1948’de Doğu Afrika kıyısındaki Zanzibar’da doğan Tanzanyalı yazar Abdulrazak Gurnah’ın “Sessizliğe Hayranlık” adlı eseri, post-kolonyal edebiyatta önemli bir yer tutmaktadır. Her tarihsel dönemlerde, bizleri bir arada tutan hikâyeler ve anlatılar arardık. Bu cömert bir katkı değildir belki ama o tarihsel dönemin uğrağı ve bizlere sunduğu izleklerin “değişim” ve “yaşam anlatısı” açısından nasıl bir “uyanış potansiyelini” karşılamaya hazır olduğumuzun ifade biçimi de olabileceğidir. 1948’de Doğu Afrika kıyısındaki Zanzibar’da doğan Tanzanyalı yazar Abdulrazak Gurnah’ın “Sessizliğe Hayranlık” adlı eseri, post-kolonyal edebiyatta önemli bir yer tutmaktadır. Eser, 2018 yılının Haziran ayında yayımlanmıştır. “Kültürler ve kıtalar arasındaki körfezde sömürgeciliğin etkilerine ve mültecinin kaderine nüfuz etmesi" sebebiyle 2021 Nobel Edebiyat Ödülü'ne layık görülen yazar Gurnah, 1986'da Wole Soyinka'dan bu yana Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazanan ilk siyah Afrikalı yazar olmuştur. “Sessizliğe Hayranlık” eserini seçmemin nedeni, çok-katmanlı “etnisite-ırk-cinsiyet-ulus” meselelerini “sessiz ve isimsiz” bir anlatıcı üzerinden “aidiyet sorunu” ve “Batı’ya göç hareketliliği” ile birlikte aktarması ve “melez kültürlerin” bellekteki uyanışını “umut” ederek haykırmasıdır. Tabii bu hikâyeyi gerçekçi bir anlatımla aktarmak kolay olmayacaktır. İngiltere’ye anavatanından koparak (göç ederek) gelmiş olan 40 yaşlarındaki Zanzibarlı öğretmen, akademik hayatını yarıda bırakmıştır.  Roman boyunca, anlatıcının ismini bilemeyiz. Kimliğin en muğlak tarafı da adı konulmamış, belleğe sinmiş bir hatıranın mekânla yani coğrafya ile kurduğu bağın da “kopuk” olmasının yaratmış olduğu izlenim, “sessizliğin” iç görüyle okuyucuya ulaşmış olmasıdır. Hatta yaratmış olduğu “hissiyatın”, modern kültürlerdeki izleridir. Bir arada olmak en güzel tanım: Memleket, aile, sevgili, eş… Ancak, hissiyat, “yarıda kalmışlıklardır”. Zenzibar adasının yerli halkı zenci olmakla birlikte, eskilerden bu yana İran etkisinde kalmıştır. Daha önce Arap etkisinde yaşamış. Çoğunluk ise Müslüman. Bu etkiler, saydığım etkilerden daha fazlasını içeriyordu:
  • 16.yy’da Vasco da Gama ile Portekiz’in eline geçmiş.
  • 17.yy ortalarında Umman Sultanlığı egemen olmuş.
  • Kısa Alman egemenliği ise 1. Dünya Savaşı’nın sonuna kadar. Daha sonra ise Britanya İmparatorluğu’nun parçası olmuş. Bu egemenlik, 1960’lara kadar sürüyor. Hint etkileri de ticaret ile yerleşmiştir.
Bu bilgilerden anlaşılacağı üzere, çok farklı nüfuz alanlarının uğradığı bir coğrafyadan bahsediliyor.  Gurnah’ın eserleri genel olarak, Afrika’dan Avrupa’ya (ve özellikle de İngiltere’ye) göçü yoğun olarak aktarması üzerine kuruludur. Zaman ve mekân, anlatıcıda yabancılaşmış bir kimlikle yer bulmuştur. Artık anavatanına dönmek istemeyen isimsiz anlatıcı, bir sabah yüzünü yıkar (tuvaletler tıkanmış, su bulmakta zorlanıyorlar) ve tiksintiyle karışık bir iç görüyle İngiltere’de yaşadığı evini tasvir eder. Emma adında İngiliz bir kadınla evlidir ve Amelia adında kızları olur, gerçek bir ailesi ve bir yurdu olduğunu hatırlar. Sınırlı bir anlatı değildir bu.
