Gelişmekte olan ülkeler Rusya’yı kınarken Batı’nın ekonomik yaptırımlarına katılmadılar. Bu tutum, Batı’nın yegâne güç olmadığını ortaya koyarak dünya güç dengesindeki paradigmatik değişimi göz önüne seriyor.
Gelişmekte olan ülkelerin birçoğu Rusya’nın meşru olmayan ve uluslararası hukuku ihlal eden Ukrayna işgalini kınarken Batı’nın Rusya’ya yönelik ekonomik yaptırımlarına katılmadı. Bu ortak tutum, Küresel Güney’in Batı’nın zorlayıcı taktiklerini kendi ulusal çıkarlarına uygun bir politika aracı olarak görmediğini ve Batı’nın göz önüne alınması gereken yegâne güç olmadığını ortaya koyarak dünya güç dengesindeki paradigmatik değişimi göz önüne seriyor.
Vladimir Putin'in Ukrayna işgali NATO’nun iç siyasal tutarlılığını arttırarak ve Avrupa-Atlantik güvenlik topluluğu arasındaki dayanışma ve birlik ruhunu canlandırarak “Batı” fikrine yeni bir soluk verdi. Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Başkanı Joe Biden, başkan olarak göreve geldikten sonraki 2 Mart’taki ilk "Birliğin Durumu” konuşmasında Vladimir Putin'in saldırganlığı karşısında "daha birleşik bir Avrupa, daha birleşik bir Batı görüyoruz" dedi. Biden bu değerlendirmesinde haklıydı. Soğuk Savaşı hatırlatan ortak yeni bir düşman tasavvuru sadece Polonyalı milliyetçiler ve Avrupa Birliği (AB) bürokratlarını iki sıkı müttefik haline getirmedi. Ayrıca, Avrupa ve Atlantik arasındaki safları da birdenbire sıklaştırdı.
Özerk Avrupa fikri zayıflarken Avrupa’nın güvenliği için ABD ve NATO önemli olduğu fikri güçleniyor.
Washington'un Avrupalıların NATO’ya katkı paylarını arttırmaları için uzun süredir yaptığı çağrı böylece karşılık bulmuş oldu. Almanya başta olmak üzere pek çok Avrupa devleti askeri bütçesini ve ittifaka katkısını arttırırken Amerikan silah endüstrisi de bu yeni konjonktürden kazançlı çıkmış oldu. Böylece en azından kısa vadede Fransa’nın başını çektiği ABD’den bağımsız olarak hareket eden jeopolitik olarak özerk bir Avrupa fikri zayıflarken Avrupa güvenliği için ABD ve NATO’nun öneminin bir kez daha altı çizilmiş oldu. Haliyle bu, ABD’nin
Ulusal Savunma Stratejisi ve
Ulusal Güvenlik Stratejisi’nde revizyonist güçler olarak tanımlanan Çin ve Rusya’nın Amerika'nın “jeopolitik avantajlarına itiraz etmelerini" önlemek için ABD’nin ihtiyaç duyduğu gerekli birlik ruhunu ve rekabet alanını yaratma fırsatı verdi.
ŞER EKSENİNDEN OTOKRATİK EKSENE
Tıpkı New York ve Washington'a yönelik 11 Eylül saldırılarının ardından ABD Başkanı George W. Bush’un “teröre karşı küresel savaş” arifesinde “ya bizimlesiniz ya da bize karşısınız” diye uyarması gibi Biden da Putin'e karşı mücadeleyi "özgürlük için yeni bir savaş" ve “demokrasiler için bir test” olarak sunarak tüm demokratik ulusları Rus revizyonist tehdidine karşı birleşmeye çağırdı.
Bu çağrının Küresel Güney’de ne ölçüde karşılık bulduğu ise şüpheli. Yeni bir Avrupa güç dengesi için jeopolitik bir güç mücadelesinin şekillendirdiği bu rekabetin Batı’nın siyaset yapıcıları ve kitlesel bilgi tedarikçileri tarafından demokrasi ve otokrasi arasındaki savaş olarak çerçevelenmesi Küresel Güney’deki pek çok demokratik ülkeyi ikna etmeye yetmemiş gibi görünüyor. Afganistan, Irak, Libya ve Suriye’deki Batı-destekli rejim değişikliği politikalarının yarattığı insani trajediler ve bölge ve bölgedeki ülkeler için yarattığı çok boyutlu hibrit tehdit ve riskler ortaydayken gelişmekte olan pek çok ülke ne Batı’nın yüksek özgürlük ve demokrasi sloganlarını eskisi gibi gözü kapalı satın alıyor ne de ABD zayıflarken, Çin yükselirken ve Rusya intikam duygusuyla geri dönerken Batı’nın kendilerine yardım edeceğine ve koruyacağına güveniyor.
