Kaderimizi ABD Enflasyonu tayin edecek
Politikyol
Gelişmiş ülkelerde uzun yıllar sonra ilk kez enflasyon konuşuluyor. 1970’lerdeki Büyük Enflasyon döneminin ardından 1990’da Körfez Savaşı döneminde ve en son 2001 sonrasında bu ülkelerde enflasyon endişeleri olmuştu. ABD’nin parasal genişlemeyi yavaşlatacağını ima ettiği 2013, durdurduğu 2014, ilk kez faiz artırdığı 2016 ve piyasadan para çekmeye başladığı 2018’de dahi enflasyona ilişkin herkesi ürküten bir panik olmadı. Tarihte eşi benzeri görülmemiş mali paketlerin toplam talebi fazla ısıtacağına ve pandemi sürecinde bazı firmaların elenerek toplam arzı soğutacağına dair öngörüler geçtiğimiz yıl dahi hala şüpheyle karşılanıyordu. Ancak son açıklanan ABD enflasyon verisinde 2009’dan beri en hızlı yükseliş yaşandı ve enflasyon dünya gündemine yeniden girdi.
ABD ÖNEMLİ, ÇÜNKÜ…
Peki, ABD enflasyonu bizim için neden bu kadar önemli? Bunun ilk nedeni ABD’nin dünya finansal sisteminin tartışmasız merkezinde olması. Bu noktanın altını vurgulamak gerekiyor; Çin’in imalat sanayinde lider olması ve küresel ticaretteki payının büyümesinin bu duruma etkisi yok. Bunun altında doların özel statüsü, Wall Street bankaları ve en önemlisi şu ana kadar dolar cinsi çıkarılmış bazısı en az 30 yıl vadeli trilyonlarca dolar ederinde borç senedi ve finansal ürün bulunması var. Tüm bu ürünlerin fiyatlaması doların diğer para birimlerine karşı değerine ve kendi ülkesindeki satın alma gücüne bağlı. Daha basit bir şekilde ifade edersek; dolar kuruna ve doların enflasyonuna. En açık ifadeyle yeryüzündeki tüm faizlerin temelinde ABD 3 aylık hazine bonosu faizi vardır ve tüm para birimlerinin değeri dolara karşı ölçülür.
Son yıllarda Türkiye’de en çok kullanılan fiyatlardan biri kredi temerrüt takası primi (CDS primi). Ülke risk primi olarak kısaca açıklanan CDS priminin tam tanımı; 5 yıl vadeli (genellikle) dolar cinsi yabancı tahvillerin ödenmeme riskine karşı fiyatlanan sigorta primi. Bu risk priminde ülkeye özgü nedenler ana belirleyici. Tam da bu noktada risk priminin bir ek olduğunu söylemekte var. Biraz önceki ABD faizine bu prim kabaca ekleniyor. Haliyle dış borçlanma yükü olan Türkiye bir taraftan kendi risk primiyle uğraşırken diğer taraftan ABD enflasyonu ile ilgilenmek durumunda kalıyor. Özetle, Türkiye’nin veya benzer ülkelerin dış borçlanmada kullandıkları faizler ilgili ülkenin risk primi ve ABD’nin risksiz tahvil faizinin toplamından oluşuyor. Avro cinsi borçlanıldığında avro faizinde de dolar faizin etkili olduğunu, birebir gitmeseler de birbirlerinden çok uzaklaşmadıklarını unutmamak gerek.
1970’li yılların sonunda Latin Amerika ülkelerinin dış borç kaynaklı iflasa sürüklendiler. Bu ülkelerin aldıkları borcun faizi, ABD’nin hızla artan enflasyonu nedeniyle sıçrayınca birçoğu kısa süre içinde moratoryum ilan etti. İflas kadar olmasa da artan borçlanma maliyeti konusunda Türkiye’de bir örnek. Risk priminin bugüne kıyasla daha düşük olduğu 2005’te Türkiye Hazinesi %7,5 dolar faizi ile borçlanırken, bugün %5,5 ile borçlanıyor. Hatta 2002 ve 2003 yıllarında dolar cinsi borçlanma ortalama faizi %10’un dahi üzerindeydi. Çünkü o dönemlerde ABD enflasyonu ve haliyle dolar faizleri daha yüksekti.
