Otokratı yenmek bu hikâyenin başlangıcı. Bundan sonrası demokrasiyi halk için çalışır hale getirmektir ve bunu başarmak Erdoğan ile müttefikleri kenardan izlerken kolay olmayacaktır. Dolayısıyla 14 Mayıs sadece Erdoğan döneminin sonu olmamalı. Yeni bir başlangıç yapmalıyız. Artık ip kopuyor. Bir dönem, hatta uzatmalara oynamış, sonunu kabul etmemenin sancılarını Türkiye’ye yansıtmış bir dönem artık kapanıyor. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan için artık bu seçimde sürpriz yapmanın pek bir yolu yokmuş gibi gözüküyor. Tam da bu sebeple sorular ‘kaybeder mi’den, ‘kaybetse de gider mi’ye evrilmiş durumda. Kaybettiği gibi gidecektir de. Yolsuzluktan beslenen otokrasisinin doğası, otokratın her şeyi riske atmak zorunda kalmasıdır. Erdoğan sadece liberal olmayan bir rejim oluşturmakla kalmadı; bunu yaparken yeni çıkar grupları da yarattı ve ülkenin kaynaklarıyla hem otokrasiyi hem de bu grupları destekledi. Bu ağların karmaşıklığını hayal dahi etmek zor. ‘Beşli Çete’, beş tane holdingin değil; otokrasi piyasasından nemalananların tamamının adı. Dolayısıyla, Erdoğan ile beraber hepsi kaybedecek. Bu büyük risk nedeniyle, gücü bırakmamak için ellerinden gelen her şeyi yapacaklarını varsaymak mantıklıdır. Zaten bu yüzden Türkiye uzmanlarında da seçmenlerde de barışçıl bir iktidar geçişi olup olmayacağı konusunda soru işaretleri var. Bazıları bu endişeleri çok hafife alıyor. Çoğunlukla, bu kişiler değişimi şahsen istedikleri için kötü senaryolara karşı bir duvar çekmiş gibi davranıyorlar. Bazıları da bu riskleri kabul etmenin beraberinde yeni riskler doğuracağını düşünüyor: umutsuzluk seçmeni sandıktan uzaklaştırabilir ve görevi terk etmeme düşüncesi normalleşebilir, mesela. Doğrusu, ben de Erdoğan’ın seçimi kaybettiği takdirde koltuğu bırakmamak gibi bir hevese kapılacağını düşünmüyorum. Düşüncem de üç temel sebebe dayanıyor: Türkiye'nin tarihi, kurumlarının durumu ve Erdoğan’ın gelecekte geri dönüş olasılığı. Türkiye'nin demokrasi deneyi, çok partili hayattan uzundur. Modern cumhuriyet, çoklu parti demokrasisini 1950'de benimsemesine rağmen, güçlü bir temsil gücüne sahip parlamento 20. Yüzyılın başından beri var. Atatürk'ün tek parti yönetimi sırasında bile Meclis çekişmeli tartışmaların ve karşıt ağların mekanıydı. 1950'den beri 19 kez genel seçim yapıldı ve halk 9 kez değişim için oy kullandı. Bunlardan üçü, askeri müdahalenin hemen ardından oldu ve yine halk devrilen sivil partileri geri getirdi. Kimse iktidarda kalmayı başaramadı. Askerlerin kurdurduğu hükümetler ve partiler dahil. Dolayısıyla, Türk halkının oyu kutsaldır. Erdoğan, bu nedenle Türkiye'yi Rusya veya sıradan bir Orta Doğu otoritesine dönüştüremedi. Halkın demokratik iradesi asla kırılmadı. Erdoğan’ın siyasi öyküsü de bunun bir parçası: O da nizamın kurumlarıyla dövüşerek, milli iradeden güç alarak yükseldi.
Erdoğan belki de en başarılı popülist lider sayılabilir ve bu toplumsal psikoloji bir seçimle ortadan kalkmayacak. Joe Biden'ın zaferinin Trumpçılığı ortadan kaldırmak için yeterli olmadığı gibi, Kılıçdaroğlu’nun bu Pazar kazanması da Erdoğanizm'i yok etmeyecektir.
