Başbakan Draghi’nin istifasıyla İtalya’da erken seçimin önü açıldı. Neonaziler kamuoyu yoklamalarında ilk sırada çıkıyor.
İtalya'da Başbakan Mario Draghi'nin istifasının ardından ortaya çıkan politik gelişmeler, ülkenin demokrasi tarihinde derin kırılmaya neden olacak sert bir travmanın ön sancılarına işaret ediyor. Cumhurbaşkanı Sergio Mattarella'nın, Başbakan Draghi'nin istifasını kabul etmesi ve ardından parlamentoyu feshetmesi ile erken genel seçimin önü açıldı. Neonazi Giorgia Meloni liderliğindeki İtalya'nın Kardeşleri Partisi (FdI), kamuoyu yoklamalarında ilk sırada çıkıyor. Avrupalı neonaziler belki de ilk kez bir ülkede bu kadar iktidara yakınlar.
Eminim birçok Avrupalı siyaset bilimci bugünlerde "İtalyanlar çıldırmış olmalı. Mussolini'ye tapınan, cahil, şovmen bir faşist kadına ülkelerini teslim etmeyi planlıyorlar" diye düşünüyordur ama ne yazık ki tablo İtalya'da tam da böyle. SWG araştırma şirketi tarafından kamuoyuna duyurulan son anket çalışmasında FdI yüzde 23,8 ile birinci sırada, yüzde 22,1'lik oranla merkez solun çatı partisi Demokratik Parti (PD) ikinci sırada yer alıyor.
Peki bu Giorgia Meloni kim ve neyi temsil ediyor? "Siz kimsiniz" diye sorulduğunda yanıtı çok kısa oluyor. "Ben bir kadın, bir anne, bir İtalyan ve bir Hristiyanım" diyor. Kimliğine dair tanımlamalar bu kadar mı? Değil elbette. Meloni 1977 doğumlu. Siyasetçi arkadaşları Ignazio La Russa ve Guido Crosetto ile birlikte aşırı sağcı, neofaşist, milliyetçi muhafazakâr çizgideki İtalya'nın Kardeşleri Partisi'ni kurdu. Meloni'nin başında bulunduğu bu parti, yasa dışı göç konusunda 'sıfır tolerans' yaklaşımına sahip ve bu minvaldeki AB anlaşmalarının yeniden müzakere edilmesini istiyor. "Post-faşist" olarak nitelenen İtalya'nın Kardeşleri Partisi sürekli olarak "Avrupa'nın İslamlaşması" iddiasını gündemde tutuyor. Tüm bunların yanı sıra Meloni, gençliğinde Mussolini'nin faşist partisinin devamı olarak görülen hareketlerde de oldukça aktifti. İlginç bir not daha Mussolini'nin torunu Rachele Mussolini de bu partinin saflarında faşist mücadeleye omuz veriyor.
"Post-faşist" olarak nitelenen İtalya'nın Kardeşleri Partisi "Avrupa'nın İslamlaşması" iddiasını gündemde tutuyor. Meloni, öz güveni oldukça yüksek bir faşist. Mussolini ve onun faşist işbirlikçilerini açık açık övmekten çekinmiyor.
Meloni, öz güveni oldukça yüksek bir faşist. Örneğin, katıldığı toplantılarda Mussolini ve onun faşist işbirlikçilerini açık açık övmekten çekinmiyor. İtalyan Tarihçi Profesör Andrea Mammone, bu durumu "İtalya'nın Kardeşleri, neofaşist geleneğe uygun bir partidir" sözleriyle özetliyor.
Meloni'nin yükselişi, ekonomi başta olmak üzere ülke yönetimine ilişkin birçok alanda oldukça güçlü bir türbülansın içinde bulunan İtalya'da krizlerin ancak güçlü ve kararlı liderlerin rehberliğinde aşılabileceğine inananların sayısının her geçen gün arttığını gösteriyor. Bu bağlamda siyasetin giderek kişiler zemininde şekillendiği, yönetim şemalarının demokrasiden otokrasiye doğru değiştirilmeye çalışıldığı zamanlardan geçiyoruz. İtalya'nın faşizm eliyle kendisini, medeniyetini ve demokrasisini imha etme çabalarını izliyoruz.
