Bu kutuplaştırıcı söylem, on yıldır bazen daha şiddetli bazen daha hafif tonda sürüyorsa da bu söylemin kalıcılığı ve sürdürebilirliği yoktur. Bazen toplum olma duygusu yerle yeksan olduğunda tek kaybettiğimiz demokrasi olmayabilir.
Türkiye toplum olarak tam on yıldır, tarafların birbirinden nefret ettiği, tarifi imkânsız bir ruh halini yani siyasi kutuplaşmayı yaşıyoruz. Yaşadığımız şu depremde bile, iktidarın irili ufaklı birimleri, iktidar koalisyonunun irabda mahalli olan olmayan, atomize olmuş olmamış bütün yapıları, muhalefete, AHBAP başta birçok STK’ya neler neler söyledi: Akbabalar, kanı bozuklar, haşaratlar, işbirlikçi sefiller, müfteri ve müfsitler, simsarlar, izansızlar, menfaatperestler, aymazlar, asalaklar, alçaklar, sahtekârlar, mikroplar…. Liderler, ağızlarının ayarını kaçırıp kaçırmadıklarına hiç dikkat etmiyorlar da metin yazarları da maşallah diyelim, toplumu kutuplaştıracak sözleri birbirleriyle raks ettirmekte pek mahirler.
Kriz ve afet zamanlarında, kutuplaşmanın en yoğun yaşandığı ve en somut şekilde temsil edildiği mekânlar genelde Whatsapp grupları oluyor. Herkes kendince bir grup kurmuş, birbirinin politik reaksiyon eşiğini artırmaya ve öfkenin nesnesi olan siyasi yapıya karşı negatif motivasyonu derinleştirmeye dönük hamleler yapıyor, bir başka ifadeyle birbirini “gaza” getiriyorlar.
Modern siyasetin kurallarını yeterince içselleştirememiş, iktidarın birçoklarına göre hâlâ en büyük rant odağı olması nedeniyle siyaset ve ideolojiyi bir yaşam tarzı, bir düşünme biçimi ya da dünya görüşü olarak değil, ticari bir faaliyet olarak gören kesimler, kendisine yönelik en küçük bir “kritik”i ekmeğiyle oynama olarak görüyor. Ekmek kutsaldır ve asla ekmekle oynanmaz, kişinin ekmeğiyle oynayan mutlaka bunun bedelini öder. Bu algı ve anlayış, açık bir şekilde toplumun siyaseti algılama biçimiyle ilgili ciddi sakatlıklar olduğunu ve sorunun sadece Türkiye’yi yöneten siyasi parti ile sınırlı olmadığını, bir kültür haline geldiğini gösteriyor.
Kime yönelik olursa olsun, hele hele Türkiye’de yaşandığı şekliyle kutuplaşma, etik ve moral değerler alanında yaşanan psikolojik bir afetin habercisi aslında. Büyük bir yıkım, insani duyguların fişinin çekildiği, insaf ve vicdan gibi insani varoluşun kanıtı olan ahlaki değerlerin derin dondurucuya kaldırıldığı bir felaket…
Tabii kutuplaşma ya da “ecnebi lisanındaki” karşılığıyla polarizasyonun bir takım “pozitif” getirileri olmasa herhalde bu kadar sık başvurulan, sürekli kendisinden medet umulan bir şey olmazdı. Tabiattaki bütün kötülük ya da salt olumsuzluk gibi görünen şeylerin birilerinin işine yarayan bir yönü mutlaka vardır öyle değil mi?
Örneğin önemli bir siyaset bilimci Yannis Stavrakakis, birçok siyasi kutuplaşma türünün demokrasi için faydalı ve aynı zamanda demokrasinin doğal bir parçası olduğunu, cepheleşmenin bütün siyasi yapılarda sık görülen bir olgu olduğunu savunmakta.
Başka bazı siyaset bilimcilere göre örneğin kutuplaşmanın basitleştirici özellikleri, sadece iktidara değil muhalefete de avantajlar sağlayıp demokrasinin çarklarının baya bir yağlayarak onun daha iyi işlemesini sağlayan bir katalizör işlevi görebiliyor. Muhalefet açısından da bazen popüler ve oligarşik bir düzene karşı mücadelesindeki adaletsizlikleri veya dengesizlikleri ele alarak statükonun dönüştürülmesine veya yapıbozumuna uğratılmasına yardımcı olabilmekte.
