Son günlerde Türkiye’de seçim ittifaklarına ilişkin tartışmalar hararetlendi. Eski defterler açıldı, gelecek hesapları yapıldı. “Cumhurbaşkanı adayı kim/kimler olacak?” sorusu ise lider odaklı siyasal kültürümüzde oldukça dikkat çeken, üzerine uzun uzun konuşulan bir konu. Oysa bugünkü siyasal koşullarda tüm bu tartışmaların odağındaki konu “muhalefet nasıl seçim kazanır?” olmalı. Benim de içinde olduğum bir grup siyaset bilimci uzun süredir bu sorunun yanıtını aramakta ve aynı cümleleri kurmakta ısrarcı. Bu ısrarcılık bir kahinlik iddiasından ziyade dünyanın farklı ülkelerindeki deneyimlerin bizlere verdiği gerçekçi ipuçlarına odaklanmakla ilgili. Türkiye gibi seçimlerin düzenli olarak yapıldığı ama adil ve eşit şartlarda bir rekabetin olmadığı rejimlerde muhalefetin seçim kazanma olasılığı seçimlere bir blok halinde girmesi ile hayli yükseliyor. Bu tarz rejimlerde muhalefeti bir araya getiren her türlü ortaklık iktidar için büyük bir tehdit oluşturuyor. Sınırlı ve parçalı muhalefetin varlığı iktidarın kendi devamlılığı ve “demokratikmiş gibi görünme” gayesine de hizmet edeceğinden iktidar için tehdit değildir. Oysa “128 Milyar dolar nerede?” kampanyasındaki gibi bir araya gelmiş her kolektif muhalefet etme biçimi iktidar için yıkıcı bir etki yaratıyor. Bu nedenle de bu tarz ortaklaşan muhalefet etme biçimlerini ve seçim ittifaklarına yansıyan resmi birlikteliği engelleyen her hamle iktidar için can suyu niteliğinde. Farklı ülkelerdeki deneyimler mücadelenin en zor kısmının parçalı muhalefetin ittifakı kurabilmesi olduğunu gösteriyor. Türkiye muhalefeti ise bunu başarmak konusunda önemli bir aşama kat etmiş durumda. İTTİFAKLAR PARTİLERİ PASİFİZE Mİ EDİYOR? Önümüzdeki seçimlerin partiler arası bir rekabetten ziyade otoriterlik ve demokrasi arasında bir seçim olduğunu kavramak da tüm bu hikayeye bakarken kişisel veya ideolojik yaklaşımlarımızı bir adım geriye atmamıza yardımcı olacaktır. Peki bu “seçimler bitene kadar her şey kabul” demek midir? Hayır. Türkiye’de demokrasinin yeniden tesisi için mevcut koşullarda farklı siyasal ve ideolojik grupların uzlaşmasının gerekli olduğuna işarettir. Haliyle, Türkiye’nin köklü ve çok karmaşık sorunlarına ortak bir cevap sunacak ve herkesi memnun edecek bir ittifak beklentisi çok gerçekçi olmayacaktır. Ancak, sorunların çözümü için asgari şartları tesis edecek bir ittifak anlayışı hem seçim kazanmak hem de demokratikleşme için önemli bir adım olacaktır. Bu süreçte partilerin birbirleri ile rekabeti minimize etmesi ve ortaklaşması gerektiği için parti tabanlarını mobilize edip diğer seçmen gruplarını tehdit edecek dil ve üslup kullanmaktan kaçınıyor olmaları hayli doğal. Örneğin 2018 seçimlerinde Muharrem İnce’nin kampanyasında kullandığı dil CHP tabanını mobilize etmiş ancak popülist liderlerin işine yarayabilecek bir şekilde kutuplaşmayı körüklemiştir. Bunun dışında geçtiğimiz hafta Meral Akşener’in de ifade ettiği üzere bu süreçte muhalefet partileri birbirleri ile mücadele etmişlerdir. Bu üslup ve taktik hatasından 2019 yerel seçimlerinde dönülmüş, bu da muhalefete zaferi getirmiştir. Akşener’in özeleştirisi de yine bu farkındalığa işaret ediyor. Sıklıkla ittifaktaki kurucu pozisyonu sebebiyle “sağa meylettiği” öne sürülen CHP ve Lideri Kılıçdaroğlu ise parti oylarını maksimize etmek yerine Cumhuriyet’in kurucu partisi olarak demokrasiye geçişte de tarihsel misyonunu üstlenerek ittifakı bir arada tutmaya ve genişletmeye odaklanmış izlenimi veriyor. Öte yandan İstanbul ve Ankara Büyükşehir Belediyeleri başta olmak üzere CHP belediyelerinin uyguladığı halkçı belediyecilik anlayışı ile durumun pek de görüldüğü gibi olmadığını kanıtlıyor. İTTİFAKLAR NASIL GENİŞLER? Bugün de “en doğru benim bakış açım” ısrarına düşmeden geçmişin hatalarından ders çıkarmak ve geleceğin siyaseti için önce bir demokratik bir zemin yaratmak gerekiyor. Bunun da ilk koşulu mümkün olan en geniş seçim ittifakını sağlamak ve her kesimden oy alabilecek ortak bir cumhurbaşkanı çıkarabilmek. Daha önce Perspektif Online’daki yazımda da ifade ettiğim üzere seçim ittifaklarının siyasal partilerle sınırlı kalmayıp geniş tabanlı bir toplumsal ittifaka dönüşmesi oldukça önemli. Türkiye’de her şeye rağmen siyasal partilerin içinde ve dışında demokrasi ve adalet paydasında mücadele eden geniş bir muhalefet bloğu var. Siyasal partiler ve toplumsal muhalefet arasındaki diyaloğun daha da güçlenmesi gerekirken aradaki diyalog eksikliği “kötümser bir koridor” oluşturuyor. Siyasal partilerin kuracağı bir “demokrasi ittifakının” yanında seçim öncesi ve seçimler sürecinde aktif görev yapabilecek sivil toplum ağlarının varlığı “umutsuz” ve “siyasal partilere mesafeli” kitleler için katalizör görevi görebilir. Ayrıca, kötümser koridorun umutlu bir diyalog ile örülmesi, enerjinin karşılıklı serzenişe değil kolektif bir çabaya harcanmasına olanak sağlayacaktır. Bu da demokrasi mücadelesini partiler üstü bir odağa taşıyabilir. Yine otoriter liderlere karşı muhalefetin seçim kazandığı ülkelerde gençleri mobilize edebilmek hayli önemli bir avantaj sağlamış. Türkiye’de seçim 2023’te yapılırsa 6 milyon yeni genç seçmen sandığa gidecek. Haliyle gençlerin aktif katılım sağlayacağı mekanizmalar yaratmak oldukça önemli bir kazanım olacaktır.  Gençlik gruplarının yanı sıra bugün siyasal partilerin Türkiye’deki en etkin muhalif grup olan kadın hareketinden de öğreneceği çok şey var. Tüm bu tabloda toplumun tüm kesimlerini demokrasinin asgari müştereklerinde buluşturacak geniş bir ittifak ve bu ittifakın sunacağı Türkiye mutabakatı Türkiye’nin demokratikleşmesi için önemli bir adım olacaktır.