Çoğu durumda verilmiş olana karşı koymak, verilmiş kimliği reddedip kendi kimliğini seçebilmek büyük ve oldukça zorlu bir mücadele gerektirir. Hayat, bu mücadeleyi verebilenler için “ötekilerle”, veremeyenler için ise “kendileriyle” savaşarak geçecektir. Kimlik bazen bir lütuf, bazen de bir lanettir. Kadıköy’de, tozlar içinde kalmış, zamanının nice anılarına ev sahipliği yapmış Rexx’in sokağında bir mekânda oturuyor, düşüncelerimizin sesini bastırmaya çalışarak geleni geçeni izliyoruz. Zaman zaman gözlerimiz buluşuyor; düşünceli hâlimizi birbirimizden saklamaya çalışıp aceleyle gülümsüyoruz. Seçimler yaklaşıyor, kaygılıyız. Yanımdaki arkadaşımın oldukça zor bir hayatı oldu, olmaya da devam ediyor. Kendisine “verilmiş” olan bazı kimlikler dolayısıyla toplumun kenarında duran, durmak zorunda kalan bir insan. İçinde yaşıyor “gibi” olduğu toplumla arasında yüksek duvarlar var. O yüzden ne tam olarak ait ne tam olarak dışarıda; onunki daha ziyade duvar kenarlarında geçen bir hikâye. Zaman zaman onunla, “Sen bu topraklar için olası en kötü kombinasyonsun.” diye dalga geçerim. Bakışları biraz üzüntülü, biraz gururlu; buruk buruk gülümser. Bildim bileli bütün kimlikleriyle kavgalı. Kendi tabiriyle savaşı kaybetti, “Yorgunum, teslim oldum.” diyor. Ne kendisi inanıyor, ne ben inanıyorum. “Bırak Allah aşkına… Bu arada Allah’tan bir de ateist değilsin…” diyorum. Zoraki gülümsüyor. Kimliklerimiz, hayatımız üzerinde söz sahibi olabildiğimiz ölçüde seçilmiş, tersi nispette verilmiştir. Ancak çoğu durumda verilmiş olana karşı koymak, verilmiş kimliği reddedip kendi kimliğini seçebilmek büyük ve oldukça zorlu bir mücadele gerektirir. Hayat, bu mücadeleyi verebilenler için “ötekilerle”, veremeyenler için ise “kendileriyle” savaşarak geçecektir. Her iki durumda da uzun, zorlu, çileli bir yol bekler insanı. Kimlik bazen bir lütuf, bazen de bir lanettir. Kimi fazla uyum sağlamaktan, kendini reddetmekten muzdariptir; kimi de çemberin fazlaca dışında kalmaktan. Kimlik, etikettir. Etiketler, beğenilmediği nispette rahatsızlık, beğenildiği nispette konfor sağlar. Doğuştan verilen etiketimizi beğenmediğimizde ya da o etiket bir nedenle bize uymadığında, bu etiket nedeniyle mensubu olmayı arzu ettiğimiz çevrelerden dışlandığımızda, etiketimizden nefret eder, onu varlığımızdan söküp atmaya çalışırız. Ama bilirsiniz, etiketler yapışkandır. Zorladığınızda hiç beklemediğiniz bir yerden yırtılır, paramparça olurlar. Bir kısmı sökülür, bir kısmı yapışır kalır. Sonrası beyhude çaba... Geçmeyen bir yara izi gibi, kalan kısmıyla barışmak zorunda kalırsınız. İnsan, adaptasyonu yüksek bir varlıktır; hayatımıza devam edebilmek için o sökülemeyen kısımla barışır, kaldığımız yerden yola revan olmaya çalışırız. Biz bir şekilde barışırız barışmasına da… Her an un ufak olmaya hazır kuru bir harca benzeyen toplumsal çimento, suni sınırlarını korumak zorundadır. O sınırları aşanlardan olursanız, kendi bekası için sizi dışlamak zorundadır. Siz barışsanız da toplum barışmaz sizinle. Tek bir seçenek kalır... Baki olan, istisnasız ve her koşulda mücadeledir. Hoşumuza giden, işimize gelen etiketleri ise korumaya, hatta pekiştirmeye meylederiz. Ancak bu da zorlu bir mücadeledir, zira etiketi korumak da bir mücadele gerektirir. Mürekkepli kalemle çizilmiş, nizami, kırmızı sınırları vardır etiketin. Harç kurudur, dağılıp gitme ihtimali yüksektir. Bu nedenle o incecik, narin görünümlü sınırı korumak, güçlendirmek zorunludur. Kapasite sınırlıdır. Ya içindesindir, ya dışındasındır. İncecik bariyerlerden birkaç adım dışarı taşarsan, kendini diğer tarafta, korumak istediklerinden uzakta bulursun. Etiket, sıcak suya maruz kalmışçasına sıyrılıverir üzerinden. Tutmaya çalışır, başaramazsın. Yapışkanı tutmaz. Ellerinin arasından kayar; kendini çıplak, etiketsiz, arafta bulursun. Etrafına bakarsın. Seninle birlikte çıplak kalmış bir grup insan görürsün. Yeni, geçişken, ince kırmızı çizgilere doğru hareket edersiniz. Sizi kabul edecek yeni bir gruba ihtiyacınız vardır. Aidiyet isteğinizden kaçamazsınız; aidiyet isteği kaçınılmazdır. Herkesin başını altına sokacağı bir çatıya ihtiyacı vardır. Biliyorum, zaman zaman inkâr etme eğilimine giriyoruz ama beyhude. Herkesin (!) başını altına sokacağı bir çatıya ihtiyacı vardır. Peki yaptığımız bu seçimler ne derece meşrudur ne derece pragmatiktir ne derece sağlıklıdır? Varsayılan kimliğinizi sökmeye çalışmak beyhude bir çaba mıdır?
Diğerleri, sökülmüş etiketlerinizin kalıntılarını gördüklerinde sizi içeri alırlar mı? Etiketini sökmeye yeltenenlerin, yeni çizgilere yürüyenlerin yeri hep çeper midir? Yoksa onların arasından da merkeze yürüyebilenler çıkar mı?
Seçici geçirgen olduğu iddia edilen kırmızı çizgiler ne derece geçirgendir? Diğerleri, sökülmüş etiketlerinizin kalıntılarını gördüklerinde sizi içeri alırlar mı? Etiketini sökmeye yeltenenlerin, yeni çizgilere yürüyenlerin yeri hep çeper midir? Yoksa onların arasından da merkeze yürüyebilenler çıkar mı? Üzerinizdeki etiketlerin ne kadarını sökebilir, ne kadarının artıklarıyla idare edebilir, ne kadarını zaaflarınız görünmesin diye üzerinize yapıştırır, hangi kimliklerin ufak tefek yamalarıyla idare edersiniz? Kimliğine rağmen, kimliğiyle direnen canım arkadaşım bu aralar her zamankinden de çok zorlanıyor. “Biraz daha sabır, az kaldı.” diyorum. Bir nebze de olsa teselli oluyor. Zehir gibi bir yazılımcı kendisi. Hayatımda tanıdığım en zeki, en çalışkan, en dürüst insanlardan biri. Bu ülkede, birlikte, kendi kimliğini, etiketini sökmeden, söktürmeden, yamamadan, yamatmadan yaşamak istiyor, istiyoruz. Kendini hiçbir grubun seçici geçirgen çizgilerinden içeri zorlamak istemiyor. Kendince, biricik, onuruyla, yalnızca ve yalnızca “insan” kimliğiyle yaşamak istiyor. İçimde bir umut var. Bence bu defa gerçekten başaracağız.