Siyasi kutuplaşma, kitleler düzeyinde yeni destekçiler bulmayı sağlayabilir ya da mevcut destekçileri konsolide edebilir, üzerine ölü toprağı serpilmiş muhafazakâr kitleleri canlandırmaya ve harekete geçirmeye hizmet edebilir. Faydaları bununla da bitmedi: rakipleri bölmeye, zayıflatmaya veya yatıştırmaya da hizmet eder. Kutuplaştırıcı siyaset, aynı zamanda dahili anlaşmazlıkların üstesinden gelmeye ve kısmen reformlara direnenlere karşı ortak bir kimlik oluşturmaya da yardımcı olabilir.
Ancak mesele bununla kalmıyor, dozunda yapıldığında kutuplaşmanın bir demokratikleşme aracı olsa da bazen tehlikeli bir siyasi araç olarak üzerine abanıldığında ciddi tahrip edici etkileri olan, toplumu bölen ve toplumdaki bütünlük hissini zedeleyen bir mekanizmaya da dönüşebiliyor. Çoğulcu demokratik bir sistemde bazı antagonistik kutuplaşmalar kaçınılmaz hatta gerekliyse de abartılı kutuplaşma, şiddet içeren antagonizmaya kapı açtığından zararlı olabiliyor.
Yine bir başka önemli siyaset bilimci Giovanni Sartori'ye göre, siyasi aktörler kendilerini karşıt ve zıt ideolojik kamplarda gruplandırdıklarında işbirliğinin en olası olduğu varsayılan "orta zemini" terk ederler ve böylece demokrasiyi kriz karşısında savunmasız bırakırlar. Bu anlamda, "siyasi demokrasilerin doğasında bulunan kutuplaştırıcı güçler dizginlenmelidir, aksi takdirde merkezkaç dinamikler demokrasiyi paramparça edecektir.” İşin siyaset bilimi boyutu böyle.
Öte yandan toplum olarak sevgiye, merhamete en çok ihtiyaç duyulan dönemler tabii afet ve felaket dönemleridir. On binlerce insanın hayatını kaybettiği deprem afeti, bir taraftan kutuplaşmanın doludizgin devam ettiği bir zaman dilimi olurken diğer taraftan geçici bir süre için de olsa depremin insanımızdaki olumsuz hisleri alıp götürdüğünü, merhamet ve şefkat duygularını harekete geçirdiğini de görüyoruz.
Ancak denetim görevini yerine getirmediği için depremde meydana gelen yıkım ve tahribatın tek olmasa da en önde gelen sorumlusu olan mevcut siyasal iktidar bunun uzun sürmesine izin vermeyecek, kendi tabanını konsolide etmek için mevcut kutuplaşmayı daha ada artırmaya dönük ifadeler kullanacaktır.
Zira kutuplaşmanın ortadan kalkması, aklı selimin hâkim olması ve doğal olarak hangi kesimden olursa olsun sorumlulara hesap sorulması anlamına geleceğinden siyasal iktidar asla sorumluluk almaya yanaşmayacak ve sanki bütün bu eleştiriler salt politik menfaat için yapılıyormuş gibi (kaldı ki politika yapmak suç değildir) kutuplaşma üzerinden buna meydan okumaya çalışacaktır.
Ancak bu kutuplaştırıcı söylem, on yıldır bazen daha şiddetli bazen daha hafif tonda sürüyorsa da bu söylemin kalıcılığı ve sürdürebilirliği yoktur. Bazen toplum olma duygusu yerle yeksan olduğunda tek kaybettiğimiz demokrasi olmayabilir, bu yüzden toplumsal birliktelik ve çoğulcu yaşam, üzerine titrememiz gereken kavramlar olmalıdır. Normalde felaketler birleştirir, ancak felaket anlarında bile toplum olma duygusunu yaşayamıyor ve birçok insanın depremzedeler için yaptığı onca fedakarlığa rağmen hâlâ kutuplaşma tuzağına düşüyorsak, henüz toplum olamamışız demektir.
Yorumlar
Popüler Haberler
Deniz Zeyrek, Sözcü gazetesinden ayrıldı
MHP'li vekillerin istifa gerekçesine PolitikYol ulaştı: VIP altın kaçakçılığı
Yasadışı bahis soruşturmasında yeni dalga: 7 fenomene yakalama kararı
Sivas’ta dershane bulunan binada yangın: Bir öğretmen öldü
Selçuk Üniversitesi, mutluluğun formülünü aramayı bıraktı
Liderlik hayali kuran Türkiye, puansız Karadağ'a takıldı