CESUR YENİ TARAFSIZ DÜNYANIN YÜKSELİŞİ?
Rusya’nın işgali sonrasında Küresel Güney’den gelen tepkiler, ABD, NATO ve AB’den oluşan Avrupa-Atlantik güvenlik topluluğuna veya daha basit ifade ile Batı’ya yönelik küresel desteğin gittikçe azaldığını, Batı’nın göz önüne alınması gereken tek küresel güç olmadığını ve dünyadaki güç dengesinin artık geri dönülemez bir şekilde değiştiğini ortaya koyuyor. Hem Rusya hem de Çin, Batı-dışındaki coğrafyalarda gittikçe önem kazanıyor. Orta Doğu ve Asya’da pek çok devlet sadece Batı’nın isteği üzerine Rusya ve Çin ile sürdükleri ilişkilere zarar verme riskini göze almak istemiyor.
Hem Rusya hem de Çin, Batı-dışındaki coğrafyalarda gittikçe önem kazanıyor. Orta Doğu ve Asya’da pek çok devlet sadece Batı’nın isteği üzerine Rusya ve Çin ile sürdükleri ilişkilere zarar verme riskini göze almak istemiyor.
Bu denge arayışları Birleşmiş Milletler’de (BM) Rusya’ya yönelik alınan kararlarda ya da Batı’nın Rusya’ya uyguladığı ekonomik yaptırım paketine küresel katılımda göze çarpıyor. Örneğin, Rusya'nın Ukrayna'dan çekilmesini talep eden BM Genel Kurulu'nun 2 Mart'ta yaptığı oylamada, Hindistan ve Güney Afrika gibi Küresel Güney’in büyük demokrasileri çekimser kaldı. Benzer çekimser duruş, Rusya’nın Ukrayna'yı işgali sırasında yaşanan "ağır ve sistematik ihlaller ve insan hakları ihlalleri raporları" nedeniyle BM Genel Kurulu'nda Rusya'nın İnsan Hakları Konseyi'nden uzaklaştırılmasına ilişkin 7 Nisan’da oylanan kararında da yaşandı. Aralarında Biden’ın geçtiğimiz Aralık ayında Demokrasi Zirvesi’ne davet ettiği Hindistan, Brezilya, Meksika, Güney Afrika, Kenya, Nijer, Nijerya, Senegal, Endonezya, Malezya, Pakistan, Nepal, Irak gibi Batı-dışı demokrasilerin de olduğu 58 ülke çekimser kaldı. Biden’ın Demokrasi Zirvesine davet edilmeyen Singapur, Tayland, Kamboçya gibi Asya ülkelerinin yanı sıra Mısır, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Ürdün, Katar ve Kuveyt gibi pek çok Orta Doğu ülkesi de karara çekimser kalanlar arasındaydı. Zirve’ye davet edilmeyen bir başka ülke olan Türkiye diğer 92 ülke ile birlikte ABD liderliğinde hazırlana karara lehte oy kullanırken; Çin, Küba, Kuzey Kore, İran, Suriye, Vietnam, Laos gibi 24 ülke ise karara karşı çıktı.
Rusya'ya uygulanan yaptırımlara küresel katılımın haritasına baktığımızda ise ABD, Birleşik Krallık, Kanada, İsviçre, Avustralya, Yeni Zelanda, AB gibi Batı ülkelerinin dışında sadece dört Asya ülkesinin (Japonya, Güney Kore, Tayvan, Singapur) Rusya’ya yaptırım rejimine katıldığını görüyoruz. Bu bize Endonezya dışişleri bakanlığı temsilcisinin dile getirdiği gibi artık pek çok ülkenin “
başka bir ülkenin attığı adımları körü körüne izlemekte” isteksiz olduğunu gösteriyor. Nitekim, bu tek-taraflı yaptırımlar, gelişmekte olan pek çok ülkede, Batı'nın jeopolitik çıkarlarını ve beklentilerini koruyamadıkları veya destekleyemedikleri durumlarda kendilerine karşı kullanılabilecek Batı’nın zorlayıcı ekonomik gücünü hatırlatarak tepkiye yol açtı. Biraz da bu yüzden Brezilya, Arjantin, Meksika gibi Latin Amerika’nın büyük demokrasileri bu yaptırımlara yönelik güçlü eleştiriler yöneltti.
