Türkiye’de ise zenginleşme ve gelişme arzusu yerini ideolojik fanatizme, İslamcılığa ve milliyetçiliğe bıraktı. Ülkelerinin siyasi eliti Avrupa ve Rusya arasında sıkışmışken, Gürcü halkının büyük kısmı ümitli gözlerle batıya bakıyor, bir gün AB ve NATO üyesi olabilmeyi bekliyor. Geçtiğimiz günlerde memleketim olan Giresun’daydım. Hazır Giresun’a kadar gitmişken, oradan Batum’a da uzanma fırsatı buldum. Karadeniz sahilinin nemli ikliminde yaz sıcağını yaşamak yorucu olsa da akrabaları ve eski dostları görmenin keyfi her şeye değiyor. Çocukluğumun sevimli Giresun’u, her geçen yıl gerçeklikten uzaklaşıp anılar galerisinde bir rüya dekoruna dönüşüyor. Bugünkü Giresun’la geçmişteki arasındaki bağlar gittikçe seyreliyor. Mevcut bağlar da hep geçmişten beri hatırladığımız, nice anıyı paylaştığımız insanlar sayesinde ayaktalar, şehrin binaları, peyzajı, şekli-şemaili, çocukluk hatıralarımda belli-belirsiz kalmış 1980’lerin sonundan beri durmadan dönüşüyor, geçmişi anımsatan mekânlar azalıyor. AKP’nin bir çevreden merkezi fethetme hareketi olduğu konusunda genel bir konsensus vardır. Büyük şehirlerde ve taşrada çok geniş bir seçmen havuzundan oy alsalar da AKP’nin taraftarları ve yönetici kadroları arasında Karadenizlilerin gözle görünür bir ağırlığı var. Giresun da neticede bu çevrenin parçası ve her ne kadar şehir merkezi ve belli başlı ilçe merkezlerinde siyasi rekabet daha dengeli de olsa, kırsal da hesaba katıldığı zaman bu partinin desteği iyice artıyor: Erdoğan’a giden ilk turda % 61, ikinci turda % 64’lük oy desteği ve AKP listesinin aldığı % 43 oy ile burası iktidarın kalesi olmasa da güçlü toplumsal desteğe sahip olduğu illerden biri. Ve bu durum insanların hayatında bir düzelmeye yol açmıyor. Fındık taban fiyatlarının yarattığı hayalkırıklığı henüz yerel seçimlerle ilgili dedikoduların ötesine geçecek bir siyasi pratiğe işaret ediyor görünmüyor. 25 senedir tüm zenginliklerini yitiren, geriye giden bu şehirde belli başlı siyasi eğilimlerin değişeceğine dair herhangi bir işaret yok. Fakat 14-28 Mayıs seçimlerinin şoklarından sonra CHP’nin hiçbir yerde ve şekilde güçlenmediği çok açık. Bu durum diğer muhalefet partileri için de farklı değil. Rutubetli ve sıcak Karadeniz yazında, politik durum, meteorolojik durumdan daha bunaltıcı görünüyor. Doğu Karadeniz sahillerini kat edip, Sarp’taki sınır kapısını geçip, Kraliçe Tamar’ın diyarına geçince her şey değişiyor. Her fırsatta gitmekten keyif aldığım Batum şehri, Karadeniz’in Las Vegas’ı lakabını hak ediyor doğrusu. Ne ki Gürcistan da kolay bir ülke değil. Batum’un sahil kesiminde -önemli bir kısmını da Türk müteahhitlik firmalarının yaptığı- devasa ve lüks gökdelenler yükselirken, şehrin doğu kısmında kalan yoksul mahallelerde “hruşçevka” tabir olunan çirkin sosyal bloklar yer alıyor. Lüks otellerin casino’larında ise Türk, Rus, İsrailli, Azerbaycanlı, Uzak Doğu’lu turistler rulet topunun dört dönüşünü veya Black Jack’te açılan kağıtları hülyalı gözlerle izliyor. Müthiş bir kumar ekonomisi var. Işıklı, gösterişli binalar, neşeli Latin müziklerinin yankılandığı meydanlar gözleri kamaştırırken, ülkenin geri kalanında, Batum ve başkent Tiflis’in haricindeki geniş Gürcü taşrasında genel bir sosyal adalet sorunu olduğunu görmek zor değil. Esasen tüm post-Sovyet coğrafyasında da bu böyle.
Türkiye Cumhuriyeti, özellikle 1923-1950 ve 1961-1980 dönemlerinde planlı kalkınmayı tecrübe etti. 1991’de reel sosyalizm çözülürken, Gürcistan -diğer Sovyet cumhuriyetleri gibi- bağımsızlığını kazanma kıvancını yaşarken, yoksulluğa ve iç savaşa sürüklendi.
Bu yazının amacı Giresun’la Batum’u mukayese etmek değil. Ortak bir coğrafyanın beşerî malzemesinin bazı benzerlik ve farklılıklarını not etmek. Sovyetler Birliği -olumlu ve olumsuz taraflarıyla- reel sosyalizm deneyimini yaşarken, Türkiye Cumhuriyeti, özellikle 1923-1950 ve 1961-1980 dönemlerinde planlı kalkınmayı tecrübe etti. 1991’de reel sosyalizm çözülürken, Gürcistan -diğer Sovyet cumhuriyetleri gibi- bağımsızlığını kazanma kıvancını yaşarken, yoksulluğa ve iç savaşa sürüklendi. Ülkenin % 20’si hâlâ Rus işgali altında. Öte yandan insani gelişmişlik endeksinde Türkiye’nin sadece birkaç sıra altında. Türkiye ise 1989-1991’de reel sosyalist blok çözülürken, kapitalizmin ve batı dünyasının Kafkas ve Orta Asya coğrafyalarına açılışında mühim bir rol oynarken, hatta sözkonusu rolden daha da ihtiraslı bir jeopolitik açılım gerçekleştirmeye niyetlenirken, bugün acı bir frenle durmuş durumda. Batum’daki süpermarketlerdeki lüks Amerikan ve Alman ürünleri, Türkiye’dekilerden daha fazla, ancak Gürcü halkının çoğunluğunun bunları alıp tüketmeye henüz gücü yok. Ancak tüketim toplumu bir ethos olarak güçlü. Türkiye’de ise zenginleşme ve gelişme arzusu yerini ideolojik fanatizme, İslamcılığa ve milliyetçiliğe bıraktı. Ülkelerinin siyasi eliti Avrupa ve Rusya arasında sıkışmışken, Gürcü halkının büyük kısmı ümitli gözlerle batıya bakıyor, bir gün AB ve NATO üyesi olabilmeyi bekliyor. Türkiye ise günlük politikadaki tartışmaların, hangi uluslararası zirvede ne söylendiğinin, ikili görüşmelerdeki “satırbaşları”nın ötesinde, Avrupa’dan ve batı dünyasından ruhsal kopuş ve Asya’nın otokratik rejimleriyle, jeopolitik tercihlerden azade, manevi bir bütünleşme var. Bu ahval ve şerait içinde, hem de “onca yoksulluk varken”, hangi ülkenin ileri, hangisinin geri olduğuna karar vermek, gittikleri istikametleri anlamak kolay değil.