Bölgedeki bütün ülkelerde sorunlar var ve demokrasi açlığı yaşandığı ortada. Bu beklenti sağlanmadığı sürece başta İran yönetimi olmak üzere bu bölgede kimsenin başı dertten kurtulmayacak ve “dış güçler” hep iş başında olacak. İran’da yaşananlar halk hareketi mi? Dış mihrakların oyunu mu? İran halkı yönetimin devrilmesini mi istiyor? Geniş halk kitleleri gösterilere katılıyor mu? Aynı tartışmalar ABD’nin Irak’ı bombaladığı zaman ya da 2011’de Suriye’de isyan başladığı zaman da yaşanmıştı. “Saddam diktatördür o halde bombalanmayı hak etmiştir, ABD emperyalist çıkarları için Irak’tadır, savaş tamamen haksızdır, Suriye halkı BAAS zulmünden kurtulmalıdır, Suriye yönetimi uluslararası komploya karşı direniyor” gibi birbirine tamamen zıt görüşlerle yaşanan bu tartışmalarda bazı gerçekler göz ardı ediliyor. Sadece bölgemiz değil dünyanın geri kalmış / gelişmekte olan birçok ülkesinde yaşanan ve hem bu ülkelerde hem de dışarıda devrim olduğunu savunanlar ile emperyalist müdahale olduğunu savunanların keskin şekilde birbirlerini “gelişmeleri anlayamamakla” suçladığı bu gibi gelişmelerde iki taraf da diğerinin savunduklarını tamamen yok sayıyor. Kural bozulmadı: İran’da yaşananlar, gelişmelerde de iki kampın meseleye kabaca yukarıdaki tarif çerçevesinde tepki verdiğini gördük. * İran’da yaşananların sadece türban meselesi olmadığı çok açık. “İslam devrimi” sonrası devletin halkın giyim tarzına müdahale ettiği bir gerçek ve bu, devletin halkın yaşam ya da giyim tarzına müdahale etmesine karşı olanlar arasında rahatsızlık yaratıyor. Tarihi boyunca açık şekilde Batı’nın müdahalelerine maruz kalan İran İslam devrimi sonrası yaptırımların getirdiği büyük zorluklarla uğraşıyor. Petrol denizinin üzerine oturmuş ülke bu zenginliğini halka yansıtamıyor. Çünkü bir taraftan dış güçler ile sürekli mücadele halinde, diğer taraftan bu güçler ile baş edebilmek için yatırımlarını yeni teknolojilere, silahlanmaya yapmak zorunda. Bu da hâliyle ekonomik krizi kronik hale getiriyor. Buna rağmen İran’ın silah ve teknoloji alanlarında büyük gelişmeler katettiği bir gerçek. Ancak ülke güvenliği halkın somut biçimde refahı hissettiği bir alan değil. Böylece diğer birçok ülkede olduğu gibi aynı kısır döngü İran’da da yaşanıyor. Bir gün bile rahat edemeyen halk her sabah “ülke güvenliğine kast eden diğerleri ile mücadele” gündemine uyanıyor. İran yönetiminin ise halkın anti emperyalist duygularını ayakta tutabilmesi için din, ABD, İsrail, İslami direniş gibi argümanları dışında argümanı neredeyse yok. Haksız da değiller. Gerçekten de ABD, İsrail, Suudi Arabistan gibi ülkeler çıkarları gereği “büyük düşman” İran ile sürekli bir mücadele halindeler. Batı’nın İran’da son yaşanan gelişmelere iki yüzlü yaklaşımı da bu amansız mücadelenin bir parçası. Eğer amaç sadece demokrasi olsaydı, aynı tavrın Suudi Arabistan’a ya da herhangi bir Körfez ülkesine de gösterilmesi gerekirdi. Tıpkı Arap Baharı adı verilen süreçte Suriye’de, Mısır’da, Libya’da yaşananlara acil müdahale çağrıları yapılırken açık işkencenin yaşandığı Bahreyn’e yönelik tek bir açıklamanın olmaması gibi. İran yönetimi de özellikle son yıllarda daha sık yaşanmaya başlayan bu gibi gelişmelere sadece dış komplo yaklaşımını sürdürüyor. Yıllardır biriken ekonomik ve sosyal sorunları göz ardı ediyor. İslami düzenin sokağa ağır şekilde çöktüğünü ve zaten ekonomik sorunlarla boğuşan halkı sıkboğaz ettiğini kabul etmiyor. Aynı hata burada da yapılıyor: Bu ülkede bir düzen var. Bu ülkeyi bölmeye çalışan dış güçler var. Herkes bu düzene uyar ve dış güçler ile mücadeleye destek olursa sorun çıkmaz, fakir ama mutlu şekilde yaşar gideriz. Bu düzene uyma “kriterleri” sokakta türbanın nasıl takılacağına kadar varıyor. Böylece gece gündüz, evde ve dışarıda hayatın her alanına müdahale eden bir yönetimin gölgesi dolaşıyor sokaklarda.
