Gezim esnasında Türk kadınlarını, kız çocuklarımızı düşündüm. Örfi ve dini baskılarla belki de hayallerini yaşayamadan gençliğine veda eden kızlarımız aklıma geldi. 6 yaşında gelinlik giydirilen kızlarımız…
Yaklaşık 3 aydır Dünya turundayım. Birçok farklı ülkede birçok farklı insanla tanıştım. Yeni ve farklı insanlarla tanışmayı bir gelişim ve değişim fırsatı olarak görmek seyahatleri anlamlı kılan en önemli yöndür. Günlük yaşantımızda sıkışıp kaldığımız o dar çevremizin dışına çıkıp,
‘eski’ kendimize
‘yeni’ bir pencereden bakabilmeyi sağlar. Başka türlü hayatların da mümkün olabileceğini bize gösterir.
Bu bakış açısı ömrümüz boyunca bize dayatılan yerli, milli, dini ve kültürel
‘doğruların’ belki de bu hayattaki tek doğru olmadığını anlamamıza olanak sağlar. Günlük yaşam mücadelesi içinde peşinden koştuğumuz amaçların ve edindiğimiz hırsların o kadar da değerli olmadığını, birçok gerçeğin aslında illüzyondan ibaret olduğunu gösterebilir. En önemlisi seyahat insanı mütevazi kılar. Düşüncelerinin, inancının ve hatta kendisinin evrensel ölçekte ne kadar önemsiz ve sıradan olduğunu gösterir. Seyahat bakmasını bilenler için öğretici bir aynadır.
Yazar Jim Rohn
“İnsan, en çok vakit geçirdiği 5 kişinin ortalamasıdır” der. Doğrularımızı, isteklerimizi, peşinden koştuğumuz hırslarımızı, değer yargılarımızı, kısacası insan kalitemizi çevremizdeki insanlar belirler. Bu yüzden birçok siyasi partide, cemaatlerde, tarikatlarda herkes birbirine benzer. Çünkü buraların kapısı tek yöne açılır. Dışarıdan içeriye girilen kapı vardır. İçeri giren içerdekilere benzer. Bu gibi yerlerde dışarıya açılan, dışardakileri tanımaya, anlamaya, dinlemeye açılan kapı yoktur. Seyahat etmek bu bakımdan çok önemli ve değerlidir. Çünkü seyahat kendi kapınızdan dışarı çıkmanızı sağlar ve kapınızdan dışarıya adım attığınız o an kendinize yeni kapılar açtığınız andır.
Bu seyahatim boyunca erkek gezginlerden daha çok kadın gezginlerle karşılaştım. Gittiğim her yeni ülkede durum böyleydi. Kesinlikle abartmıyorum. Gezen kadınlar, gezen erkeklerden hep daha fazlaydı. Kız arkadaş grubuyla veya tek başına
‘solo’ gezen yüzlerce farklı kadın gezginle karşılaştım. Bir erkeğe ihtiyaç duymadan, bir erkeğin yapmayı kendine hak gördüğü her şeyi tek başına yapabilen cesur kadınlarla…
Bütün Patagonya’yı bisikletiyle gezen kadınla tanıştım…
Kendisine Dünya’daki 8000 metre üstü 14 dağa çıkma hedefi koyan kadınla tanıştım.
Hobi olarak eski uygarlıkları araştıran kadınla tanıştım… Machu Picchu’dan Tikal’a kadar hepsini karış karış incelemek için yola çıkmıştı…
Maratoncu kadınla tanıştım… Güney Amerika’da düzenlenecek bütün koşulara katılmak için geziyordu...
6 aydır sadece çadırda konaklayarak gezen kadınla tanıştım…
Dalgıç kadınlarla tanıştım… Dağcı kadınlarla tanıştım…
Sadece gönlünce eğlenmek, gençliğinin hakkını vermek için yollarda olanlarla da tanıştım…
Bu gezginlerin çoğu bekardı. Evlenmeden, yuva kurmadan önce dünyayı gezip görmeyi, farklı kültürleri, değişik yaşamları tanımayı tercih eden kadınlar…
Tanıştığım kadınlardan bir tanesi nişanlıydı, yazın evleneceğini söyledi. Nişanlısı işinden dolayı uzun süreli bir geziye çıkamadığı için kendisi tek başına Dünya turuna çıkmıştı. Türkiye gibi ataerkil bir kültürde büyümüş birisi olarak istem dışı ağzımdan
‘Nişanlını tebrik ederim, izin vermiş’ deme gafletinde bulundum. Kız bir şey demedi.
‘‘Sizde nasıl?’’ diye sordu. Kısaca anlattım. Çıkabilir miyim? Gidebilir miyim? Neredesin? Kiminlesin? O Kim? Bu kim? Onunla görüşme, bununla konuşma, giyemezsin, gidemezsin, gezemezsin vs...
Annelik kadının biyolojik bir becerisidir, onu erkekten üstün kılan bir özelliktir, ne ilginçtir ki bu beceri şark toplumlarında kadını baskılamanın ve üzerinde iktidar kurmanın bir aracı haline gelmiştir.
Kız gülümsedi. ‘‘
Sürekli baskı ve kontrol altında bıraktığın, kendinden başka hiç kimseyle muhatap olmasına izin vermediğin bir kızın test edilmemiş sadakatine güvenmek mi, dünyanın öbür ucunda her türlü eylem ve seçme özgürlüğüne sahipken bile sadece sana sadık kalan bir kıza güvenmek mi?’’ dedi. Bu sefer ben gülümsedim, cevabımı anlamıştı.
