Demokratik Ulus" ya da "Yurtseverlik" temelli çözüm programı birbiriyle uzlaştırılabilir programlar değildir. Bu nedenle barış süreci denilen de aslında her iki tarafın birbirini kendi programına teslim olmaya zorlama çabasıdır. AKP Kürt siyasetini Cumhuriyet ve laiklik karşıtı neo Osmanlıcı ve ümmetçi bir çözüme zorlamış ve fakat ikna edememiştir. Zira Kürt siyaseti, mevcut cumhuriyet ve laiklikle ilgili eleştirileri olmakla birlikte geçmişten bugüne ilkesel düzlemde laik ve cumhuriyetçi bir siyasete sahiptir Her iki tarafta böyle bir çözümün olanaksızlığını zamanla görmüş ve o tarihten sonra çözüm sürecini alttan alta başka seçeneklerin altyapısını hazırlamak amacıyla kullanmaya başlamıştır. Yani en azından belli bir tarihten sonra her iki tarafında çözüm sürecine yaklaşımını belirleyen ilkesel bağlılık değil pragmatist beklentiler olmuştur. Sorunun bugünkü yazımızda özel biçimde vurgulamak istediğimiz yönüne gelirsek: AKP'nin çözümü ümmetçi bir milliyetçiliğe, laiklik ve cumhuriyet karşıtlığına dayalı fetihçi/emperyal bir çözüm projesiyken; Kürt siyaseti laik, cumhuriyetçi, sınıfsal, etnik, dinsel anlamda daha eşitlikçi ve anti fetihçi bir çözüm programına sahipti. Dolayısıyla AKP'nin Cumhuriyeti ve laikliği tasfiye planında öncelikli hedef olarak Kürt siyasetini hedef alması "şovenizm silahına" duyduğu taktik ihtiyaçtan öte, cumhuriyet ve laikliğin önemli direnç noktalarından birine yönelik son derece stratejik bir hamledir de. AKP'nin Kürt siyasetini gittikçe bölgedeki başka aktörlere, aşiretlere, HÜDAPAR (Hizbullah'ın ardılı) ve Barzani eksenine dayandırmaya çalışması da bu anlamda tesadüfi değildir. Zira tüm bu kesimlerin ortak özelliği laikliğe ve cumhuriyet değerlerine açık bir karşıtlıktır. Mesele HDP'de yasal ifadesini bulan Kürt siyasetinin milliyetçi ve bölünmeyi hedefleyen bir amaca sahip olması değildir. Aksine dünya tarihindeki etnik temelli hareketler içinde yeni bir ulus devlet kurma fikrini reddeden ve bu kadar çok birlik, kardeşlik ve ortak vatan vurgusu yapan başka bir hareket yoktur. Örneğin Barzanici hareket, koyu milliyetçi bir harekettir. ABD ile hemhaldır ve bölgede küresel politikaların belli başlı enstrümanlarındandır.Bu böyle olmasına karşın AKP-Barzani ilişkileri çok sıkı fıkı durumdadır. Demek oluyor ki buradaki sorun milliyetçilik ve ayrılmacılık değil, Cumhuriyeti yıkma ve neo Osmanlı projesini inşa etme politikasına denk düşüp düşmeme sorunudur. Mesele Kürt-Türk meselesi değildir... Türkiye'nin kritik sorunu ve önceliği bir ayrılma/bölünme riski değildir. Cumhuriyeti derinleştirme ya da kaybetme sorunudur. Referandum taraflar açısından çok kritik taktik kavşaktır ama bu mücadele referandumla sonuçlanacak bir mücadele de değildir. 1923'de ki Cumhuriyet Türk ve Kürt yurtseverleri ve cumhuriyetçileri tarafından hem işgalcilerle hem de Türk ve Kürt saltanatçı ve hilafetçilerle mücadele içinde oluşmuştur. Bugünde Cumhuriyet yine benzer sorun ve mücadeleyle karşı karşıyadır. AKP'nin sorunu niçin Kürt/Türk, bölünme/birlik ekseninde ele aldığını ve niçin Kürt siyasetini "ana düşman" ilan ettiğini "taktik" ve "stratejik" açıdan analiz etmeye çalıştık. Muhalefet cephesinden yükselecek Kürt siyasal hareketini hedefe koyan her taktik ya da stratejik hamle, AKP'nin değirmenine su taşımak olacaktır. Muhalefet referandum taktiğini oluştururken hem AKP'nin  "Hayır" seçeneğini HDP özdeşleştirme taktiğini boşa çıkarmak ve hem de stratejik hamlelerini zayıflatmayacak biçimde oluşturmak ve uygulamak zorundadır. AKP'nin başkanlık projesi apaçık Cumhuriyeti ve laikliği yıkma ve neo Osmanlı bir rejim kurma projesi ve bir iç savaş  organizasyonudur. Dikkatleri ısrarla bu noktada toplamak hem en geniş kitleleri "hayır" oyuna kazanmak; hem de referandum sonrası döneme sağlam bir cumhuriyetçi blok inşa ederek girmek açısından kritik önemdedir. Bunun dışındaki her tutum dikkatleri bu gerçek alanından uzaklaştırmak, AKP taktiğine teslim olmak ve cumhuriyeti korumak/derinleştirmek amacı etrafında birleştirilmesi gerekli güçleri dağıtmak anlamına gelecektir. Bitirirken bir kez daha vurgulayalım: Bugünkü mesele Kürt- Türk meselesi değil; cumhuriyetçilik ve laiklik mi? yoksa şeriatçılık ve neo Osmanlıcılık mı? meselesidir... Cumhuriyetçilik ve laiklik bayrağı altında toplanabilecek Kürt-Türk, Alevi-Sünni, dindar-seküler herkes bir araya getirilmeden bu mücadele asla kazanılamaz.