Altılı masa”, ısrarla sosyal devleti inşa edeceğini somut bir biçimde açıklamalı; her düzeyde eğitim alan öğrencilerin beslenme, ulaşım ve eğitim giderlerini karşılayacağını ve bütçesini nasıl oluşturacağını kamuoyuyla paylaşmalıdır. Şair Ali Yüce’nin, dağı aşmak isteyen karınca ile onu bu uğraşından vaz geçirmek isteyen muktedir arasındaki diyaloglar üzerine kurulu “Kırk Ayaklı Karınca” şiirini bilir misiniz? Şiir uzun; merak eden Şeytanistan kitabında bulabilir. Ben sonunu aktaracağım sadece: “Sonunda her zaman yaptıkları gibi kırk ayaklı karıncayı:  Hiç ayağın kalmadı işte  Sen bu dağı aşamadın  Sana demedim mi karınca  Diye sırıtarak tehdit etmeye kalkıştıklarında karıncanın cevabı baş döndürücüdür:  Dön de bir bak  Dağ biraz küçüldü işte  Daha çok karınca var geride” Nereden mi aklıma geldi? Cumhurbaşkanı Erdoğan, bir “vizyon belgesi” açıkladı; demek istedi ki, “yapılacak bir şey varsa onu da biz yaparız.” Daha önce de söylemişti bunları; bu nedenle tekrara, tekerrüre düşen bir açıklama denebilir. Hemen ardından CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu da 3 Aralık’ta bir vizyon açıklaması yapacağını duyurdu. KİMİN KESİŞİM KÜMESİ DAHA CAZİP? Her iki açıklama, seçim sathı mailine girdiğimizi gösteriyor. Madem seçim sathı mailine girdik; o halde Sun Tzu’yu hatırlamamızın da zamanı gelmiş demektir. Biliyorsunuz, Sun Tzu, yazdığı “Savaş Sanatı” ile tanınır. Sun Tzu der ki ana renklerin sayısı beştir ama bu renklerin karışımından sonsuz sayıda renk elde edilir. Tat duygusu da beştir; ama bu tatlardan kim bilir nice tat çıkartılabilir. Anlatılmak istenir ki “siyah ile beyaz birbirinden alabildiğine farklıdır ama öyle geçişkenlikler vardır ki siyahtan yola çıkanların bir anda kendilerini beyaz zeminde bulması mümkündür”. Savaşta başarı elde edilebilmesi için iki temel stratejik hat çizer Sun Tzu. Bunlardan ilkini geleneksel, diğerini de sıra dışı yöntem olarak adlandırır ve der ki “geleneksel ve sıra dışı yöntemler, sonsuz bir çember gibi karşılıklı olarak birbirlerini üretirler.” Karar verecek olan seçmen, bu çemberlerin “kesişim kümesin”de yer alır. Seçime doğru ilerlerken, seçmenin önünde iki temel alternatif bulunuyor. Alternatiflerin ilkinin “adayı belli”, ikincisindeyse “tahmini”… Cumhuriyet’in ikinci yüzyılına ilkiyle girilmemesi için ikincilerin “tahmini” adaylarını simgesel özelliklere sahip bir konuma yükseltmeleri gerekiyor. Türkiye’nin sıkıntılı bir dönemden geçtiğini ve ikincilerin bu sıkıntıları aşmak için “Altılı Masa” etrafında bir araya geldiğini görüyoruz. “Altılı Masa”, önceki gün, bir kez daha karşımıza geçip, üzerinde uzlaştıkları anayasa metnini bizimle paylaştı. Önemli ve olumlu bir adımdı bu. Çünkü geleceğimizin inşası için totaliter özelliklerinden arındırılmış, evrensel demokrasinin birikimini içselleştirmiş bir anayasa gereklidir.
Okur-yazarlık oranı yüksek seçmen açısından önem verilen ve bir umut olarak kabul gören soyut vaatler manzumesinin, sorunlar yığınıyla başa çıkmakta zorlanan sıradan seçmen açısından yeterince sahiplenilmediğini görüyoruz.
