On küsur sene bir gözü Genelkurmay’ın ışıklarında sadece “laiklik” diye tutturmuş, hiçbir konuda çözüm üretememiş, çürümüş, toplumun gözünden çoktan düşmüşse parti, bütün bunların yükünü Kemal Kılıçdaroğlu nasıl sırtlasın?CHP’nin toplumu cezbedememesinin hesabını herhalde en son Kılıçdaroğlu’na sorabiliriz, zira tarihi boyunca seçim kazanamamış bir partiden söz ediyoruz. Hiçbir zaman sandıktan tek başına çıkamamış. On küsur sene bir gözü Genelkurmay’ın ışıklarında sadece “laiklik” diye tutturmuş, hiçbir konuda çözüm üretememiş, çürümüş, toplumun gözünden çoktan düşmüşse parti, bütün bunların yükünü Kemal Kılıçdaroğlu nasıl sırtlasın? “Sınıfsal meseleleri gündeme getirmek”… iyi güzel de bugün sınıf siyasetinin sözcülüğü diye bir şey var mı? Ha eleştirelim tabii orası ayrı ama bütün sorunların tek bir kişinin sırtına yüklemek bana biraz insafsızca geliyor. Gelin, işçi sınıfından en çok oyu hem Türkiye’de hem de dünyada Sağdan almasını nasıl yorumlayacağımızı tartışalım. Ayrıca, CHP bir Sol parti midir? Şimdi, bir anımı daha anlatmak istiyorum. Sevgili hocam Ayhan Aktar ile bir yükseklisans dersi sonrasında laflıyorduk. Bana dedi ki, bak aday kim olmalı bilmiyorum ama ben sana tarif edeyim: “Ya İç Anadolulu ya Karadenizli, erkek, elli yaşından genç, karısının başı örtülü olabilir de olmayabilir de ama mutlaka Kuran okumayı bilecek, gençleri gördüğünde topu eline alıp potaya yollayabilecek, namaz kılmayı da bilecek…” Ekrem İmamoğlu’nun adı açıkladığında Ayhan Aktar’ın testine tabi tuttum ve herkesin aksine -o güne kadar ben de tanımıyordum- galiba, dedim, bu kez olacak. Ve, oldu. Ayhan Hoca’nın bana tarif ettiği aday bir değil iki defa kazandı seçimi, ikincisinde büyük farkla. Soli Özel’den de isim ya da tarif beklerdim açıkçası. Tamam, Kılıçdaroğlu olmasın; e peki kim olsun? Aksi takdirde, o olmasın bu olmasın derken seçim gelip geçecek, biz hâlâ aday beğenmiyor olacağız. Ayrıca, Kemal Kılıçdaroğlu tek başına aday olmayacak. Orada bir “masa” var ve o masanın aktörleri de kampanyada yer alacaklar. Yani, seçime bir “heyet” girecek. “Kemal Bey’in adaylığı” da o “heyetin sözcülüğü” anlamına geliyor -gelmeli. Böyle bir heyetin her türlü rezilliğin, usulsüzlüğün, şiddetin yaşanmasını beklediğim Başkanlık seçimi kampanyasını yönetmek için gereken niteliklere sahip olduğunu ben kendi hesabıma düşünüyorum. İktidar değişikliği isteyen birisi olarak bu düşüncemde yalnız olmadığımı da sanıyorum.
Kemal Bey’in adaylığı
Politikyol
Soli Özel’in yazısında karşı çıktığım iki şey var; bir, insafsızlık, iki, hiçbir öneri sunmamak. Öncelikle, herkese verdiğimiz değişebilme hakkının neden Kemal Kılıçdaroğlu’na asla verilmediğini ben şahsen anlayamıyorum.
Size o Azeri orkestra şefinin hikâyesini bir de ben anlatayım.
Minibüse binmiş, ineceği yere yaklaştığında şoföre seslenip “ben birazdan düşeceğim,” demiş.
“Düşmezsin amca,” demiş şoför, “merak etme.”
Minibüs durağa iyice yaklaşınca şef tekrar etmiş: “Ben birazdan düşeceğim.”
Şoför de sinirlenmiş ama belli etmemiş, “sıkı tutun düşmezsin,” demiş.