Pocahontas’ın tehlikeli mücadelesini izlerken, post-emperyalizm çağına geçiş olduğunu nereden bilebilirdik? Yumuşak bir geçiş olsa da, üzücü ve hatta yaralayıcı geçişlerdi. Gurnah’a göre, “yeryüzü cenneti” yoktur.
İzleyenler bilir, “Pocahontas” adlı bir çizgi film vardı. 1990’lı yıllarda çocuk olanlar bu çizgi filmi hatırlar. O zamanlar bilmezdik çizgi filmlerin yansıttıklarını ve post-emperyalizm meselesinin bellekteki izlenimlerini. “Pocahontas” adlı çizgi filmden bahsediyor isimsiz anlatıcı. Anlatıcının ifade ettiği üzere, kurnaz metaforlar vardı çizgi filmde: “Sömürgecilik” gibi. Pocahontas, haysiyeti ile zorluk karşısında kalmanın adıdır. Algonkinler’in yerli güzel prensesi, İngiliz genç şövalyeye âşık olur, güzel yerli prenses aşkı için tehlikeye atılır. Algonkinler’in İngilizlere saldırmasını önler, adını Rebecca olarak değiştirir ve İngiliz ile evlenir. Ancak, modern medeniyete geçiş elbette mutlu sonla bitmez Gurnah’ın gözünde. Pocahontas, yurdunda yerli bir güzel olarak kalsaydı daha iyi olmaz mıydı diyorduk? Hikâyenin sonu mutlu değil. O yüzden son derken sömürgeciliğin en çirkin yüzünü yaşamış toplumlar için örnek olmasının yanında, daha çocukken belleğe sinmiş renklerle yumuşatılmış bu acı sonu kahkahalarla hatta bazen Pocahontas’ın siyah uzun saçlarına hayranlık besleyerek izlemiş olmaktan bahsediyorum. Bu yerli güzelin tehlikeli mücadelesini izlerken, post-emperyalizm çağına geçiş olduğunu nereden bilebilirdik? Yumuşak bir geçiş olsa da, üzücü ve hatta yaralayıcı geçişlerdi. Gurnah’a göre, “yeryüzü cenneti” yoktur. Anlatı, 1964 yılının “Vahşi Komünist” döneminde, anlatıcının daha özel olarak yurdunu terk ettiği yıllarda kurgulanmış bir eser. Yazarın bu geçişi, “ikili hatta, çok katmanlı bir dünyadır” artık. Mahcubiyet ile ülkesini terk edip, Emma’ya kavuşma özlemi, kavuştuktan sonraki bunalımı ve hüsranıdır sessizliğe hayranlık; Pocahontas onu da terk etmemiştir kalbinde. Emma başka bir dünya ile buluşmuştur. Uçakta karşılaştığı ve hatırladığı Ira’nın, bir sohbet sırasında Ermeni bir adamla aşk yaşayıp aynı hüsranla İngiltere’ye dönüşünü anlatması üzerine, Ira’nın gözlerindeki “aynı” mahcubiyeti yaşayacağını nereden bilebilirdi bu sessiz anlatıcı? Sayfa kapanır, “Ira” gözlerinde “umutla” haykırarak belirir.  
Öncesinden politikacıların moral değerlerine karşı belli düşüncelerimiz vardı. Şimdi ise “radyoda ve televizyonda sadece sessizliğe hayranlık duyan bir ses”, yani ideolojik teşhirdir belleğe sinmiş sessizlik.
Irkçılık karşıtı mücadeleden ya da ırkçı önyargılardan ziyade, bahsedilmesi gereken “ideolojik mücadelelerdir”.  Özde bir fark vardır, yaratılan “mesafe” ve yaratmış olduğu “hissiyat”. Örtük ırkçılıklardır bahsedilmesi gereken. İnsanlık için nasıl “ilerleme” kaydedilir” sorusunu cevaplanmamıştır. Önceden politikacıların moral değerlerine karşı belli düşüncelerimiz vardı. Şimdi ise “radyoda ve televizyonda sadece sessizliğe hayranlık duyan bir ses”, yani ideolojik teşhirdir belleğe sinmiş sessizlik. Bu çağlarda belki de yakın durulması gereken “yeterli fizik mesafe” ve “eşitliğin” ruhlardaki, kalplerdeki izleridir: Hissiyat!