Marx işçilerin toplumun da tarihin de motor gücü olmalarının nedenini işçilerde “özsel” olarak var olan özelliklere değil işverenlerle oluşan “mağduriyet” ilişkisine bağlamıştı. Bizim solcuların anlamakta zorlandığı hikâye bu. Bizim solda işçi olmak, işçi sınıfından olmak, potansiyel olarak devrimin öncü gücü olmak anlamları birbirine karıştırılır. Yani eğer işçiysen, ücretli emek kategorisindeysen sistemin değişmesinde doğal bir görevin varmış gibi düşünülür. Onun için solda olduğun ya da solda olman gerekliliğin doğal bir sonuçtur. Bu cümlelerden bizim solun “kendinde sınıf” ile “kendi için sınıf” arasındaki farkı bilmediklerini söylemek istemiyorum. Ama söylemek istediğim bizde hala “işçi sınıfı” kavramı “özsel” bir kategoriymiş gibi düşünülür. Yani işçi sınıfında olmak bir zaman içinde “kendinde sınıf”tan “kendi için sınıfa” dönüşecek bir toplumsal kategori gibi kabul edilir. Onun için bizim solda bir tür “işçicilik” hakimdir desem çok yanlış olmaz. Oysa Marx, işçi sınıfına böyle bir anlam yüklemez. Yani Marx, “işçi olmakla” değil, işçilerin işverenlerle “ilişkileri” ile ilgilidir. Marx’ın zamanındaki kapitalizm emeği homojenleştirip “ücretli emek” haline dönüştürdükçe, yani esnaf ve zanaatkar olarak çalışan insanları “zincirlerinden başka kaybedecekleri hiçbir şeyi olmayan” insanlar haline dönüştürdükçe toplumda, üretimde durumları ve çıkarları farklı olan sınıflar meydana geldi. Yaşayabilmek için emeklerini satmaktan başka çareleri olmayan işçilerle üretim için gerekli sermayeyi elinde bulunduran işverenler arasındaki ilişkinin bir “mağduriyet ilişkisi” olması o dönemdeki birçok insanı rahatsız eden bir konu olmuştu. Marx, kapitalizmin yarattığı bu “mağduriyeti” gidermenin yolunun işçilerin işverenler karşısında örgütlenmelerinden geçtiğini söyledi. Bu nedenle de “Komünist Manifesto”da bütün ülkelerin işçilerine “Birleşin!” çağrısında bulundu. Yani Marx, işçilerin toplumun da tarihin de motor gücü olmalarının nedenini işçilerde “özsel” olarak var olan özelliklere değil işverenlerle oluşan ve yukarıdaki paragrafta tırnak içine aldığım “mağduriyet” ilişkisi içinde olduklarına bağlamıştı. Bizim solcuların anlamakta zorlandığı hikaye aslında bu.
Türkiye solunda “sınıf mücadelesi” ile “kimlik mücadelesi” arasında bir Çin seddi var. “Kimlik mücadelesini” bir tür “ulusal mücadele” kategorisine indirgeyip “sınıf mücadelesi”nden ayrı tutan bu anlayış değişim motoruna çomak sokmakta.
Bunları yazmamın nedeni de özellikle Türkiye solunda “sınıf mücadelesi” ile “kimlik mücadelesi” arasında bir Çin seddi varmış gibi düşünülüyor oluşu. “Kimlik mücadelesini” bir tür “ulusal mücadele” kategorisine indirgeyip “sınıf mücadelesi”nden ayrı tutan bu anlayış farkında olmadan değişim motoruna da çomak sokmakta. Neden mi? Çünkü “kimlik mücadelesi” de ulus-devlet çatısı altında “egemen kimliğin”, çoğu, kimliklere ait olmak üzere yarattığı “mağduriyetlerin” giderilmesi için girişilen bir mücadeledir. Yani mücadele edene ait niteliklerden dolayı değil, yani “özsel” değil, “ilişkisel”dir. Daha açık anlatımla bugünün Türkiye’sinde Kürtlerin ve Alevilerin (kimlik olarak) “devrimci” olmalarının nedeni, onların kimliksel özelliklerinden dolayı değil, onların ülkedeki “egemen kimlik” karşısında bir “mağduriyet” ilişkisi yaşıyor olmalarından gelmektedir. Bu nedenle de işçilerin bir sınıf olarak çıkarlarıyla, kimlik olarak Kürtlerin ve Alevilerin çıkarları bir ve aynıdır. Çünkü amaç var olan “egemen kimliğin” hem kültürel ve hem de ekonomik gücünü kırmak ve aslında farklı kimliklerin farklılıklarıyla birlikte yaşayabilecekleri yeni bir demokrasi kurmaktır. Bu aynı zamanda sınıf mücadelesinin de koşullarını iyileştirmek anlamına gelir. Onun için bizim solun ülkedeki Kürtlerin, Alevilerin ve diğer mağdur kimliklerin mücadelelerini bir demokrasi mücadelesi olarak görüp sınıf mücadelesini de bu mücadelenin içinde yer almasını savunmaları gerekir. Bir gün kapitalizm, ülkedeki farklı kimliklerin farklılıklarıyla birlikte yaşayabilecekleri bir demokrasi yaratabilecek mi bilmiyoruz. Ama bildiğimiz böyle bir demokraside sınıf sorununu çözmek çok daha kolay olacaktır.