Neyse, minibüs kırmızı ışıkta biraz yavaşlayıp kapısı açıldığında panik içindeki şef durağı kaçıracağı korkusuyla atlamış ve de dengesini kaybedip düşmüş.
“Böyle inersen tabii düşersin!” diye bağırmış şoför de arkasından.
Değerli Soli Özel’in bizim sitede yayınlanan yazısını okuyunca aklıma bu hikâye geldi.
Özel, “Kemal Bey’in adaylığı” başlıklı yazısında Kılıçdaroğlu’na verip veriştiriyor.
Yazıdaki en keskin bölümlerden biri şöyle: “CHP’nin üst üste yaşadığı ve kendisini destekleyenlere yaşattığı hayal kırıklıklarının, dijital sistemin iflası faciasının, Ankara’da kazanılmış bir belediye başkanlığı seçiminin çalınmasına seyirci kalınmasının, iki kez beğensek de beğenmesek de Cumhurbaşkanı adayı diye öne çıkardığı isimlere destek vermemesinin hesabı verilmiş midir?
Genel Başkanın siyasi utanç tarihine kazınması gereken ‘anayasaya aykırı olduğunu biliyoruz ama evet oyu vereceğiz’ diyerek dokunulmazlıkların paspas edilmesine yeşil ışık yakmasının, anayasayı ve Meclis’i anlamsızlaştırmasının muhasebesi yapılmış mıdır? Kendisi bunun ayıbını nasıl taşımaktadır?”
Soli Özel’in yazısında karşı çıktığım iki şey var; bir, insafsızlık, iki, hiçbir öneri sunmamak.
Öncelikle, herkese verdiğimiz değişebilme hakkının neden Kemal Kılıçdaroğlu’na asla verilmediğini ben şahsen anlayamıyorum.
Özel’in söylediklerine bir itirazım yok ama Roboski’ye giden kimdi?
Şenyaşar ailesini ziyaret eden kimdi?
Kendi tabanını olabildiği ölçüde dönüştürerek başörtü meselesini ortadan kaldıran kimdi?
Kılıçdaroğlu’na çıktığı “helâlleşme” yolculuğunda destek vermek gerekmiyor mu?
Altılı Masa’yı kim kurdu, kim savundu, kritik bir manevrayla İYİ’yi meclise kim soktu?
Kimse kusura bakmasın ama “dostlarımızla beraber iktidara yürüyoruz” formülünü içselleştirerek savunmasaydı bugün hangi masadan, hangi diyalogdan, hangi umuttan bahsedecektik?
Öte yandan, bu süreçte Kemal Kılıçdaroğlu istifa etseydi yerine kim gelecekti bir bakalım.
Ümit Kocasakal, Muharrem İnce, Mustafa Balbay, Metin Feyzioğlu…
Allaşkına, bu insanların eline düşseydi parti bugünkünden daha mı iyi bir yerde olacaktı?
Hangisi giderdi Roboski’ye?
Hangisi samimiyetle özür diler, bunların bir cinayet olduğunu söylerdi?
Bir başka yerde de şöyle yazıyor Özel: “CHP’nin sosyal demokrat bir kimliğin gerektirdiği özellikleri taşıyan bir parti olamamasının, sınıfsal meseleleri gündeme getirememesinin, bu ekonomik ortamda kitleye bunlar ülkeyi yönetebilir hissini yaşatamamasının, toplumu cezbedememesinin…”
Yorumlar
Popüler Haberler
Yasadışı bahis operasyonu: Serdar Ortaç ve Mehmet Ali Erbil'e tutuklama talebi
MSB kaynakları, Bosna'da görev yapan Türk askerinin pedofili suçunu doğruladı
Adaylık kulisi: 'İktidarı en mutsuz edecek' İmamoğlu-Yavaş formülü
Mahkeme tespit etti: Boğaziçi Üniversitesi, mülakatta usulsüzlük yapmış!
Cinsel istismar bulgusu: İzmir’de 13 yaşındaki çocuk AIDS nedeniyle öldü!
Üsküdar Belediyesi ruhsatsız otopark işletti, hayvanlar için ayrılan paraları amacı dışında kullandı