Rusya ile birlikte BRICS forumunu oluşturan Brezilya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika ülkeleri 15 Nisan’da Ukrayna ile ilgili
ortak bildiri yayınlayarak “tek taraflı yaptırımların dünya ekonomisinin toparlanması, sanayi ve tedarik zincirlerinin istikrarı, enerji ve gıda güvenliği ve 2030 Sürdürülebilir Kalkınma Gündeminin uygulanması üzerindeki ciddi etkilerinden özellikle endişe duyduklarını” dile getirdiler. Bu ülkeler, Moskova'nın 20 Nisan’daki G-20 toplantısına katılımını desteklerken,
Çin Maliye Bakanı Liu Kun, Pekin'in ekonomik meselelerin siyasallaştırılmasına karşı olduğunu söyledi.
KÜRESEL GÜNEY NEDEN TARAFSIZLIĞI TERCİH EDİYOR?
Küresel Güney’in tarafsız tutumları benzer nedenlerden kaynaklanıyor. Bunlar arasında daha fazla Rus yatırımı çekme veya devam eden ticari, ekonomi ve savunma gibi alanlardaki iş birliklerine zarar gelmesini önleme arzusu var. Örneğin, Brezilya’nın popülist Devlet Başkanı Jair Bolsonaro, Şubat ayı ortasındaki Moskova seyahatinde ülkesinin gelişmiş tarım sektörü için kritik öneme sahip olan Rus gübrelerine atıfta bulunarak Brezilya'nın çatışmada tarafsız kalacağını daha kriz savaşa tırmanmadan açıkladı. Sadece Brezilya değil; Kuzey Afrika ve Orta Doğu, gübreden buğdaya kadar temel ihtiyaçlar için Rusya'ya bağımlı. Netice itibari ile artan şekilde birbirine bağlanan karmaşık karşılıklı-bağımlılık dünyasında hemen hemen hiçbir gelişmekte olan ülke ABD ve onun rakipleri arasında seçim yapmayı ya da ekonomilerinin veya güvenliklerinin tek bir ülkenin sadakat testine tabii tutulmasını istemiyor. Bu bağlamda, pek çok gelişmekte olan ülke net bir taraf almayarak gelecekteki seçeneklerini açık tutmak istiyor.
Küresel Güney’in tarafsız tutumları benzer nedenlerden kaynaklanıyor. Bunlar arasında daha fazla Rus yatırımı çekme veya devam eden ticari, ekonomi ve savunma gibi alanlardaki iş birliklerine zarar gelmesini önleme arzusu var.
Rusya ile güçlü tarihsel ilişkileri olan Hindistan, son yıllarda Moskova ile savunma, ticaret ve enerji alanlarındaki iş birliğini arttırdı. Savunma ihtiyaçlarının %65 ila %86'sını Rusya’dan tedarik eden Hindistan, ABD’nin -Türkiye’ye de hali hazırda uyguladığı- CAATSA yaptırımlarının tehdidine aldırmadan geçen yıl sonunda Rus S-400 hava savunma sistemini envanterine soktu. Geçtiğimiz Aralık ayında Putin’in Delhi ziyareti sırasında 10 yıllık bir savunma iş birliği antlaşması imzalayan iki ülke, ayrıca BM ve diğer çok taraflı forumlarda iş birliği içinde hareket etme üzerine anlaştı. Bu koşullar altında, Hindistan Batı’dan gelen tüm baskılara direnerek Rusya’nın saldırganlığını kınayan hem 26 Şubat’taki Güvenlik Konseyi hem de 2 Mart’taki Genel Kurul oylamasında çekimser kaldı. Prof. Dr. Rhamesh Thakur’a göre Hindistan’ın ulusal çıkarları doların dünyanın para birimi olarak ABD’nin jeopolitik çıkarlarını tehdit ettiğinde bir silah olarak kullanılmasını dengelemek için
Çin ve Rusya tarafından inşa edilmeye çalışılan paralel ödeme sistemini desteklemekte yatıyor. Nitekim petrolü indirimli olarak ithal etmek için bugünlerde Hindistan Rusya ile
ticari ödemelerin rupi-ruble cinsinden yapılacağı yeni bir mekanizma kurmaya çalışıyor.
