Anketler İmamoğlu’nun seçilme olasılığının Kılıçdaroğlu’ndan daha fazla olduğunu gösteriyor. Fakat bu, Kılıçdaroğlu’nun seçimleri kaybedeceği anlamına gelmez sadece İmamoğlu’ndan daha düşük bir oy alacağını gösterir. Mevcut iktisadi durum her iki adayın da oy oranın seçilme ihtimalini artırdığını gösteriyor.
Geçen hafta alınan bir mahkeme kararı ile İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun cumhurbaşkanlığı seçimlerinde adaylığı riske girdi. Bu durum politik belirsizlik yarattığı gibi muhalefetin de nasıl bir seçim stratejisi izleyeceğini daha yoğun bir şekilde tartışılmasına neden oldu.
Normalde güncel siyasete dair pek yazı yazan biri değilim. Fakat konunun ülkenin geleceği ile ilgili önemli bir mesele olduğunu düşündüğüm için genel anlamda düşüncelerimi ifade etmek ve olası seçim stratejilerini daha analitik bir düzlemde tartışılmasına katkıda bulunmak için bu yazıyı yazmak istedim.
Her şeyden önce olası seçim senaryolarını tanıtmak için seçim adaylarını veya aktörlerini tanımak gerekir. Muhalefetin olası güçlü iki adayı var: Kemal Kılıçdaroğlu ve Ekrem İmamoğlu (saygısızlık olarak nitelendirilmelisin ama yazıda isimleri çok geçeceği için kendilerini baş harfleri ile ifade ettim, kısaca KK ve Eİ sırasıyla) ve Cumhur İttifakı’nın adayı Recep Tayyip Erdoğan (RTE).
Anketler Eİ’nin seçilme olasılığının KK’dan daha fazla olduğunu gösteriyor. Fakat bu, KK’nin seçimleri kaybedeceği anlamına gelmez sadece Eİ’den daha düşük bir oy alacağını gösterir. Mevcut iktisadi durum her iki adayın da oy oranın seçilme ihtimalini artırdığını gösteriyor.
Tabii tüm bu anket sonuçları veri durum için geçerli ve fiili seçim sürecindeki ortaya çıkabilecek durumlardan bağımsız. Fakat bu iki adayı değerlendirme konusunda ortaya çıkan diğer bir kriter, KK’nin seçim sonrası için (geçiş süreci) daha iyi bir aday olduğu düşüncesidir. Çünkü KK’yi hem daha iyi tanıyoruz hem çok dengeli bir siyaset izleyeceği konusunda genel bir kanı söz konu.
Fakat bu aşamada seçilmek, seçim sonrası geçiş sürecinin de önkoşulu olduğundan daha öncelikli bir konu. Aksi bir durumda (seçilmeme durumu) oluşacak sosyal maliyet çok yüksek olacağından geçiş süreci gibi bir süreç de olmayacaktır. Gerçi geçiş süreci adaydan bağımsız da tanımlanabilir. Bunu kısmen aşağıda tartıştım, yani seçilen adayın yapacaklarını belli bir kurala bağlamak mümkün.
Fakat burada iki kritik durum ortaya çıkmaktadır. Birincisi, KK’nin adaylığını sürdürme isteği, ikincisi Eİ’nin mahkeme sürecinden kaynaklanan risktir. KK’nin beyanatlarından mahkeme kararı sonrasında da adaylık iddiasını sürdürme isteğinde olduğunu anlıyoruz. Mahkeme kararının KK’nin adaylığı üzerine biri pozitif diğeri negatif olmak üzere iki etkisi ortaya çıktı. İkincisi, Eİ’nin adaylığının riskli hale gelmesi ile KK’ya daha fazla reel politik bir alan açıldı, bu durum aday olmanın rasyonel temelini güçlendirdi. İkincisi, mahkeme kararı sonrası Eİ etrafında oluşan mağduriyet ve dayanışma KK’nin adaylığını zayıflattı.
Bu yapı içinde ilk önce iktidar kanadının -Cumhur İttifakı’nın (Cİ)- izleyebileceği stratejilere bakalım. Her şeyden önce bu durum muhalefetin göstereceği adaya göre şekillenecektir:
(i) KK aday olursa zaten mahkeme süreci ilgi alanımızdan çıkar, istinaf tarihi de uzar. AKP bu seçeneğin kendisi için en iyi olduğunu düşünüyor, yoksa mahkeme kararı böyle çıkmazdı; yani hamleler oyunun nasıl ilerlemesinin istendiğine dair ipuçları veriyor.
