İstanbul, tek maaşla yaşamanın mümkün olmadığı bir şehre dönüştü. Asgari ücretin, standart ücrete dönüştüğü Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminde meslek sahibi bir insanın tek başına yaşamasının önündeki imkanlar ortadan kalktı. Üniversitede ders almaktan büyük mutluluk duyduğum Yaşar Erdinç, enflasyonu anlatırken bu süreci “paradan kaçış demektir,” diye özetleyivermişti. Paradan kaçış, kendini sürekli yenileyen bir döngüyü de yaratıyor çünkü insanlar “bir daha bu fiyattan bulamam,” diyerek kimi zaman ihtiyaçlarından çok daha fazlasını alıp stokluyorlar. Özellikle de dayanıklı tüketim mallarına rağbet müthiş artıyor. Enflasyon, nisbi fiyatları çarpıtıp piyasanın oranlarını da bozunca kimi ürünler bulunamıyor, kimileri de sürekli pahalanıyor. Ekonomik beklentiler ve dengeler başta, her şey rayından çıkıveriyor. Bu enflasyonist ortamda parası olanlar, enflasyondan korunmak için benzer tüketim mallarını almaya karar verdiklerinde o malların fiyatları uçuveriyor. Halihazırdaki arz, bir anda patlayan talebi karşılayamıyor çünkü. Türkiye’de resmi rakamlara göre iki, alternatif rakamlara göre ise üç haneli olan tüketici enflasyonu artık kontrolden çıktı -üretici enflasyonu ise TÜİK’e göre bile yüzde 115! Türkiye’nin enflasyonu bu ama İstanbul’unki bunun da üstünde. Nezih Onur Kuru, geçen hafta Politikyol’da yayınlanan yazısında konut fiyatlarının bir ayda yüzde 15 yükseldiğini söylüyor ve bunun nasıl bir sermaye transferine yol açtığını örneklerle anlatıyordu. Bu deli artışın sebeplerinden biri enflasyon yüzünden paradan kaçışın başlamasıysa, ötekisi de inşaat maliyetlerinin akıl almaz boyutlarda olması. İşçi maliyetleri ise sadece binde 2 yükseldi. Öte yandan, arka kapı satışları ve üç ayda bir, bir Çanakkale Köprüsü kadar paranın bankada hesabı olan 300 bin mudiye aktarılacağı Kur Korumalı Mevduat ile döviz belli bir yerde şimdilik tutuluyor. “Getiri” adını alan “faiz” zaten önemsizleştirildi. Böyle olunca, parası olan faize yatırsa enflasyon karşısında perişan oluyor, dövize ya da altına yatırsa bir şey değişmiyor, e ne yapacak bu insan? Ya gidiyor kriptoya, borsaya ya da gidip doğrudan bir mal alıyor. Tabii konut fiyatları yükselince kiralar da onu takip ediyor, çünkü bir konutun değeri genellikle 240 aylık kirasına denk geliyor. Fiyatlar geldi ev sahipleri ile kiracıları birbirine düşürecek yere dayandı. Nasreddin Hoca’nın meşhur fıkrasındaki gibi burada da herkes haklı. Hem ev sahibi haklı, enflasyondan ve yaşam pahalılığından korunmaya çalışıyor… Hem de kiracı haklı, gelirinin katbekat ötesinde bir artış talep ediliyor ki ödenmesi mümkün değil. Mesela, orta sınıftan birinin maaşıyla tek eve çıkabilmesi şu anda hayal oldu. Üstelik bunu yapan, orta sınıf sayısını ikiye katlayan AKP’ydi, yaklaşık 10 milyon insan ilk kez bu dönemde uçağa bindi. Bayramda memlekete dedesini görmek yerine ucuz bilet arayarak bir Avrupa şehrine gezmeye gidenler işte o yeni orta sınıftı. Aynı dönemde İstanbul “1+1” ev tipiyle tanıştı. Dedemin içinde yaşamayı hayal dahi edemediği tek odalı evler milyonlarca insan tarafından tercih edildi. İktidar, ekonomide bilime uygun olmayan ne varsa yapmaya karar verip enflasyonu uçmaya bırakınca orta sınıf da ateşe tutulan buz gibi erimeye başladı. Ev sahipleri bastırır, kira artışı için sürekli sıkıştırır, biberin tanesi 1 liraya, domatesinki 3 liraya satılırken kimsenin geliri bu oranda artmadı. Bu baş aşağı gidişe ilaveten bir de yabancıların çeşitli sebeplerden -savaş, vatandaşlık vs- ötürü Türkiye’deki konutlara talebi eklendi. İstanbul, bir maaş ile insanların yaşamasının mümkün olmadığı bir şehre dönüştü. Asgari ücretin, standart ücrete dönüştüğü Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminde meslek sahibi bir insanın tek başına yaşamasının önündeki imkanlar ortadan kalktı. Bir öğretmenin, bir bankacının, bir büro çalışanının, bir terzinin maaşından kirayı ve faturalarını ödeyip kalanıyla da “insanca” bir yaşam sürmesinin önü kapandı. Tatile gitmek, yaşamı anlamlı kılan çeşitli hovardalıklar yapmak, bir ev alma hayalini kurmak… AKP, bu hayali bile orta sınıfların elinden aldı. İstanbul, meslek sahibi olmayan yığınların “taşı toprağı altın” diyerek geldiği bir şehirden, meslek sahibi sahibi insanların yaşayamayacağı bir pahalılık cehennemine dönüştü. Ne ilki doğru bir politikaydı ne de şimdiki kabul edilebilir… Meslek sahibi insanlar İstanbul’u terk etmeye hazırlanıyorlar. Bunun ne kadar kötü bir gidiş olduğunun farkında mısınız?