Anket sonuçlarına ilişkin görüş alışverişinde bulunduğum bazı siyaset bilimcisi arkadaşlarım da oldukça şaşkın. Biri, "İtalyanlar ne yapmaya çalışıyor anlamış değilim doğrusu. 2. Dünya Savaşı sonrasında ülkenin onurunu yerle bir eden o yıkımı unutmuş görünüyorlar" dedi. Boşuna, “hafıza-i beşer nisyan ile malüldür” denilmiyor. Aynı durumu Almanya'da da yaşıyoruz. Her geçen gün daha fazla Almandan, "Biz mi sorumluyuz Hitler'in yaptıklarından? Yeter artık, bizi rahat bırakın" minvalinde sözler duyuyoruz. Elbette çağdaş Almanlar ya da İtalyanlar sorumlu değil geçmişte olanlardan ama ne diyor büyük antifaşist kahraman Esther Bejarano, "Evet, Nazi zamanı için suçlu sen değilsin ama tarih hakkında hiçbir şey bilmek istemiyorsan suçlusun..." Mesele bu kadar yalın.
İtalya, son zamanlarda sokaklarında siyahi insanların arabalarına yumurtaların atıldığı yine sokak ortasında göçmenlere silahlı saldırıların düzenlendiği bir ülke haline geldi. Yukarıda da vurguladığımız gibi asıl sorun, İtalyanların faşist geçmişlerinin kanla yazılan sayfalarından utanmaları bir yana gurur duymaya başlamaları sanıyorum.
İkinci Dünya Savaşı’ndan bugüne kadar geçen periyotta Avrupa böylesine kaygı verici bir ırkçı tırmanışa tanık olmamıştı. "Medeniyet ve demokrasinin beşiği olmakla" övünen Avrupalıların, mayasının en önemli girdisi "nefret" olan bir ideolojiye bu derece iman etmeleri siyaset bilimi açısından oldukça paradoksal bir durum.
Sol/sosyalist cephenin uzun süredir devam eden koma hali, "muhafazakâr devrim" diye yutturulmaya çalışılan merkez sağ politikaların çökmesi ve üzerine gelen göç dalgasıyla birlikte İtalyanlar kendilerini neofaşistlerin kucağında buldu. Bu mesele nereye bağlanır bugünden bir şey söylemek çok iddialı olur ancak anketlerin belirttiğine yakın bir sonuç çıkarsa İtalyanlar post-faşist bir dönemde yeni bir Mussolini tarafından yönetilmeye başlayacaklar. Demokrasi için alarm çanları çalıyor İtalya'da.
ORBAN'IN FAŞİST RÜYALARI
Yazının konteksti dahilinde biraz da Macaristan'nın aşırı sağcısı Viktor Orban'a değinmek istiyorum. Her sıradan faşist gibi medeniyete ve demokrasiye ilişkin hiçbir önermesi olmayan Orban, geçenlerde ülkesinde ve Avrupa medyasında yine manşetlerdeydi. Orban bir toplantıda, "Avrupa dışı ırklarla karışmak istemiyoruz. ABD, Çin, Asya ülkeleri, Rusya ve İslam ülkeleri Avrupa'yı kıskaca aldı. Avrupalı halklarla karışıyoruz ama Avrupa dışı halklarla karışmak niyetinde değiliz, buna asla izin de vermeyeceğiz" dedi. Bu sözler medyaya bomba gibi düştü.
Avrupalı siyaset uzmanları, Orban tarafından Avrupa siyasetine servis edilen yeni bir tür siyasi tutum ve uygulama bütününü "Orbanizasyon-Orbanization" olarak adlandırıyor. Orbanizasyon’un temel olarak iki sacayağı bulunuyor. Bunlardan birincisi, Ukrayna savaşında olduğu gibi AB'nin sorunlara birlikte çözüm üretme kapasitesini budama, ikincisi ise iç siyaset uygulamalarında AB'nin insan hakları ve evrensel hukuk ilkelerine dayalı değerler sistemini bilinçli ve sürekli olarak iğdiş etmek. Yeni siyasi parazit "Orbanizasyon" ırkçı-faşist hareketin genetik kodlarının bünyede dışa vurumu esasında. Yukarıda bahsettiğim açıklamada bu ideolojik tutumun net bir yansıması.