Ayrıca, Küresel Güney’deki pek çok ulusun Batı’ya karşı güvensizlik doğuran tarihsel deneyimleri var. Örneğin, Endonezya ile ABD arasındaki ikili ilişkiler şu anda kısmen güçlenmiş olsa da Endonezya, 1999'da Doğu Timor'da yaşanan şiddet olaylarının ardından ABD ve Batı'nın kendisine uyguladığı ve silahlı kuvvetlerinin modernizasyon programına büyük darbe vuran
ambargoyu unutamıyor. Bu deneyim Endonezya'nın özellikle savaş uçakları gibi gelişmiş askeri silahlar için ABD'ye tamamen güvenmesini zorlaştırıyor. Her ne kadar Rusya’ya uygulanan kapsamlı yaptırımlar Endonezya’nın
Rusya’dan gelişmiş savaş uçakları alma arzusuna ABD’nin ikincil yaptırım korkusu ile kısa vadede ket vuracak olsa da Endonezya diğer pek çok ülke gibi seçeneklerini açık tutmak istiyor.
BATI İÇİN ÖNERİLER
Ne kadar sorunlu ya da kusurlu olsalar da en azından Schumpeteryan manada demokratik rejime sahip pek çok ülkenin Batı’nın arkasında gözü kapalı hizalanmaması ve Rusya'ya yönelik mevcut yaptırım rejimine katılmaması, Batı politika yapıcıları ve onların rıza üreticilerinin mevcut jeopolitik büyük güç rekabetini demokrasiler ve otokrasiler arasındaki bir mücadele olarak çerçevelemelerinin ne kadar sorunlu olduğunu gösteriyor. Bu basite indirgenmiş ve ideolojik olarak yüklü ikili kodlar dikkatli bir şekilde kullanılmadığı takdirde Batı’nın stratejik seçeneklerinin istenmeyen şekilde sınırlanmasına yol açabilir. Bunun nedeni, Suudi Arabistan, Körfez ülkeleri veya Vietnam gibi ABD’nin Orta Doğu ve Hint-Pasifik'teki birçok müttefikinin siyasal rejiminin tartışmasız bir şekilde otokrasi olmasıdır. Dolayısı ile olayları böylesine ikili terminolojide yeniden çerçevelendirme girişimleri, Batı’nın otoriter rejime sahip olan müttefikleriyle ilişkilerinin rakipleri tarafından ikiyüzlülük olarak eleştirilmesine yol açıp Batı’nın yaratmak istediği siyasal birliği baltalayabilir.
İkinci olarak büyük güçler arasındaki jeopolitik rekabetin, nüanslara yer bırakmadan demokrasilere karşı otokrasiler ya da iyiye karşı kötü olarak çerçevelenmesi, çok kutuplu dünyanın çoğunun çıkarlarına aykırıdır. Bu değişen güç çağında Batılı olmayan pek çok devletin uzun vadeli çıkarları eski Soğuk Savaş ikilemlerine ve birbirine rakip iki ayrı güç bloğuna hapsolmaktansa gittikçe daha fazla parçalanan ve bölgesel hegemonlarla karakterize edilen yeni çok-kutuplu ve çok-katmanlı dünyada; büyük bir güç savaşı olasılığını en aza indirmekte, bölgelerindeki jeopolitik şoklara karşı kendilerini korumakta ve tüm güçler tarafından saygı duyulan kurallara dayalı yeni bir dünya düzeni yaratmakta yatmaktadır. Ayrıca, her ne kadar Batılı politika yapıcıları ve onların rıza üreticileri, Rusya ve ABD/NATO’nun askeri müdahaleleri arasındaki herhangi bir ahlaki denkliği reddetseler de Batılı olmayan dünya için bu ikna edici olmaktan çok uzaktadır. Bu yüzden, Batı’nın Küresel Güney’e Moskova'ya karşı daha sert bir resmi tavır alması için baskı yapması bu toplumları Batı’dan daha uzaklaştıracaktır. Nitekim, küresel konjonktür “aydınlanmış” Batı’nın yaptırımlar, ambargolar, izolasyon ve baskı politikaları ile diğerlerini disiplin altına alma girişimlerine yönelik gittikçe artan hoşnutsuzluğu göz önüne sermektedir.