Neonaziler bu kış yeniden sahne alabilirler. Bu kez sadece Yahudiler tedirgin değil. Almanya'da dozu giderek artan gündelik ırkçılıkla ilgili bir rapor ve çarpıcı tespitler… Almanya Yahudi Merkez Konseyi Başkanı Josef Schuster, birkaç gün önce yaptığı açıklamada, kış aylarında enerji sıkıntısı yaşanması olasılığının yüksek olduğuna işaret ederek, neonazilerin başını çektiği koronavirüs inkârcılarının yeniden ve daha güçlü bir şekilde sahne alacakları konusunda hükümete uyarıda bulundu. Schuster, "Hava soğuduğunda faşist sahne saldırıya geçecektir ve muhtemelen bu kez daha başarılı olacaklardır. Sorun olduğunda sürekli azınlıklar suçlanıyor. Örneğin, Yahudiler her zaman bu suçlamaların odak noktası. Bu yolla Yahudiler hedef alınabilir" dedi. Sadece Yahudiler mi tedirgin? Almanya'da neonazilerin hedef seçerken fiziksel görünüşün önemli bir kriter olduğu tespitinden hareketle bunun böyle olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Örneğin, bugünlerde Almanya'da gündem polis şiddeti... Polisin birkaç gün önce Dortmund'ta "bıçakla saldırdığını" iddia ettiği Senegalli 16 yaşındaki bir mülteciyi sokak ortasında adeta kurşuna dizerek katletmesi, kolluk kuvvetlerinde ırkçılık meselesinin artık gözden gelinemeyecek kadar sıkıntılı bir mecraya aktığını gösteriyor. Olayın ardından okuduğum bazı analiz yazılarında yer alan "Senegalli çocuk yerine beyaz bir Alman olsaydı polis hemen silahına sarılıp, kurşun yağdırır mıydı" sorusunun yanıtı meselenin nirengi noktası. Yine Berlin'de birkaç yıl önce Afrika kökenli bir müşteriye ırkçı saldırıda bulunan beyaz Alman kasiyere bir polisin, olaydan nasıl kurtulacağına ilişkin "çaktırmadan" taktik verirken çekilen videosu sosyal medyada epeyce konuşulmuştu. Buna adıyla sanıyla soy-sop ırkçılığı deniyor ya da ne bileyim Hitlercilik falan... Tüm bunlardan ötürü Schuster'in tespiti bu bağlamda oldukça önemli. Almanya gibi geçmişte faşizmi deneyimlemiş ve milyonlarca insanın ölmesine neden olan o karanlık ve vahşi rejime halen sempati besleyen yığınların bulunduğu bir ülkede tabii ki yine Schuster'in ifadesiyle "uyanık" olmak gerekiyor. DeZIM RAPORU VE UMUMİ MANZARA Yazının bu bölümünde Alman Uyum ve Göç Araştırmaları Merkezi (DeZIM- Enstitüsü) tarafından hazırlanan "Irkçı gerçekler - Almanya ırkçılıkla nasıl başa çıkıyor" başlıklı anket tabanlı raporun bazı tespitlerini paylaşmak istiyorum. Rapor, Almanya'da dozu giderek artan gündelik ırkçılıkla ilgili. Rapordaki verilere göre, göçmen nüfusun %22'si günlük yaşamlarında ırkçılıkla karşı karşıya kalıyor.
Rapordaki verilere göre, göçmen nüfusun %22'si günlük yaşamlarında ırkçılıkla karşı karşıya kalıyor. Almanların %49'u bireylerin "ırklara" bölünebileceğine inanıyor. Asıl bombayı paylaşayım, ankete katılanların yarısından fazlası ırkçılığı eleştirmenin ifade özgürlüğüne yönelik bir baskı biçimi olduğunu düşünüyor. İnanılır gibi değil doğrusu.
