Nasıl ki 2000’lerde bir kesimin fazla bel bağladığı “askeri vesayet kalkarsa demokrasi gelir” yanlış idiyse, “HDP bağımsızlaşsın bu mesele pat diye çözülür” beklentisi de yanlıştır. Diyelim HDP “şiddet-dışı” bir aktör oldu, sorun çözülür mü? Kısa yanıt: Tam tersi bile olabilir! Asıl sorun bu konunun kimlik, güvenlik, eğitim, yönetişim, güç paylaşımı ve ortak kalkınma boyutlarını, her biriyle ilgili Türklerin ve Kürtlerin kaygılarını ve somut çözüm (reform) önerilerini açık açık konuşmamamız, fikir ve reform önerilerimizin olmaması. CHP’nin eğer kullanırsa Kürt Sorunu’na hem Türklerin hem Kürtlerin kaygılarını giderecek çözüm konusunda çifte avantajı var: hem sosyal demokrat bir parti yönü var hem de Cumhuriyeti kuran parti olarak devletin bütünlüğü ve bölünme kaygılarına yönelik güvence. Bu yazımda Laiklik konusuna devam etmeyi planlıyordum. Ama başına oturduğumda Kürt meselesiyle ilgili CHP Genel Başkanı Sayın Kılıçdaroğlu’nun son derece doğru açıklaması (Kürt sorununu meşru organlarla, HDP ile ve Mecliste çözebiliriz) ve HDP Eski Eş Genel Başkanı Sayın Temelli’nin ilk bakışta hayal kırıcı yanıtını (demokratik çözümün tek olmasa da asıl muhatabı İmralı’dır) öğrendim. Kürt Meselesi ve genelde kimlik temelli anlaşmazlıklar ve çözüm yolları akademik çalışmalarımın yirmi yıla yakın zamandır en önemli ayaklarından birini oluşturuyor. Kürt Meselesi’nin çözümü için hem sağ, hem sol ama özellikle sol cenahta “ılımlı” (yani aynı devlet içinde siyaset yoluyla barışı amaçlayan, bunun için aynı masada birbirinin kimliğini ve kaygılarını kabul edip konuşabilen ve hiç kuşkusuz barışçı ve “sivil”) “Türk ve Kürt” aktörlerin ortaya çıkması ve inisiyatif alması gerekiyor. Bu gereği tabii ne ilk ne de tek gören olmakla beraber, bunun gerçekleşmemesinin altında yatan ve kişilerden ve ideolojilerden bağımsız nedenleri; ve bu durumun nasıl aşılabileceğini siyaset bilimleri temelinde kavramsallaştırmak, uzun zamandır bu konudaki çalışmalarımın temel amaçlarından biri oldu.[1] Sayın Kılıçdaroğlu’nun açıklaması tam da bu konuda alan açan, “iyi ve yapıcı siyasetin” bir örneği. Demokrasiye geçişe yönelik ittifaklar açısından da önemli bir açılım. Önce gelişmelere olumlu yanından bakalım. Siyaset, bir anlamıyla söz ve fikir yoluyla adım atma, alan açma (bazen de rakiplerinin alanını daraltma) ve toplumun sorunlarını çözme sanatı. Sayın Kılıçdaroğlu söz konusu açıklamasıyla tam da böyle bir adım attı ve siyasete daha önce atıl bulunan bir gündemi ve alanı açtı. Böylece:
  • Siyasetin iktidar tarafından daraltılmış alanını genişletmeye; silaha ve zora dayalı alandan söze ve barışa dayalı alana çekmeye yönelik.
  • Sorunun gölgede kalmak veya gölgede bırakılmak suretiyle “konuşmamaya” mazeret oluşturan yönlerine ışık tuttu. Bu konuları dolaylı yoldan tartışmaya açtı ve (“onunla olmaz” demek yerine “bununla olur” dediği için) herhangi bir düşmanlaştırma ve kutuplaştırma içermedi.
  • Bir yandan da yeni aktörlere, siyasetlere ve uzlaşmalara kapı araladı.