(ii) Fakat eğer aday Eİ olursa süreç AKP için de çok daha sorunlu olur. Çok sayıda durum ortaya çıkar:
(1) İstinafta kesin kararın (siyasi yasaklama) seçim öncesinde çıkması. Bu durum mümkündür, çünkü Selahaddin Demirtaş’ın Yargıtay’daki onay süresi sadece 40-50 gün gibi bir süre aldı. Eİ için de seçime kadar kalan yaklaşık 6 ay gibi bir süre bunun için yeterlidir.
Fakat bu durumda dahi eğer Eİ’nin kesin adaylığı söz konusu olursa seçime girebiliyor, fakat kazanırsa mazbata (onay) alamıyor. Seçim tekrarlanıyor ve Eİ yeniden aday olamadığından, seçim ikinci turda tek kişilik bir referanduma dönüşüyor. Fakat mevcut aday yine de %50+1 almak zorunda, alamazsa kazanamıyor ve süreç tekrardan başlıyor. Yani Cİ adayının da seçimi kazanamama ihtimali var.
Burada kritik soru, Cİ ikinci seçimde tekrardan seçilmeme riskini göze alır mı veya bu durumu önemser mi? Eğer ilk turda Eİ kazanırsa ki bence insanlar istinaf sonucuna bakmadan (veya pozitif anlamda daha fazla değer yükleyerek) oy kullanacaktır. Bu yüzden, bugün görünen anketlerden daha farklı bir sonuç çıkmayabilir. Fakat kazandığında onay almazsa bu artık sadece mahkeme sürecinin bir kararı olmaktan çıkar ciddi politik gerginliklerin oluşacağı bir süreç söz konusu olur.
Fakat buna rağmen ikinci tur başladığında insanların birinci turda verdikleri oylara sahip çıkması yüksek bir ihtimaldir, yani seçime gidip aleyhte oy kullanabilirler. Muhalefetin de ikinci tura giden süreci daha yüksek motivasyonla organize etmesi beklenir.
Kritik soru, Eİ ikinci seçimde tekrardan seçilmeme riskini göze alır mı veya bu durumu önemser mi? Eğer ilk turda Eİ kazanırsa ki bence insanlar istinaf sonucuna bakmadan (veya pozitif anlamda daha fazla değer yükleyerek) oy kullanacaktır.
(2) İkincisi, istinafın seçim sonrasına bırakılmasıdır. Yasal süreç normalde yılları bulan bir süreçtir, normalde de beklenen budur. AKP’yi bu tür bir karar almaya motive eden şeyin genel bir meşruiyet kaygısı olmayacağı açık, bunun halktaki karşılığına bakılacaktır (anket sonuçları örneğin), yani bu kararın oyları düşürme korkusu.
Nitekim en son İstanbul belediye seçimlerinde halkın verdiği tepki ortadadır. Geçmişte de halkın genel olarak böyle bir eğilim içinde olduğunu gözlemliyoruz, buna çok sayıda örnek verilebilir. Cumhurbaşkanı’nın daha önce yaşadığı süreç de buna dâhildir.
Dahası, seçimlerin niteliğini düşündüğümüzde de böyle bir kararın (istinafı seçim sonrasına bırakma) ortaya çıkmasının iktidarın lehine olması beklenir. Cumhurbaşkanın seçildiği yeni seçim sistemini henüz içselleştirdiğimizi düşünmüyorum. Bu seçim daha önceki seçimlerden farklıdır, bunu da ancak yeni durumlar ortaya çıktığında anlıyoruz. Cumhurbaşkanlığı seçimi milletvekili seçimlerine göre daha genel seçmenin etkili olduğu bir seçimdir.
Yani belirli bölge kotalarından ziyade (milletvekili seçimlerinde olduğu gibi) ülke genelindeki seçmenin iradesini yansıtır. Burada da nüfusun yoğunlaştığı büyük şehirlerin etkisi daha fazladır. Eİ’nin adaylığına dönük verilen mahkeme kararına büyük şehir seçmenlerinin daha fazla tepki vereceği açıktır. Şehirlerde mevcut iktisadi sorunları daha net algılayan ve bundan etkilenen seçmenler bu mahkeme kararını iktisadi gelişmelerden bağımsız yorumlayacaktır.