Bununla birlikte Orban, yeni Avrupa faşizmi pratiklerini kararlı bir şekilde sergilemeye devam ediyor. Örneğin, kendisine muhalif kiliselerin, sinagogların, üniversitelerin hatta tiyatroların bile fonlarını kısıyor ve yaşam alanlarını daraltıyor. Orban gibilerin her türlü ideolojiden azade yeni bir tür insanlık düşmanları olduklarını düşünüyorum. Orban ve diğer neofaşistlerin supranasyonel siyaset anlayışları ekseninde gösterdikleri dayanışma, henüz demokratik kurum ve kurulların ayakta olduğu diğer AB üyesi ülkelerde bir nevi isyan hareketi olarak nitelendiriliyor. Nitelendiriliyor ama o kadar, başka bir şey yapılmıyor. Zaten yapılamaz da. Çünkü AB adında yer aldığı gibi bir birlik falan değil. Para hareketi ve sermaye dağılımına ilişkin dar kapsamlı bir anlaşma. Pazar birliği yani. Birliğe üye ülkelerin esasında "pazar" dışında uzlaştıkları, birlikte hareket ettikleri başka bir saha yok. Dış politika, güvenlik, savunma vs... Bunların hangisinde birlikte hareket ettikleri söylenebilir?
Orban ve Meloni gibi faşistler de işte bu dağılmadan ve yarılmadan faydalanıyor. En büyük eksiklik demokrasi-vatandaş temasının güçlü bir şekilde kurulamamış olması bana göre. İnsanlar demokrasinin kendisi için açtığı özgürlük alanının kıymetini bilmiyor ya da farkında değil. Bu bağlamda yapılması gereken öncelikli iş, vatandaşlar tarafından korunup kollanan güçlü bir demokrasi ağı oluşturulması olmalı. Böyle olursa hak ihlâllerine karşı refleksler daha hızlı örgütlenebilir, Orban ve Meloni tarzı liderler etkisiz kılınabilir.
Seküler bir eğitim anlayışı ve entelektüel bir devlet yapısı içerisinde doğup büyüyen Avrupalıların bir kesimi yeniden "klan" düzenine dönmek için yanıp tutuşuyor adeta…
Sonuç olarak, anti-entelektüel, medeni ya da insani bakış açısı sınırlı olan faşist ideolojinin, "siz düşünmeyin, biz düşünürüz" minvalinde yürüttüğü "kafa konforu ve beyin tasarrufu" sağlayan sosyal içerikli çalışmaları Avrupalılara giderek daha fazla çekici geliyor. Seküler bir eğitim anlayışı ve entelektüel bir devlet yapısı içerisinde doğup büyüyen Avrupalıların bir kesimi yeniden "klan" düzenine dönmek için yanıp tutuşuyor adeta. İnsanlığın ilk uygarlık biçiminin geliştirdiği ilişki ve yönetim biçimini 21. yüzyılda uygulamaya kalkmak... Asıl tehlikeli olan bu hem de çok tehlikeli. İkinci Dünya Savaşı sırasında Hitler ya da Mussolini tarafından milyonlarca masum neden katledildi? Bu soruyu, genel hatlarıyla "faşizmin oluşturmaya çalıştığı etnik anlamda homojen olması istenen klanlara uyumsuz oldukları için" şeklinde yanıtlayabiliriz.
İtalyan tarihçi ve gazeteci Enzo Traverso, "post-faşizm" kavramını faşist ideolojinin süregiden dönüşümüne vurgu yapmak amacıyla kullandığını belirterek, "Ancak ne olursa olsun yeni faşistlerin, geleneksel faşist matrisle olan göbek bağları yerinde duruyor" diyor. Soy-sop birliği arayışı yani ırkçılık tüm şiddetiyle yeni faşist hareketler içerisinde gücünü koruyor. Aksi halde Meloni'nin kendini tanımlarken kullandığı "İtalyanım" ifadesini nereye koyacağız?