Evvelki akşam alınan kararla iktidar, kurlardaki artışın önünü alabildi. Bir ölçüde döviz piyasasında istikrar sağladı. Ancak ciddi bir risk kapısı da aralanmış oldu. Zira bu yeni uygulamayla, kur riski kamulaştırılmış oldu. İktidar şapkadan yeni bir “tavşan” çıkardı.  Ama bu tavşan daha önce de kullanılmış, tarihin kıyı köşesinde bırakılmış, eski bir tavşan. Şimdi yeni dönemin şartlarına göre süslenerek, tekrar gündeme getirildi. Ben, en son 1970’lerin ortasında çıkartılan benzer bir uygulamayı hatırlıyorum. Rivayet o ki, bundan çok daha önceleri de kullanılmış aynı yöntem. Türkiye’nin 1970’lerde yaşanan petrol şoklarına, uluslararası mali sistemdeki değişimlere ayak uyduramaması ve iç siyasetin oluşturduğu baskılar sonucunda ekonomi yönetimi gerekli ekonomik tedbirleri uygulayamamış, ciddi finansman sorunlarıyla karşılaşmıştır. Ülke için en gerekli ithalat bile yapılamaz durumu gelmiştir.  Uluslararası ödemelerde meydana gelen sıkıntılar zaman zaman başvurulan devalüasyonlarla aşılmaya çalışılmıştır. Anca bu devalüasyonlar tasarruflarını Türkiye’de değerlendiren için ciddi bir risk oluşturmuştu. O günlerin mali sisteminin kurumsal yapısı bugünlerden çok farklıydı. Döviz kuru sistemi sabit kur rejimiydi.  Faizler ise hükümetin katı kontrolü altında sabitti. Sermaye giriş çıkışlarında serbestlik olmadığı gibi, yerlilerin bile döviz tutabilmesi mümkün değildi.  Her şey devletin kontrolündeydi. Böyle bir kurumsal yapı içinde var olan yüksek enflasyon, tasarruf sahiplerinin bankalardaki mevduatlarının reel olarak değer kaybetmesine neden olmaktaydı.  Yabancılar ise, buna ek olarak bir de kur riskine maruz kalmaktaydılar. O günlerde tasarruflarını Türkiye’de değerlendiren “yabancı” klasmanındaki grup, aslında Avrupa’da (ağırlıklı olarak Almanya’da) yaşayan Türklerdi. Bunların tasarruflarını ve Türkiye’deki yakınlarına gönderdikleri dövizler o günlerin Türkiye ekonomisi için çok önemli bir mali kaynaktı.  Ancak art arda yaşanan devalüasyonlar döviz cinsinden tasarruflar için ciddi bir gelir kaybı riski oluşturmakta ve tasarruf sahiplerinin paralarını Türkiye’ye getirmekte isteksiz olmalarına yol açmaktaydı. O dönemde iktidarda olan rahmetli Demirel hükümeti tasarruflarını ülkede değerlendirmek isteyenler için Dövize Çevrilebilir Mevduat (DÇM) uygulaması yaparak, kur garantisi getirmişti; nam-ı değer DÇM’ler.  Ülkeye getirilen ve mevduat olarak değerlendirilen dövize kur garantisi verilerek, vade sonunda, faizi ile aynı kurdan dışarıya çıkabilmesine olanak sağlanmıştır. Olağanüstü bir durum, olağanüstü bir tedbir alınmasına yol açmıştı. Bu dönemde paralar geldi gelmesine de, bu uygulama ülke ekonomisini iflasa götürdü. On dokuz yıl boyunca AKP’nin “Eski Türkiye” diye yaptığı eleştirilerle, o günlerin şartlarında ortaya çıkan yokluk ve kuyrukları bir propaganda aracı olarak kullanması hala hatıralarda tazeliğini korumaktadır. Bu borçların hazineye getirdiği devasa ek yükümlülükler, uzun yıllar ekonomi yönetimlerinin sorunu olmuştur. Zaman zaman enflasyon yaratılarak azaltılmasına çalışılırken, borçların nihai ödemesi ancak 1980’lerin sonunda yapılabilmiştir.  Borç bitmiştir bitmesine, ama bütçede yarattığı ”kara deliğin” finansman ihtiyacı ülkedeki yüksek enflasyonun da önemli bir kaynağının oluşturmuştur.