Dış güçlerin İran’da yaşananları bir fırsat olarak gördüğü ve yönetimi devirecek her harekete, gelişmeye destek verdiği doğru. Ancak İran yönetiminin de kendisini sorgulaması gerekmiyor mu?
Onca yıldır küresel güçler ile yüksek perdeden mücadele eden büyük bir ülkenin bu türden “küçük” sorunlar nedeniyle bu gibi krizleri yaşaması ise İran yönetimini kendisini sorgulamasını sağlayamıyor. Yukarıda tarif etmeye çalıştığımız iki kampın yaklaşım tarzı İran yönetiminde de var: Yaşananlar halkın tepkisi sonucu değil, dış güçlerin komplosu. Dış güçlerin İran’da yaşananları bir fırsat olarak gördüğü ve yönetimi devirecek her harekete, gelişmeye destek verdiği doğru. Ancak İran yönetiminin de kendisini sorgulaması gerekmiyor mu? Bir şey daha var. Irak, Suriye, Libya gibi ülkelerde büyük sorunlar vardı. Ancak bu ülkelerdeki yönetimlere karşı olan küresel güçlerin başlattığı ya da desteklediği savaşlar bu ülke halklarına sefaletten başka bir şey getirmedi. Bu ülkelere savaş aynı argümanlar ile başlatılmış ya da içerideki hareketler desteklenmişti. Sonuç yıkım oldu. İran için de aynı durum geçerli. Sanılmasın ki İran’da yaşanacak herhangi bir karışıklık İran halkına mutluluk getirecek. Peki bu düzen hep böyle devam mı etsin? Bunu savunacak ya da karşı çıkacak olan İran halkının bizatihi kendisi. Peki bu yaşanan gösteriler neyin nesi? Yönetim karşıtlarının bir kısmının sokağa çıkması. İran halkı geniş kitleler halinde mi çıkıyor sokağa? Hayır. Bu, halkın büyük bölümünün yönetime karşı gösterileri desteklemediği anlamına mı gelir? Geniş kitleler sokağa çıkmıyorsa ya gösterileri onaylamıyordur ya da “tarafsız” kalmak istiyordur. Korktukları için mi? Bu da bir olasılık, ancak eğer halk ölümü göze alacak duruma gelmemişse yönetimin devrilmesi değil reform beklentisinin ağır bastığından söz edilebilir. Son gösterilere katılanlardan daha fazlasının yönetime destek için sokağa çıktığının da edilmesi gerekir. Bütün bu gelişmeler ve etrafındaki tartışmalardan bağımsız olarak: Bölgedeki bütün ülkelerde sorunlar var ve demokrasi açlığı yaşandığı ortada. Bu beklenti sağlanmadığı sürece başta İran yönetimi olmak üzere bu bölgede kimsenin başı dertten kurtulmayacak ve “dış güçler” hep iş başında olacak. Diğerlerine de ders olur mu?