İkinci olarak, Erdoğan’ın devlet kurumları üzerindeki kontrolü, çoğu insanın sandığından daha az olabilir. Erdoğan rejiminin şeffaf olmayan yapısı nedeniyle, bu kurumlarda aslında neler olup bittiğini anlamak son derece zor. Buna rağmen, bürokrasi ve milli güvenlik kurumları, yasa dışı emirlere uyacaklarını gösteren işaretler vermeye başladılar. Gazeteci Barış Terkoğlu yakın zamanda ordunun en üst düzey generallerinin, Kemal Kılıçdaroğlu’na karşı Savunma Bakanı Hulusi Akar'ın tutumunu takip etmeyi reddettiklerini bildirdi. Benzer şekilde, Yüksek Seçim Kurulu, İçişleri Bakanlığı'na güç yetki vermekten kaçındı. Ayrıca, bürokratların bir süredir muhalefete bilgi sızdırdıklarını da biliyoruz. Bu kurumların halkın demokratik iradesine karşı Erdoğan’a uymaları kendileri için zorlu yasal sonuçlar doğuracaktır. Son olarak, Erdoğan kaybetse de kenara çekilmeyecektir. Bu onun kişiliğine ve inşa ettiği siyasi mirasa zıt bir beklenti olur. Erdoğan’ın son güç kaynağı toplum içine enjekte ettiği kutuplaşma olacaktır. Ankara Enstitüsü'nün son raporuna göre, Türk halkının çoğunluğu, siyasi bağlılıklarına göre hemen hemen her şey hakkında fikir yürütüyor. Hükümetin depremi yönetiminden siyasi liderlerin kişilik özelliklerine dair düşüncelerine kadar, politika toplumsal alanda egemenlik sahibi. Bu bağlamda, Erdoğan belki de en başarılı popülist lider sayılabilir ve bu toplumsal psikoloji bir seçimle ortadan kalkmayacak. Joe Biden'ın zaferinin Trumpçılığı ortadan kaldırmak için yeterli olmadığı gibi, Kılıçdaroğlu’nun bu Pazar kazanması da Erdoğanizm'i yok etmeyecektir.
Özetle, demokrasiye inanan bir genç olarak, ülkemin Erdoğan sayfasını çevirmeye hazır olduğunu görüyorum. Gezi davasından tutuklu bulunan canım ağabeyim Hakan Altınay, ‘sonunda kazanan halkın sağduyusu olacaktır’ derken haklıydı.
Zira Erdoğan'ın koalisyonu Meclis'in neredeyse yarısını elinde tutacak. Tarih bize düşen otokratların kendi ardından gelen anayasalarda söz sahibi olmak istediğini öğretir. Bu, miraslarını ve yandaşlarının çıkarlarını garanti altına alma yollarından biridir. Erdoğan da Meclis'te bunu deneyecektir. Ek olarak Erdoğan, Kılıçdaroğlu’na tam bir enkaz bırakıyor. Kılıçdaroğlu, birbirlerinden pek hoşlanmayan altı partinin birliğini korurken pek popüler olmayacak politikaları da topluma sunmak zorunda kalacak. Erdoğan elbette mücadelesine devam edecek, onları ayrıştırmak, farklılıklarını sömürmek için elinden gelen her şeyi yapacak. Unutmayın, İsrail'de Benjamin Netanyahu da aynı şeyi yaptı ve daha güçlü geri döndü. Erdoğan’ın geri dönme ihtimali, koltuğu bırakmamanın doğuracağı risklerden daha olağandır. Ancak son olarak, yukarıdaki tüm durumların, Erdoğan ve çevresindekilerin biraz da olsa rasyonaliteye sahip olduğu varsayımına dayanıyor elbette. İrrasyonal bir zihnin yapabileceklerinin sınırını tahmin etmek pek mümkün değil. Özetle, demokrasiye inanan bir genç olarak, ülkemin Erdoğan sayfasını çevirmeye hazır olduğunu görüyorum. Gezi davasından tutuklu bulunan canım ağabeyim Hakan Altınay, ‘sonunda kazanan halkın sağduyusu olacaktır’ derken haklıydı. Bundan sonra, biz Türkiye’nin demokratları olarak, o sağduyu için mücadeleye devam etmeli ve Türkiye’yi içine düştüğü cendereden çıkarmalıyız. Otokratı yenmek bu hikâyenin başlangıcı. Bundan sonrası demokrasiyi halk için çalışır hale getirmektir ve bunu başarmak Erdoğan ile müttefikleri kenardan izlerken kolay olmayacaktır. Dolayısıyla 14 Mayıs sadece Erdoğan döneminin sonu olmamalı. Yeni bir başlangıç yapmalıyız.