Ben 70’lerin ortasında benzer bir uygulama hatırlıyorum. Demirel tasarruflarını ülkede değerlendirmek isteyenler için Dövize Çevrilebilir Mevduat uygulaması yaparak kur garantisi getirmişti. Bu uygulama ülke ekonomisini iflasa götürdü.
Evvelki akşam alınan kararla iktidar, kurlardaki artışın önünü alabildi. Bir ölçüde döviz piyasasında istikrar sağladı. Ancak bununla birlikte ciddi bir risk kapısı da aralanmış oldu. Zira bu yeni uygulamayla, daha önce kurlardan kaynaklanan riski gerçek kişiler yüklenirken, hazinenin yüklenmesi sağlandı.  Böylece kur riski kamulaştırılmış oldu. Aynı AKP’nin diğer uygulamalarında olduğu gibi, ekonomik risklerin kamuya devri sağlandı. Malum olduğu üzere Kamu Özel Sektör İşbirliği (KÖİ) ile yapılan yol, köprü, havaalanları, hastaneler gibi altyapı projelerinin ödemelerinin kur riskinden muaf bir şekilde, döviz üzerinden yapılması kamuoyunun bilgisi dâhilindedir. Şimdi yapılan bu yeni uygulama ile bankalardaki gerçek kişilerin mevduatlarında da bu riskin hazineye devri gerçekleşmiştir.  Böylece mevcut serbest piyasa sistemimiz risklerden muaf, müteşebbisler ve mudiler için son derecede cazip hale getirilmiştir. Doğrudur… Yapısal hiçbir sorunu çözmeyen iktidar, belli bir süre kazanmıştır.  Ekonomik sorunların iktidar üzerinde yarattığı baskılar, kısa dönemde bir ölçüde azaltmıştır.  Belki de erken seçim baskıları bir süreliğine ortadan kalkmıştır. Ancak ekonomik koşullar durağan değil. Ülke sürekli yeni şoklara maruz bir haldedir. Hatta ekonomiyi bu şoklardan koruyacak herhangi bir çıpa da bulunmamaktadır. Bu bağlamda olası en önemli şok, iktidarın kendi yarattığı şoktur. Gelecek yıl içinde TCMB’nin faiz düşürmeye devam etmesi, bu şokların başında gelmektedir. Keza FED’in faizleri artırmaya başlayacağı zamana kadar yapılacak bu uygulamayla TCMB kendine ek bir politika alanı edinmiştir. Ancak bu şekilde TCMB faizleri azaltmanın maliyetini de hazineye yüklemiştir. Kur risklerine korumalı bir ekonomi yaratmaya çalışan iktidar, kurlardaki dalgalanmanın oluşturduğu maliyetleri hazineye yükleyerek, risklerden muaf bir ekonomik ortam yaratmıştır. Elbette bu hazine için kaldırabileceğinden çok daha büyük bir yükü de beraberinde getirmiştir.  Bu yük aslında risklerden muaf olan kesimler tarafından ödenmek yerine, yine geniş halk kitleleri tarafından ödenir duruma gelmiştir. Oransal olarak düşük gelirli kesimlerin yükleri artmıştır.  Ama bu kesimlerin “riskleri azalan ekonomiden” elde ettiği nimetlerde ise bir artış yaşanmamaktadır.  Bu da, orta ve çok da uzun olmayan bir gelecekte ülkemizdeki gelir dağılımı ve yoksulluk sorunlarının daha da çetrefilli bir hale gelmesine yol açacaktır.