Varlık fiyatlarında oluşan sözüm ona “köpüğün” nedeni, kamuoyunu ikna edemeyen büyüme oranının ve buna bağlı olarak izlenilen likidite politikasının kamuoyu tarafından gerçekçi görülmemesidir. Her geçen gün yeni kavramlar öğreniyorum. Aslında bir iktisatçı olarak son zamanlarda öğrendiklerim, bildiğim ama ülkemizin güncel şartlarında yeni anlamlar yüklenmiş kavramlar çoğunlukla. Bunlardan biri de “köpük” kavramı oldu. Sayın Cumhurbaşkanımız, mutat olduğu üzere, Salı günleri Meclis grubunda yaptığı konuşmalarının birinde, “kurlardaki köpüğü 20 Aralık 2021 akşamı nasıl aldılarsa, enflasyondaki köpüğü de o şekilde alacaklarını” söyledi.  Gerçi kurlardaki köpüğün nasıl alındığı ne Sayın Bakan Nebati’nin, ne de kamuoyunun bilgisi dâhilindeydi; hâlâ tartışmalı.  Ama bu açıklama, 3 Ocak 2022’de TÜİK’in açıkladığı 2021 enflasyonunun hemen ardından gelen ilk resmi açıklama olması nedeniyle anlamlı bulunabilir. Aslında Sayın Cumhurbaşkanımız Aydın’da yaptığı bir konuşmasında bizzat kendisi, bizdeki enflasyonun seviyesinin çok da kötü olmadığını, farklı ülkelerden enflasyon verilerini kullanarak ispat etmeye çalıştı. Bu karşılaştırmanın amacı düşünüldüğünde, bizdeki enflasyonda da çok fazla köpük olmadığı, üstü kapalı bir şekilde kabul edilmiş olmuyor mu? Bunun çok da önemi yok artık. Zira bunu sürekli yapıyor. Bu siyasi bir taktik mi, yoksa çaresizliğin onu getirdiği bir nokta mı bilmek zor. Bu sorunun cevabını siyasi yorumculara bırakmak en iyisi. Muhtemelen Sayın Cumhurbaşkanının bazen pragmatizmden, bazen de bilgisizlikten kaynaklanan bu çelişkilerine derin manalar yüklemeyi onlara bırakmalı.  Biz şu “köpük” meselesine dönelim. Belki orada bu tarz açıklamalara bir gerekçe bulabiliriz. Son zamanlardaki ekonomik gelişmelerin önemini anlamış olan Sayın Cumhurbaşkanı, 20 Aralık günü yapılan müdahaleyle elde edilen sonuçları başarılı bulmakta ki, aynı nitelikte bir başarıyı enflasyonu düşürerek elde edilebileceğini düşünmekte.  Keşke mesele bu kadar basit olsa. Biz iktisatçılar “köpük” kavramını mali piyasalardaki varlık fiyatları bağlamında kullanırız.  Daha çok, herhangi bir iktisadi temele dayanmadan varlık fiyatlarının arttırılıp, piyasada suni olarak oluşan “değerlerin” piyasa mekanizması üzerinden kesimler arasında, haksız yere aktarılmasını ifade etmek için kullanılır. Hatta belli kişi veya kurumlar, varlık piyasalarından bu şekilde menfaat elde edebilmek amacıyla bu piyasaları araç olarak da kullanmaya çalışırlar. Bu şekilde elde edilen kazançların haksız edinim olarak algılanması, bunu engellemek üzere yönelik yasal tedbirlerin alınmasını zaruri kılar. Bu tarz manipülasyonların mali varlık piyasaları üzerinden yapılmasının nedeni son derecede basittir. Zira piyasada işlem gören bu varlıkların üretimi, bir mal üretiminde olduğu gibi üretim faktörlerinin fiziki olarak organizasyonuna gerek duymadan gerçekleştirilebilir; yani kolay ve maliyetsizdir. Belli yasal düzenlemelerin sağladığı avantajları kullanarak elde edilebilir. Kayda değer ek bir üretim maliyetine katlanmadan, mevcudun değerini arz ve talebi manipüle ederek değiştirmeye çalışırsınız. O yüzden piyasada oluşturulan değerin üretim faktörleri arasında dağıtımından da bahsedemeyiz. Yaratılan değer sadece bu varlığı elinde bulunduranlara gittiği için de, ciddi bir “değer transferine” neden olunur; bazen yapılan manipülasyonun niteliğine ve boyutuna bağlı olarak, servetler el değiştirir. Bu da gelir dağılımını bozucu bir etki yapar.