Rapordaki asıl önemli veri, insanlığın ırklara bölünmüş olmasıyla ilgili. Almanların %49'u bireylerin "ırklara" bölünebileceğine inanıyor. Ankete katılanların üçte biri, belirli etnik grupların doğal olarak diğerlerinden daha çalışkan olduğu ve belirli kültürlerin daha üstün olduğu tezini destekliyor. Yine ankete katılanların %27'si bir toplumda sosyo-ekonomik eşitsizliğin haklı gösterilebileceğine inanırken, "üstte ve altta olan gruplar için hiyerarşik yapı gereklidir" ifadesine katıldığını söyledi. Nazilerin meşhur "aşağı insan - Untermensch" sapkınlığını çağrıştırıyor bu anlayış. Ne kadar müşterisi olduğuna bakın. Öte yandan yine rapora göre, nüfusun %90'ı ırkçılığın varlığından haberdar olmasına rağmen, sadece %60'ı ırkçılığın aşırı sağcılar tarafından uygulandığına inanıyor. Almanlar, neonaziciklerine kıyamıyor bir türlü. Ne oluyor peki, Afrikalı Afrikalı'ya mı ırkçılık uyguluyor? Asıl bombayı paylaşayım, ankete katılanların yarısından fazlası ırkçılığı eleştirmenin ifade özgürlüğüne yönelik bir baskı biçimi olduğunu düşünüyor. İnanılır gibi değil doğrusu. Yani "susun, neonaziler rahat rahat insanları taciz etsinler hatta ara sıra da canları alsınlar" diyorlar anladığım kadarıyla. Nasıl da demokrat bir yaklaşım değil mi?  O zaman sormak gerekiyor, “Nazi’yim” demek ifade özgürlüğü müdür örneğin? Bu yaklaşımı medyada da görüyorsunuz. Almanya’da şu anda, neofaşizmin yeşerdiği verimli saha olan nefret söylemi, egemen güçlerin etkisi ve manüpilasyonu ile "nefret" niteliğinden arındırılarak, "eleştirel" bir ifadeymiş gibi takdim ediliyor. Tıpkı bir zamanlar ülkemizde yöneticinin birinin, katliam çetesi IŞİD’e katılanları "öfkeden bir araya gelmiş gençler" ifadesiyle normalleştirmeye çalışması gibi. Ancak biz biliyoruz ki hiçbir insan nefret duygusuyla doğmuyor. Nefret sonradan öğrenilen/öğretilen ve pekiştirilen bir duygu. İnsanları aşağılayan, ötekileştiren herhangi bir ifadenin "eleştirel" kadrajına alınamayacağını özenle vurgulamak gerekiyor.
Anayasayı Koruma Teşkilatı Başkanı Haldenwang'ın "Antisemitizm meselesinde ülkenin durum berbat. Yahudi vatandaşlarımız bize ülkeyi hangi noktada terk etmeleri gerektiğini sormaya başladı" ifadesi, sıkıntının boyutunu anlatıyor.
Bu bağlamda, Almanya’da iç istihbarat birimi Anayasayı Koruma Teşkilatı Başkanı Thomas Haldenwang'ın, bir basın toplantısında kullandığı, "Antisemitizm meselesinde ülkenin içerisinde bulunduğu durum berbat. Yahudi vatandaşlarımız bize ülkeyi hangi noktada terk etmeleri gerektiğini sormaya başladı" ifadesinin, sıkıntının boyutunun daha net bir şekilde anlaşılması açısından önemli olduğunu düşünüyorum. Siyaset Bilimci Robert O. Paxton, "Faşizmin Anatomisi" adlı kitabında, "Faşist imgelemin ateşlenmesine katkıda bulunan kaygıların merkezinde düşmanlar vardı. Faşistler, düşmanlarının sadece yurt dışında değil yurt içinde de olduğunu düşünüyorlardı" tespitinde bulunuyor. Zamane faşistlerinin "homojen ulusal devlet" hayâlinden vazgeçtiklerini düşünmek büyük bir yanılgıdan ibarettir. Aksi halde Neonazi Almanya Milliyetçi Partisi'nin (NPD), bir seçim kampanyasında kullandığı afişte "Almanya biz Almanlarındır" cümlesi, bağlamında bir değer ifade etmezdi. Sonuç olarak, Almanya'da yaşayan göçmen kökenliler, bu kış yaşanacak bir enerji krizi sırasında sokaklara dökülecek neofaşistlerin bir kaos ortamı yaratmasından endişe duyuyorlar. Ne de olsa aşırı sağın faşist genlerinden gelen saldırgan taraflarını tatmin etmekte kullandığı enstrümanlar noktasında sıkıntı yaşamayacağı açık bir şekilde görülüyor. Kapitalizmin yapısal krizinden kaynaklı savaşlar ve ekonomik sıkıntılardan bunalan insanların geleneksel siyasetin temsilcisi politikacılara hissettikleri öfke giderek büyüyor. Aşırı sağcı partiler ve diğer politik yapılar, bu öfkeyi Müslüman sığınmacılara, göçmen nüfusa ve Yahudilere kanalize ediyor. Dünyanın her yerinde olduğu gibi ideolojik sığlık yaşayan neofaşistler için yaşamsal kaynak zenofobinin temel ögesi olan yabancılar yani "ötekiler", Schuster'in açıklamasından da anlaşılacağı gibi soğuk günleri endişe içerisinde beklemeye devam ediyorlar.