KÜRESEL LİKİDİTE DÜZEYİ NEDEN ÖNEMLİ?
Sıra geldi ikinci neden olan küresel likidite düzeyine. Dünya genelinde para arzının artmasıyla düşük maliyetli finansmana doğrudan erişim hakkı olan Batılı bankalar önce kendi ülkelerindeki riskli şirketlere ve ardından Türkiye gibi riskli ülkelere yatırım yapmaya başladılar. Bu süre zarfında dış borçla yapılan yatırımlardan yine döviz yaratabilen Güney Kore ve Tayvan gibi ülkeler refah düzeylerini artırdı. Türkiye ve Güney Afrika gibi ülkelerse borcu daha çok dış borçla ödeyerek kırılgan ülkeler olarak anılmaya başladı. Parasal genişlemenin tamamlanması ve bir ihtimal paranın bir kısmının çekilmek istenmesiyle ilk olarak bu ülkeler zarar görecek. Geldiği yere dönmek isteyen sermayeyi çekmek için ya daha fazla faiz verilecek ya da yenisinin gelmesi için daha yüksek kur seviyesi sunulacak. Türkiye’nin de kendi içsel nedenlerinden ötürü 2018-20 arasında yaşadığı buydu; 2020’de pandeminin başlamasıyla kur ve faiz seviyesinden bağımsız çıkışa döndü. Özetle, Türkiye dünyada dış finansmana en muhtaç ülkelerden biri ve para miktarı azaldığında haliyle en çok zarar görecekler arasında.
Kısacası ABD enflasyonu hem borçlanma maliyetini artırıyor hem de parasal genişlemelerin sonunu getirerek kur ve faiz seviyesinden bağımsız yabancı çıkışlarına neden oluyor. Ekonomi yönetiminin hataları ve dış politik gerginlikler bu süreçlerin daha çalkantılı geçmesine neden oluyor. Bu arada enflasyon endişeleri küresel piyasalarda sıklıkla konuşulsa da fiyatlara henüz olumsuz yansımadı. Örneğin ABD hisse senedi piyasaları neredeyse zirvede ve Mart ayında hareketlilik yaşayan ABD tahvilleri sakinleşti, hatta hala pandemi öncesi döneme kıyasla daha düşük. Ya Türkiye? Dolar ve avro kurunun eşit ağırlıklı ortalaması olan sepet kur 9,40 ile tarihi zirvesinde. Tahvil ve repo faizleri ise %18-19 bandı ile son 2 buçuk yılın tepesinde. TCMB rezervlerinin durumunu ve ekonomi yönetiminin itibar kaybını da bir kez daha vurgulayalım.
İyi haberi de söyleyeyim Türkiye’de enflasyon düşerse faizlerde ufak indirimler yapmak çok sorun olmaz. Kötü haberse küresel piyasalar enflasyon fiyatlamasına geçerse o faizleri artırmak da çare olmaz. TCMB’nin PPK toplantılarının önemi gittikçe azalacak. Diğer taraftan, ABD Merkez Bankası toplantılarının önemiyse Türkiye için hiç olmadığı kadar artacak.
Yorumlar
Popüler Haberler
Atatürk Havalimanı Katliamı: Ağırlaştırılmış müebbet alan IŞİD'liler tahliye edildi
'Ölünce beni kim yıkayacak?': TRT'nin reklam panoları tepki topladı
Komisyonda mikrofonlar açık unutuldu: 'Çok yanlış yaptı Bakan Hanım'
AK Partili Belediye Başkanı, AK Parti ilçe başkanını Ülkü Ocakları üyelerine dövdürdü
Bakan Fidan: HTŞ, yıllardır bizimle işbirliği içinde oldu
İstanbul'da deprem meydana geldi