Bu durum da seçim sonuçlarını muhalefet lehine etkiler. Örneğin, İlk büyük 5 şehrin seçmen sayısı yaklaşık 20 milyon; bu şu demek buradaki seçmenlerin sadece %3’ü mahkeme kararına negatif tepki verse bu, iktidara yüksek oy veren 5 büyük şehrin yaklaşık %20’sinin ters yönde oy vermesine eşit bir oy oranına tekabül ediyor (Bursa, Kayseri, Sakarya, Trabzon, Erzurum, Şanlıurfa toplam 3.3 milyon seçmen). Bu durumun AKP politik aklı tarafından dikkate alınması beklenir. AKP, mahkeme kararını sadece Eİ’ye dönük bir karar gibi okursa bence çok yanılır.
İstinaf kararının ötelenmesini kolaylaştırabilecek diğer bir gelişme ise, AKP içindeki tartışmalardır. İktidar çevrelerinde ilk defa bir karar sonrasında bu kadar farklı görüş duyduk. Bu karar iktidar içindeki tartışmayı derinleştirme potansiyeli tartışıyor. Bu tartışmanın tam tersine 6’lı-masayı daha fazla konsolide edeceğini bekliyorum.
İmamoğlu için verilen mahkeme kararına, büyük şehir seçmenlerinin daha fazla tepki vereceği açıktır. Şehirlerde mevcut iktisadi sorunları daha net algılayan ve bundan etkilenen seçmenler bu mahkeme kararını iktisadi gelişmelerden bağımsız yorumlayacaktır.
Bu sürecin muhalefetin önüne koyduğu stratejilere bakalım. Her şeyden önce mevcut durumu tanımlayalım. Burada üç önemli durum söz konusudur: (i) KK’nin adaylığını sürdürme isteği (ii) Eİ’nin mahkeme süreci ile devre-dışı kalma riski ve (iii) Eİ’nin aday olmaması durumunda 6’lı masada ortaya çıkabilecek dağınıklık. Muhalefet bu durum ve riskleri dikkate alarak karar vermek durumundadır. Bu durumlara sırasıyla bakalım.
Görünen o ki mahkeme kararı sonrasında da KK adaylığını sürdürme isteğindedir. Her iki durumun bağımsız süreçler olduğu belirtildi. Fakat KK’nin adaylık olasılığı mahkeme süreci öncesi ve sonrasına göre değişmiştir. Eİ etrafında biriken kamuoyu desteğinin KK’nin adaylığını daha da zayıflattığı açık. Mahkeme süreci sadece bir adayın adaylığını engellemek anlamını aştığından, yani artık demokrasinin de tehdit altında olabileceği düşüncesi seçimi kazanma olasılığı daha yüksek olan adayı daha öne çıkardı.
KK adaylığı bu anlamda sürekli tartışılacaktır. Fakat KK ikna edilse bile bu sefer Eİ’nin “mahkeme riski” söz konusu olacaktır. Bu risk alınabilir mi? Bazıları siyaset özünde böyle bir şeydir, risk almak gerekir demektedir. Bunu gerekçelendirmek zor değil. Her şeyden önce, iktidarın halkın tepki vereceğine dair korkusu (oy kaybetme) mahkeme sürecini bu kadar hoyratça kullanmasını engelleyebilir.
Dahası, adayın açıklanmasından sonra gelişecek süreç öncesine göre de çok farklı işleyecektir. Yani somut aday ortaya çıktıktan sonra, yani yapılan mitingler, toplantılar, adayların birbiri ile girdikleri münakaşalar ve bu seçimlere halkın ve basının bu kadar angaje olmasından sonra, mahkeme kararının kesinleşmesi zorlaşır.
Bu durum, Oyun Teorisi’nde “inandırıcı-olmayan tehdit” (non-credible threat) kavramı ile açıklanır, yani bir oyuncu hareket ettikten sonra (birinci derece mahkeme kararı) karşı tarafın bu tehdide rağmen istenilen hareketi yapmaması (Eİ’nin hâlâ aday olması) iktidarın tehdidi gerçekleştirmesini (istinaf kararı) mantıklı olmaktan çıkarır.