Açık ki ihtiyacımız özgürlükçü, demokratik, laikliği içselleştirmiş ve sosyal bir hukuk devletidir. Totaliter bir anayasayla yönetiliyoruz; bu nedenle özgürlükçü bir anayasa önerisi, gelecek açısından umut vericidir. CHP’NİN KİTABINDA NE YAZIYOR? Öte yandan Kılıçdaroğlu, Salı Grup toplantısında, “Halkın huzuruna çıktığında ne için oy isteyeceğimizi anlatacağız” “Sadece bir tekil adaya oy istemek, CHP’nin kitabında yazmaz, CHP’liler asla bunu kabul etmez” dedi. Biliriz ki siyasetin soyut prensipleri, somut vaatlerin alt yapısını oluşturur; Kılıçdaroğlu’nun 3 Aralık’a yönelik çağrısı ve vurgusu bu açıdan önemlidir. Öte yandan siyaset stratejileri alanında tecrübesi sabit olanlar bilirler ki öyküsü olan ve bu öyküye uygun adımlar atanlar kazanabilir. Seçimler yaklaştığına göre artık vaatlerin derli toplu bir biçimde dillendirilmesi gerektiği açıktır. Muhtemelen CHP’nin 3 Aralık çağrısı, böyle bir dillendirmeyi amaçlıyor. En azından toplumun beklentisi, bu yönde atılacak adımları odaklanmış bulunuyor. Gene de bazı noktaların altını çizmem gerekiyor: Türkiye’de 21 milyon genç seçmen olduğu söyleniyor; bu gençlerin bir kısmının üniversiteli, bir kısmının mezun ama işsiz, bir kısmının da çalışıyor olmakla birlikte gelecek kaygıları olduğunu biliyoruz. Bu kaygıların giderilmesine ihtiyacımız var. Altılı Masa’nın oluşum sürecinde, bu sürecin “amiral gemisi” konumundaki CHP eksenli açıklamaların hemen tamamında, “dostlarımızla birlikte” vurgusu yapılırdı. Bu vurgunun, daha katılımcı, daha şeffaf ve her zaman hesap verebilir bir modeli içerdiği açık; dolayısıyla son dönemlerde, anlaşılmaz bir biçimde, Kılıçdaroğlu’nun diline pelesenk olan “ben” vurgusunun yerini, tekrar “biz” vurgusunun almış olmasını da önemli buluyorum. Okur-yazarlık oranı yüksek seçmen açısından önem verilen ve bir umut olarak kabul gören soyut vaatler manzumesinin, sorunlar yığınıyla başa çıkmakta zorlanan sıradan seçmen açısından yeterince sahiplenilmediğini görüyoruz. Mevcut iktidarın, sadaka kültürünü beslediğini; buna mukabil sosyal devlet kavramını aşındırdığını tecrübe etmiş bulunuyoruz. Bu yöntemin, aç ve açıkta olan yurttaş sayısını çoğalttığını da biliyoruz. Demek ki ihtiyacımız, sosyal devletin yeniden inşa edilmesidir. Bu, hem aç ve açıkta olan insanımıza geleceğe dair güven verici somut adımlar atarak hem de giderek yaygınlaşan sadaka kültürünün önüne geçmek için yurttaşına karşı sorumluluğu yüksek bir kamu yönetimi inşa edilerek çözülebilir. Kimden bekliyoruz bunu? Elbette “Altılı Masa”dan… SEÇMEN NE İSTİYOR?Altılı masa”, yeniden ve ısrarla sosyal devleti inşa edeceğini somut bir biçimde açıklamalı; örneğin ilköğretimden başlayarak, her düzeyde eğitim alan öğrencilerin beslenme, ulaşım ve eğitim giderlerini karşılayacağını ve bütçesini nasıl oluşturacağını kamuoyuyla paylaşmalıdır. Ayrıntılara giriyor olabilir ama hepimiz biliyoruz ki “şeytan ayrıntıda gizlidir”. Örneğin yurda yerleştirilmeyen öğrencilere kira yardımı yapılacağını; çiftçinin üretim sürecinde kullanacağı mazotu yarı fiyatına vereceğini; emeklilere, bayram ikramiyesini bir maaş düzeyine çıkartacağını ve ayrıca bir maaş tutarında yaz tatili ikramiyesi verileceğini açıklamak hem desteksiz bir vaat değil hem de bugünkü ölçüler açısından rahatlıkla sübvanse edilebilecek somut bir vaattir. Bunlar yapılması mümkün ve de gereklidir. “Teşbihte hata olmaz”; seçim bir çeşit savaştır. Savaşta koşulları kendi lehine çeviren kazanır. Ne zaman ve nasıl savaşacağınızı, savaşırken gücünüzü nasıl ve nerelere yoğunlaştıracağınızı biliyorsanız; sizinle beraber hareket edenlere aynı umudu verip, o umut etrafında el birliği yapmalarını sağlayabiliyorsanız ve de tarafını seçmekte zorlananların kalbine giden yolu bulabiliyorsanız kazanırsınız. Bu hem kendinizi hem muarızlarınızı hem de iki güç arasında bir tercih yapmak zorunda kalan seçmeninizi iyi bilmeyi gerektirir. Yazıyı, Sun Tzu’nun yazdıklarından çıkartabileceğimiz bir sonuçla kapatalım. “Hem kendinizi bilmiyor hem de karşıtlarınızı iyi tanımıyorsanız, gireceğiniz her savaşta yenilgi kaçınılmazdır. Kendinizi bilip, karşıtınızı önemsemiyorsanız, kazanacağınız her zafere karşın yenilgiyle de tanışabilirsiniz. Hem kendinizi hem de karşıtınızı tanıyorsanız, zafere ulaşmanızın önünde bir engel yoktur.”