Görünen o ki yine iktidar, enflasyon ve mali istikrarın çözümünü yanlış yerlerde aramaya devam ediyor.  Bu da kamuoyunun iktidarın ekonomi yönetimine karşı güvensizliğini daha da arttırıyor.
Bu kavramın mal piyasaları için kullanımı pek bilinen bir şey değildir.  Sayın Cumhurbaşkanı, belki de bununla mal piyasalarında oluşan fiyat artışlarının iktisadi bir dayanağa sahip olmadığını söylemeye çalışmaktadır.  Ya da son zamanlarda, Sayın Nebati’nin anlatmaya çalıştığı ”heterodoks” enflasyonla mücadele yöntemlerinden olduğunu düşündüğüm, “market baskınlarını” gerekçelendirme çabasıdır.  Nedeni ne olursa olsun, “köpük” kavramının mal fiyatları bağlamında kullanımı bizlerin pek de alışık olmadığı bir kullanım şeklidir.  Kaldı ki, bu şekilde verilen bir mesaj kamuoyunun yanlış yönlendirilmesine yol açacaktır. Fiyatlardaki köpüğün mali varlıklarda oluşan bir durum olduğunu söyledik ya, bazen bu köpükleri kamu otoritelerinin uyguladıkları politikalar oluşturur. Örneğin merkez bankalarının “genişleyici para politikaları” böyle köpüklerin oluşması için elverişli koşulları sağlar.  Yani sorunun sorumlusu bizzat kamunun kendisi olabilir. Ekonomiyi canlandırmak, büyümeyi teşvik etmek için iktisadi aktörlerin eline geçen aşırı likidite, bir nedenden ötürü mal piyasalarında harcamaya dönüşmez, mali varlık piyasalarına yönelirse, bu varlıkların fiyatlarında da artışa neden olur. Bu, piyasaya sürülen fazla likiditenin yol açtığı bir talep enflasyonudur ve kamu otoritesinin yönlendirmesi neticesinde ortaya çıkmaktadır. Özellikle iktidarların arzu ettikleri büyüme hedeflerinin kamuoyu tarafından benimsenmemesi, iddialı bulunması ve beklentilerdeki bu farklılaşma, para otoritelerince arttırılan likiditenin mal piyasalarında harcamaya dönüşmesini engeller, fazlalığın mali varlıklarda değerlenmesi ile sonuçlanacak bir motivasyon oluşturur. Burada varlık fiyatlarında oluşan sözüm ona “köpüğün” nedeni, kamuoyunu ikna edemeyen büyüme oranının ve buna bağlı olarak izlenilen likidite politikasının kamuoyu tarafından gerçekçi görülmemesidir. Buna en güzel örnek 20 Aralık öncesi döviz fiyatlarında görülen artışlardır. Türkiye gibi siyasi ve ekonomik belirsizliklerin olduğu, elden çıkarılan mali kaynakların tekrar yerine konulmasının zaman aldığı (bazen de imkânsız olduğu) ülkelerde iktisadi birimler, ellerindeki mali kaynakları harcamaya dönüştürmekte tereddüt gösterebilirler. Bir de ülkede yüksek enflasyon korkusu varsa, mevcut mali kaynakların satın alma gücünü korumayı amaç edinirler. Bu beklentiler onları depolanabilir mal almaya yöneltirse, o malların fiyatları artar. Eğer gerçekten düşük faizli veya faizsiz bir ekonomi isteniyorsa, öncelikle enflasyon ortadan kaldırılmalı. Aynı şekilde bu fazla likidite, enflasyon oranı göreli olarak düşük olan yabancı ülkelerin paralarına yönelirse, kaçınılmaz olarak o paraların fiyatları yükselir.  Bunların olması istenmiyorsa, o zaman bu likidite fazlasının TL olarak tasarrufa yönlendirilmesinin sağlanması ve bunun için de tasarruflara enflasyonun üzerinde faiz verilmesi gerekmektedir.  Bu şekilde bankacılık sistemi içine çekilen likidite, bankalar eliyle üretici kesimlerin ihtiyaçlarını karşılayacak harcamalara dönüştürülebilecektir. Burada iktisadi nedensellik enflasyondan faizlere doğru işler. Elbette hiç kimse yüksek faiz istemez. Ama enflasyonu engelleyemeyen bir ekonomide insanların tasarruflarının değerini korumak için TL’yi tercih etmeleri daha başka nasıl sağlanabilir ki?  