Fakat her şeye rağmen istinaf kararı hala bir opsiyon olarak iktidarın elindedir. Bunu yapmasını engelleyecek ve hatta zamanlamasını belirleyecek bir garanti mekanizması da yoktur. Bu da risk alanını ve çeşitlerini oldukça artırmaktadır. Bu yüzden, muhalefet farklı mekanizmalar deneyebilir. Örneğin, KK ve Eİ aynı anda aday olabilir. Bu opsiyon başka politik süreçlere yol açma ihtimali açısından bir belirsizlik içerse de daha iyi bir opsiyon gibi durmaktadır (başka opsiyonlar da önerilebilir).
Çünkü sadece risk almak süreci kumara çevirebilir, ama buna ihtiyat unsurları eklenirse, yani rasyonellik, süreci daha doğru yönetmek anlamında faydalı olabilir, bu durum bir tür “rasyonel risk” almak gibi tanımlanabilir. Bazen karşı tarafın rasyonelliğinden şüphe etmeye başladığınızda ihtiyatlı hareket etmek en iyi stratejidir. İstinaf zamanlaması (seçim öncesi ve sonrası) karşı tarafın strateji seti iken, buna dair sizin bilgi probleminizi hafifletmenin yolları yeni mekanizmalar tanımlamaktır. Ya davranışlarınızla bu zamanlamayı zorlamak (direnç gösterileceğine dair sinyaller vermek- mitingler) ya da bu zamanlama belirsizliğini veri alarak buna dair strateji setinizi genişletmektir. Bence her ikisi de yapılabilir.
Muhalefet farklı mekanizmalar deneyebilir. Örneğin, Kılıçdaroğlu ve İmamoğlu aynı anda aday olabilir. Bu opsiyon başka politik süreçlere yol açma ihtimali açısından bir belirsizlik içerse de daha iyi bir opsiyon gibi durmaktadır.
Fakat bu tür bir stratejinin (çoklu aday) risk barındırmadığını iddia etmiyorum. Çünkü bunun üç temel kısıtı var. Birincisi, neden olabileceği politik riskleri öngörmek zor (sahada muhalefetin iki adaylı olmasının). İkincisi, birinci turda kazanmayı riske etme durumu ve iki tur arasında olası bir istinaf kararı. Fakat bunun iktidarın çok planlı ve aleni bir hamlesi olacağını ve halkın bunu daha net göreceğini anlayacağından bu durumun düşük bir ihtimal içerdiğini düşünüyorum.
Yani her iki adayın da aynı anda devre-dışı kalma ihtimali düşüktür. İktidar her şeye rağmen ikinci turun bir referandum olduğunu unutmayacaktır. Üçüncüsü de, bence en zoru, KK’nin politik geleceğini riske etmesidir. Bu süreçte, yani oylamada Eİ’nin gerisine düşmesi kendisini politik olarak yıpratır.
Fakat bence, KK daha önce yaptığı birçok iyi işin yanına bunu da ekleyebilir. Böyle bir seçim stratejisinin birçok açıdan politik risk alanını daraltacağını düşünüyorum. Tek aday olarak ( Eİ ile) seçimlere gitmek iki adayla gitmekten daha az ihtiyatlı bir strateji olur. Bu aynı zamanda, iktidarın da seçimler sırasında ilgisinin tek bir adayda yoğunlaşmasını da önler.
Kısaca, süreç muhalefet için cesaret (risk alma) ve rasyonel olma arasındaki gerginlikte oluşurken, iktidar için oy korkusu ve kısmen meşruiyet kaybı şeklinde tezahür etmekte. Politik dengenin nerede kurulacağını oyuncuların riske ve kazanca atfettikleri değerlere göre şekillenecektir.
Fakat muhalefeti stratejisiz bırakmamak gerekir, yani edilgen bir oyuncu olmaktan çıkarıp direkt stratejisini gösteren bir aktöre dönüşmesi gerekir, bunun sinyallerini vermelidir. Bu yüzden, 6’lı-masa bence çok kısa sürede aday stratejisini açıklamalıdır. Burada şunu da ifade etmek isterim aday stratejisi güçlü bir motivasyonla desteklenmediği müddetçe bu da işe yaramayabilir.
Diğer yandan, Eİ’nin seçimlerden sonra geçiş sürecini daha dengeli sürdürebilmesi için de 6’lı-masanın programlarına riayet etmesi istenmelidir ve bunun için de 6’lı-masanın liderlerinden oluşan bir danışma kurulu kurulması gerekebilir. Ve daha sonra tekrardan sağlıklı seçime gidilebilir. Bu durumda herkes daha açık ve adil bir ortamda aday olabilir.