Açıklama sonrası gelişmeler bu saptamaları şu ana kadar doğruluyor. Bu adıma HDP kanadında Sezai Temelli tarafından gelen ilk yanıt olumsuz olsa da, (eğer devamı getirilirse, ki geleceğine inanıyorum) açılan alan orada duruyor ve kullanılması mümkün. Nitekim, HDP Eş Genel Başkanı Sayın Mithat Sancar çözüm yerinin Meclis olduğunu teyit etti. Yani Sayın Temelli’ye nazaran CHP’nin açtığı alana daha yakın bir yerden konuştu. Ama geniş tabanlı mutabakat gereğini ve “hiçbir aktörün göz ardı edilmemesi” gerektiğini de vurguladı. Burada tabii herkes “hiçbir aktörün” kime atıf yaptığını anlıyor. Ya da tahmin ediyor. Bu anı hemen değerlendiren ve açılan alana daha da yakın açıklamayı ise Sayın Selahattin Demirtaş yaptı. “Benim bildiğim HDP, Kürt sorunu dahil olmak üzere, Türkiye’nin tüm sorunlarının çözümüne taliptir, irade sahibi siyasi bir aktördür ve elbette muhataptır. Çözümün adresi de doğal olarak TBMM’dir” dedi. “Tabii ki HDP, Kürt sorununun çözümünde tüm tarafların ve her kesimin, açık ve şeffaf katılımını, muhataplığını bilecek siyasi birikime ve deneyime sahiptir” diye de ekledi. Sayın Demirtaş bu ikinci cümleyle HDP’nin “PKK gerçeğini” (ve diğer tarafları) hesaba katacağını (en azından ben böyle anladım) vurguluyor. Ama asıl HDP’yi kendi politikasını kendi belirleyecek “irade sahibi” bir aktör olarak tanımlaması (hadi buna PKK vesayeti altında olmayan diyelim) çok önemli. Siyasetin odağını sivil bir yere kaydırma iradesini gösteriyor. Ve burada bu iradenin kendisi ve güvenilirliği kadar, Demirtaş’ın bu iradeyi hayata geçirebilecek bir toplumsal desteğe ve siyasal akıl ve yeteneğe sahip olması önemli. Tam da bu nedenle tutuksuz yargılanmasını (yani serbest siyaset yapabilmesini) belki en başta “önce HDP terörle arasına daha net mesafe koysun” diyenler istemeli. Bu arada yeri gelmişken şu notu da bir kere daha düşelim. Hiçbir siyaset bilimci veya gözlemci, 2017 referandumu ve 2018 seçimleri eğer Selahattin Demirtaş dışarıda olsaydı gene de iktidar lehine sonuçlanırdı diyemez. Ve 2017 ve 2018 oylamaları farklı sonuçlansaydı bugün Türkiye’de demokrasi de ekonomi de farklı bir yerde olacaktı. Yani bu “tutukluluk” (hüküm değil) Kürt meselesinden bağımsız olarak Türkiye’de demokrasinin askıya alınmasının en önemli basamaklarından biri. Ancak buradaki konumuza dönersek, “PKK vesayeti” gibi kolaycı söylemler ve üsluplar kullanmamak çok önemli. Nasıl 2000’lerde bir kesimin fazla bel bağladığı “askeri vesayet kalkarsa demokrasi  gelir” beklentisi çok yanlıştıysa, ve ülkemize çok pahalıya mal olduysa, “HDP bağımsızlaşsın bu mesele pat diye çözülür” beklentisi de çok yanıltıcı olur. Buna hemen geleceğim. Ama önce tüm bu olanların CHP, post-Kemalizm ve post-laisizm tartışmaları, ve demokrasi açısından anlamına kısaca değinelim mi? CHP VE TOPLUMSAL İMAJI CHP uzun zamandır Kürt meselesi gibi kritik konularda ezber bozucu yaklaşımlar üretememekle suçlanıyordu. Hatta daha uzun soluklu bakalım: toplumun önemli kısmının AK Parti’nin yanlışlarına uzun zamandır göz yummasının altında, ekonomik kaygılar yanında biraz da bu yatıyordu. Kürtlerin büyük kısmı dahil olmak üzere geniş toplum kesimleri iki inançla AK Parti iktidarlarına destek verdi (1) “sekülerler” ve “CeHaPe zihniyeti” Kürt Sorunu gibi köklü sorunları 21. yüzyıl koşullarına uygun şekilde çözemez (2) “(yeni) İslamcıların çözme potansiyeli daha büyük”. Bu ikinci inanç büyük ölçüde sanal temellere dayanıyordu.[2] Çünkü üzerine düşünülmüş ve gerçekçi reform önerilerine değil, kulağa hoş gelen kimlik temelli söylemlere dayanıyordu. Ama birinci inancın “sekülerlerle ilgili” olan tarafı olmasa da CHP ile ilgili olanı, en azından CHP’nin 2000’li yıllardaki söylem ve politikalarına dayanarak pek de temelsiz değildi. 2010’lu yıllardaysa CHP’nin bu konuda “parti yönetimi düzeyinde” önemli fikirsel atılım yaptığını, ama parti olarak halka net ve tutarlı mesajlar iletmekte zorlandığını, gündem belirleyemediğini söylemek doğru olur. İşte bu son gelişmeler, devamı gelirse bu imajı değiştirebilir ve hem CHP’nin hem Türkiye’nin önünü açabilir. Kürt meselesinin demokratik ve meşru zeminlerde ve “eşitlik ve sosyal adalet” ilkesi temelinde çözümüne elbette sosyal demokrat bir parti öncülük etmelidir.