Bu duygu ve düşüncelerle gezim esnasında Türk kadınlarını, kız çocuklarımızı düşündüm. Örfi ve dini baskılarla belki de hayallerini yaşayamadan gençliğine veda eden kızlarımız aklıma geldi. 6 yaşında gelinlik giydirilen kızlarımız… Çocukken çocuk sahibi olan kızlarımız…
Maddi imkansızlıklardan dolayı belki dünya turu yapmak herkes için mümkün olamayabilirdi ama en azından Türkiye turu yapmaları gayet mümkündü… Devletimiz liseden mezun olan her kız çocuğumuza gezsinler, görsünler diye karşılıksız
‘gezi bursu’ vermeli diye düşündüm…
Sonra kamusallaştırılan
“kadın” kavramı üzerinden kızlarımıza bazı toplumsal davranış kodları empoze ettiğimiz aklıma geldi.
Bu davranış kodlarına uyulmazsa toplumsallaşma sürecinde kadını dışladığımız, ötekileştirdiğimiz ve maalesef başına gelecek her şeyi “hak ettiği” düşüncesine maruz bıraktığımız aklıma geldi… Tek başına gezmek de maalesef bu kodlardan birisiydi... Hâlbuki Dünya’da durum bambaşkaydı.
Bu kodlarının bir diğeri de
‘annelik’ göreviydi. Esasında annelik kadının biyolojik bir becerisidir, onu erkekten üstün kılan bir özelliktir, ne ilginçtir ki bu beceri şark toplumlarında kadını baskılamanın ve üzerinde iktidar kurmanın bir aracı haline gelmiştir. Anneliği yüceltirken, kadınlığı aşağılamak şark toplumlarında sıklıkla karşılaşılan tuhaf bir tutumdur.
Evet, annelik kutsaldır, onu yüceltelim ama annelikten önce kadınlığın, hatta insanlığın geldiğini asla unutmayalım. Kadının annelikten önce kadınlığını, insanlığını, hayatını yaşamak istemesi onun en doğal hakkı olmalıdır.
Yaşı ne olursa olsun her annenin yavrusuna elinden geldiğince en iyi şekilde annelik yapmaya çalışacağından şüphem yok. Konum bu değil ama bir şey çok net: Gençliğinin baharında evlendirilen, kendi gençliğini ve hatta maalesef kendi çocukluğunu bile yaşayamadan çocuk sahibi olan kadınlarla, gençliğini doyasıya yaşamış, dünyayı gezmiş görmüş, farklı kültürleri, yaşamları tanımış, deneyimlemiş kadınların yetiştireceği çocuklar ve nesiller asla bir olmaz, olamaz! Medeniyetler arasındaki farkı yaratan birçok etkenden birisi de budur.
Eğer sizi mutlu edecekse seyahat edin, gezin, dünyayı görün, eğlenin. Günümüz tıbbı imkanlarında 40’lı yaşlarda bile çocuk sahibi olmanız mümkün, ama bir daha gençliğinizi doyasıya yaşamanız asla mümkün değil!
Bu fark ancak kültürel bir devrimle giderilebilir. Bu noktada kız çocuklarının babalarına ve daha önemlisi annelerine büyük iş düşüyor. Bir kız çocuğuna gelinlik giydirilirken ilk önce annesinin karşı çıkması;
‘Saçmalamayın, benim kızım daha okuyacak, gezecek, görecek, hayatını yaşayacak’ demesi gerekiyor! Annesinin bunu diyebilmesi için de kendi annesinden benzer bir tutum görmesi gerekiyor. Bu bir zincir, bu zincirin bir yerde kırılması gerekiyor. Deyim yerindeyse ‘
eski köye yeni adet’ gelmesi gerekiyor.
Madem eski köyün adetlerini savunan birileri çıkıp düşünce özgürlüğü kapsamında çekinmeden şu sözleri sarf edebiliyorlar;
“
Yalnız bırakılan kadın ya davulcuya ya zurnacıya”
“Kızlar okuyunca erkekler evlenecek kız bulamıyor”
“Türk kadını evin süsüdür”
‘‘Herkes içinde kahkaha atan kadın iffetli değildir’’
‘‘Evini çekip çevirmekten vazgeçen bir kadın eksiktir, yarımdır’’
“Kadın çalışmasın, evde otursun ve en az üç çocuk yapsın…’’
O zaman ben de şu sözleri sarf edeyim.
Türk kadınının nasıl yaşaması, ne yapması gerektiğine, onun için neyin değerli ve önemli olduğuna sadece kadınların kendisi karar verir.
Türk kadını takipçi olmayı değil, en önde yürümeyi hak ediyor. Eğer sizi mutlu edecekse seyahat edin, gezin, dünyayı görün, eğlenin. Günümüz tıbbı imkanlarında 40’lı yaşlarda bile çocuk sahibi olmanız mümkün, ama bir daha gençliğinizi doyasıya yaşamanız asla mümkün değil!
Tanrı’nın size sunduğu gençlik hediyesini, birkaç erkek istedi diye heba etmeyin.
Unutmayın ki seyahat para harcayarak zenginleşeceğiniz tek aktivitedir.
Yola çıkmak için aslında nedeniniz çok ama bahaneniz yok. Kim ne derse desin; Yol açık, yola çık!