Bu yazı 10 Mart 2022 tarihli aynı başlıklı yazımın devam niteliğinde olup bir bakıma oradaki uyarılarımı tekrarlama amacı taşımaktadır. Söz konusu yazımda üç temel sorundan bahsetmiştim; şu ifadeleri kullanarak; “Bu yeni sistemin üç önemli yumuşak karnı ya da ekonomik riskleri vardır; Bunlardan birincisi söylemde dolarizasyonun azaltılması amacına yönelik olmasına rağmen uygulamada (örtük biçimde) dolarizasyonu beslemektedir. Bu durum fiyatlama davranışlarını da etkilemektedir. İkincisi özel kesimin kur riskinin kamunun üzerine geçmesine neden olarak kamu kesimi bilançosunun dolarlaşmasını artırmaktadır. Kamu bilançosunun dolarlaşması etkin maliye politikası uygulayabilmenin önündeki en önemli kısıttır. Üçüncüsü ise dış talebin bir önceki yıla göre daha zayıf olduğu koşullarda altında uygulanan sistem gereği kur artışının enflasyon artışının gerisinde kalmasına bağlı olarak dış ticaret açıklarını daha da büyütmektedir”. Bu üç sorun geçen zaman içinde kendini göstermiş, İlk uyarı gerçekleşmiş; Tüketici enflasyonu %70, üretici enflasyonu ise %121 seviyesine dayanmıştır. İkinci uyarı ise kendini ülke risk primi (CDS prim) artışı ile kendini göstermiş,  CDS primi 700 bsp ve üzerine çıkmış dolayısıyla kamu ve özel sektörün dış borçlanma maliyetleri artmıştır. Dahası, kriz içerisindeki ülke olduğumuz algısının oluşması kısa vadeli yabancı sermaye girişini bile oldukça zora sokmuştur diyebilirim. Tüm bunlar küresel finansal koşullarda artan belirsizlikler ve bu belirsizliklerin daha da artmasına yol açabilecek ilave Fed sıkılaşması, ithalat ve kısa vadeli dış borç stokunun çevrilebilmesi için gerekli döviz teminini daha da zorlaştıran faktörler karşımıza çıkmaktadır. Üçüncü uyarı da maalesef kendini göstermiştir. Ticaret bakanlığının verilerine göre Nisan ayında dış ticaret açığı artmaya devam etmiştir. Nisan ayında $6 milyar dış ticaret açığı verilirken Ocak-Nisan ayları arası dış ticaret açığı $32.5 milyar olmuştur. Bununla birlikte 16 Mayıs 2022 tarihinde TUİK tarafından açıklanan Dış ticaret endekslerine göre dış ticaret hadleri aleyhimize değişmeye devam ettiği görülmektedir. Dış ticaret miktar endeksleri ve dış ticaret hadlerine ilişkin TUİK grafikleri sırasıyla aşağıdaki Grafik1 ve Grafik 2 de görüldüğü gibidir. Grafik 1. İhracat ve İthalat Birim Endeksleri [caption id="attachment_208068" align="alignnone" width="500"] Kaynak: TUİK[/caption] Grafik 2. Dış Ticaret Hadleri [caption id="attachment_208069" align="alignnone" width="500"] Kaynak: TUİK[/caption] İkinci Grafik dış ticaret hadlerindeki bozulmayı göstermesi bakımından önemlidir. TL değer kaybettikçe ticaret hadlerinin aleyhimize olması kaçınılmaz olarak devam edecektir. Mart ayında dış ticaret hadlerinin 75.3 olması bu durumu göstermektedir. 100 altı her değer dış ticaretin aleyhimize işlediğini ve refah kaybına neden olduğunu göstermektedir. Nitekim Grafik 1 de görüldüğü gibi daha az ithal malına karşılık daha fazla ihraç malı vermemize karşın hem Mart ayında hem de yukarıda paylaştığım gibi Nisan ayında ticaret açıkları vermeye ve toplam dış ticaret açıkları artmaya devam etmektedir. Elbette ticaret açıklarını artması cari açığı yükseltmekte ve TL üzerindeki baskıyı artırmaktadır. Burada bir çelişki vardır ve bu çelişki dış ticaret politikasının tıkanmışlığını göstermektedir. Zira TL değer kaybı enflasyonun gerisinde kalırsa, dış talep koşullarında artan olumsuzluklarla birlikte dış ticaret açıklarını büyütmektedir. TL enflasyon üstünde değer kaybettiğinde ise dış ticaretin refah etkisi karşı tarafa geçmekte, ticarete dayalı büyüme yoksullaştırıcı olmaktadır. Bu konuda TL’nin enflasyon kadar değer kaybetmesi de çözüm olmayacaktır. Zira dolarizasyonu besleyecek bu durum TL üzerindeki spekülasyonu ve enflasyonu daha da artırabilecektir. Dolayısıyla tek başına çözüm olmayıp, TL’nin değer kaybının kontrolden çıkarma ihtimali yüksektir. Böyle bir şoku 2021 Kasım ve Aralık aylarında tecrübe ettiğimizi hatırlatayım isterim.  Üstelik şimdiki küresel finansal koşullar ülkemiz için o döneme göre daha sıkı, küresel likidite darlığı yüksektir. İlgili yazımda küresel riskler hakkında şu ifadelerde bulunmuştum; “Tüm bu koşullar altında TCMB’nin mevcut para-kur politikasını devam ettirebilmesi oldukça zor görünmektedir. Kuru istikrarlı tutmak elbette önemlidir ancak küresel enerji fiyatlarının yüksek olduğu koşullarda enerji bağımlısı bir ülke için bu pek mümkün görünmemektedir. Türkiye’nin yurt içi dolarizasyonu önlemenin yanında dışarıdan döviz girişine ihtiyacı vardır ve maalesef bu sene Turizm Sektörü yeteri kadar destekleyici olamayabilir”. Sosyal medyada veri analizine çok güvendiğim hesaplardan biri olan Fuat @atk_1881 Kur Korumalı Mevduat (KKM) ve türevlerinin performansı hakkındaki soruma şu cevabı vermişti; “Hocam ben 4 ayda KKM’den 25 milyar$, ihracattan 15 milyar$ ve reeskont kredi dönüşlerinden 8 milyar$ geldiğini; KİT’lere satılan 16 milyar$’ı düğünce rezervlerin en az 32 milyar$ artması gerekirken 7 milyar$ arttığını ve en az 25 milyar$ satıldığını hesaplıyorum”. Öyle anlaşılıyor ki KKM ve türevleri döviz sorununa çare olmaktan uzaktır ve küresel koşullar ve dış ticaret kompozisyonumuz bunu daha da zorlaştırmaktadır. Bu yazım aslında bir durum değerlendirme yazısı olarak planlandı ancak ilgili yazımdaki politika önerilerimi tekrarlamak isterim. Bu yazımı böylece tamamlamış olayım: “Sonuç olarak Türkiye’nin serbest değil stratejik dış ticaret politikasına yönelmesi, mevcut faiz politikasını ivedilikle terk ederek politika faizinin reel faizi pozitif tarafa itecek biçimde artışının gerçekleşmesi gereklidir. Kamu bilançosunun dolarlaşması ve kur riskleri yine ivedilikle terk edilerek genişleyici, gelir ve istihdam yaratıcı maliye politikasına ihtiyacı vardır”. İlgili yazımın linki aşağıdadır: https://www.politikyol.com/kuresel-riskler-ve-dis-ticaret-aciklari-artarken-ortuk-sabit-kur-sistemi-calismaz/