[3] Yani CHP’nin eğer kullanırsa Kürt Sorunu’na hem Türklerin hem Kürtlerin kaygılarını giderecek çözüm konusunda çifte avantajı var: hem sosyal demokrat bir parti yönü var hem de Cumhuriyeti kuran parti olarak devletin bütünlüğü ve bölünme kaygılarına yönelik güvence. Hadi diyelim “vesayet” bitti ve HDP “şiddet-dışı” bağımsız aktör oldu, bu sorun çözülür mü? Kısa yanıt: tek başına çözülmez. Hatta tam tersi de olabilir. Gene akademik çalışmalarımda vurguladığım üzere, Kürt sorununda şiddet anlamında değil ama “asgari müştereklere dayalı uzlaşma” konusunda en “ılımlı” olan aktörler her zaman “silahlı” aktörlere nazaran “sivil” aktörler değildir. Yani Kürt Sorunu’nun çözülememesinde şiddetin vesayeti elbette çok önemli bir etken.  Ama nedenden çok bir sonuç ve mazeret olarak görmek daha doğru. Asıl sorun bu konunun kimlik, güvenlik, eğitim, yönetişim, güç paylaşımı ve ortak kalkınma boyutlarını, her biriyle ilgili Türklerin ve Kürtlerin kaygılarını, ve somut çözüm (reform) önerilerini açık açık konuşmamamız, fikir ve reform önerilerimizin olmaması. Bu aralar genişletilmiş/güncellenmiş 3. baskısını hazırladığım Milada Dönüş kitabımda da bu nedenle şu soruyu sormuştum: “Bir an için (şiddetin gündemden çıktığını) varsayalım. Şu veya bu iç ve dış “derin güçler” de bir şekilde ortadan kalkmış olsun. O zaman adını ne koyarsak koyalım, Kürt meselesini bütün boyutlarıyla nasıl çözerdik?” Asıl konuşulmayan, tartışılmayan ve fikrimiz olmayan sorular bunlar. Ve tüm bu sorular son derece “dünyalı” sorular. Dünyada yüzlerce başarılı reform ve çözüm örneği var.[4] Gene Milada Dönüş’te vurguladığım gibi: bu konularda daha fazla kafa yorması ve kendi aralarındaki ayrımları çözmesi gerekenler Kürtlerden çok Türkler. Tüm bu konularda çözüm üretmemek için PKK’yı ve terörü mazeret olarak kullanamayız. Çünkü şiddetin ön planda olmadığı 1950-70 veya 1999-2004 gibi dönemlerde de bu konuyu demokratik reformlarla çözmek için yeterli çaba sarf etmedik. ŞİMDİ NE YAPMALI? Farklı oranda da olsa HDP’liler hala “PKK gerçeğine” bir şekilde atıf yaptığına göre şimdi ne yapmalı? “Çözüm yeri meclis” ne anlama geliyor? Silahlı örgütlerle müzakere barış için ayrıca ve farklı kanallardan tüm dünyada kullanılan bir yöntem. Ama işin o tarafını “sivil” tarafından ayırmalı. (Bugünün muhalefeti yarının iktidarı) partiler buna takılmadan bu meseleyi çözmek için hangi idari, hukuki, siyasal, sosyal, ekonomik ve kültürel reformları yapacaklarını konuşmalı. Anadilde ve ortak dilde eğitimden yerel yönetim reformu ve faili meçhullerin araştırılmasına, yargı reformundan eğitimde fırsat eşitliğine, hem Cumartesi hem Diyarbakır annelerini dinlemekten Orta Doğu Barış ve İşbirliği Teşkilatı (OBİT)’e kadar uygulanabilecek politikaları tartışmalı.  Meclis her şeyden önce bu konuda uzlaşmanın ve halkın asgari müştereklere dayalı iradesinin tecelli ettiği yer olmalı. [1] Murat Somer, "Why Aren't Kurds Like the Scots and the Turks Like the Brits?" (Neden Kürtler İskoçlar Türkler Britanyalılar Gibi Değil?). Cooperation and Conflict 43, no. 2 (2008): 220-49. http://mysite.ku.edu.tr/musomer/wp-content/uploads/sites/191/2021/07/Somer-CAC-Final-as-is.pdf. Ayrıca bkz. Milada Dönüş: Ulus-Devletten Devlet-Ulusa Türk Ve Kürt Meselesinin Üç İkilemi. Istanbul: Koç Üniversitesi Yayınları, 2. baskı, 2016; Emre Kongar Hoca’nın bu konudaki Milada Dönüş’ten yola çıkan yazıları ve yanıtlarım için: bu link’teki 73 ila 57 numaralı yazılar; Burak Bilgehan Özpek, The Peace Process between Turkey and Kurds: Anatomy of a Failure. New York: Routledge, 2018. [2] Murat Somer ve Gitta Glüpker-Kesebir. "Is Islam the Solution? Comparing Turkish Islamic and Secular Thinking toward Ethnic and Religious Minorities." Journal of Church and State 58, no. 3 (2016): 529-55. http://mysite.ku.edu.tr/musomer/wp-content/uploads/sites/191/2021/07/Somer-JCS-2015.pdf. [3] Murat Somer, Sosyal Demokratlar ve Türkiye’de Kürt Sorunu (Social Democrats and the Kurdish Question in Turkey). Ankara: Bencekitap, 2016. [4] Bir veri bankası için, bkz.: “Political Agreements in Internal Conflicts (PAIC) Dataset and Codebook”, University of Birmingham, https://edata.bham.ac.uk/581/  .