Eğer gerçekten düşük faizli veya faizsiz bir ekonomi isteniyorsa, öncelikle enflasyon ortadan kaldırılmalı. Enflasyonist bir ortamda, insanların tasarruflarını TL mevduatlarda tutmaları teşvik edilmek isteniyorsa, enflasyon oranının üzerinde bir faiz belirlenerek (yani pozitif bir faiz vererek) vatandaşın TL’de kalması temin edilebilir. Kim yapacak bunu? Tabi ki siyasetten bağımsız para politikası yapacak olan Merkez Bankası. Peki ya belirsizliğin ve güven eksikliğinin olduğu bir ortamda, para otoritesi enflasyonun altında bir faiz verirse ne olur? Doğal olarak hiç kimse tasarruflarını TL olarak tutmak istemez.  Bu noktada iktisat dışı yöntemlere başvurularak insanların motivasyonunu arttırmaya çalışılabilir; onların manevi dünyalarını hedef alınıp, memleket ve din sevgileri suiistimal edilerek, TL’ye yönelmeleri zorlanabilir. Ama bunun yapılması doğru değildir; hele ahlaki hiç değildir. Enflasyonun giderek arttığı bir ekonomide, faizleri sürekli düşürme niyetinde olan bir iktidarla TL’den kaçış kaçınılmazdır.  Bu ister istemez bizim gibi mali gelişmişlik düzeyi düşük olan ülkelerde dövize yönelim ile sonuçlanmaktadır.  Bu da, oluşan talep fazlası nedeniyle kurların artışına neden olmaktadır. İşte bu yüzden son zamanlarda kurlarda oluşan “köpüğün” nedeni i) ekonomideki likidite fazlası, ii) hükümetin yeterli mali kaynak olmadan hızlı büyüme arzusu; iii) yüksek enflasyon; iv) güven eksikliğidir.  Bu konularda bir ilerleme kaydetmeden bahsedilen köpüğün, alıştığımız “ortodoks” yöntemlerle alınabilmesi mümkün değildir.
Enflasyonun giderek arttığı bir ekonomide, faizleri sürekli düşürme niyetinde olan bir iktidarla TL’den kaçış kaçınılmazdır.
Şimdi bir bakalım “köpüğü” alacağını söyleyen Sayın Cumhurbaşkanının hükümeti bu konularda nasıl bir performans göstermiş. Öncelikle siyaseten köşeye sıkışmış iktidarın “yüksek büyüme hırsından” vazgeçmediği anlaşılıyor.  Öyle ki, düşük politika faizi ve yüksek likidite uygulamasında ısrar ediliyor.  İkincisi, 3 Ocak 2022’de açıklanan enflasyon oranlarında tarihi bir rekora ulaşılmış durumda.  Ekonominin kurmayları sürekli düşük enflasyon vaatleri veriyorlar ama bunun nasıl yapılacağı sorularını cevapsız bırakıyorlar. Muhtemelen bunu kendileri de bilmiyorlardır.  Üçüncüsü, mevduatların kompozisyonuna bakıldığında insanların hâlâ dövizde kalmaya devam ettiği anlaşılmaktadır. Bu da güven eksikliğinin devam ettiğini göstermektedir. Açık bir şekilde kabul edilmese bile, bu ortamda vatandaşın TL tasarrufları için enflasyonun üzerinde faiz taleplerinin kur korumalı mevduat uygulaması ile dolaylı yoldan karşılanması olumlu bir gelişmedir.  Ancak bu uygulama da hazineye orta ve uzun vadede yeni yükler getirerek, makroiktisadi istikrarı tehdit edecektir. “Köpükle” ne kastedildiği bir yana, öyle anlaşılıyor ki, iktisatçıların köpüğü doğuran sebepler olarak gördükleri nedenler ortadan kaldırılmadan, mali piyasalarda kalıcı bir istikrarın sağlanması zor.  Sayın Cumhurbaşkanının son günlerdeki açıklamalarına bakılırsa, görünen o ki yine iktidar, enflasyon ve mali istikrarın çözümünü yanlış yerlerde aramaya devam ediyor.  Bu da kamuoyunun iktidarın ekonomi yönetimine karşı güvensizliğini daha da arttırıyor.