Bu seçimler Başbakan’ı işsiz bırakmasa bile kendi krizlerini yaratmakta bir İngiliz markası olan Johnson, yeni sebepler üretecektir. Yüzde 10’a yaklaşan enflasyonun, önü alınamayan pahalılığın, gittikçe artan enerji fiyatlarının ve skandallarla anılan bir hükümetin herhangi bir seçimde zafer kazanması pek kolay değil. Hiç değilse Birleşik Krallık’ta. Bu yüzden de dün Britanya’nın 146 ilçesinde gerçekleşen yerel seçimlere giderken Başbakan Boris Johnson’ın partisi Muhafazakârlar, hezimet yaşamamanın umuduyla seçmenleri sandığa çağırdı. Öte yandan İşçi Partisi için ise 2019’da yaşanan tarihi hezimetin ardından bu seçim, partinin tekrardan seçim kazanabilecek bir alternatif olarak kendisini anlatmak için önemli bir fırsattı. Bu yüzden de Keir Starmer liderliğinde Labour, tahmin edilebilir bir şekilde, Johnson’ın ekonomi politikalarını, hayat pahalılığını ve Johnson’ın ülke karantinadayken katıldığı partileri öne çıkaran bir kampanya yaptı. Starmer, seçimden bir gün önce yayımladığı bir makalede, ‘Hükümete bir mesaj vermenin zamanı’ diyordu. Muhafazakârların buna cevabıysa tamamen yerel meselelere odaklanmak ve genel siyasete dair olabildiğince hiçbir şey söylememek oldu. Dolayısıyla seçimde ülkeye dair vizyonlar yarışmadı. Seçim sonuçları cuma akşamı belli olacak. Dolayısıyla sadece gelen ilk sonuçları temkinli bir şekilde değerlendirmek mümkün. Labour için birkaç önemli dönüm noktası Londra’daki belediyelerde yaşanacakmış gibi gözüküyor. Özellikle başkentin Barnet bölgesinde İşçi Partisi’nin zafere yakın durması, Starmer liderliğinde partinin yaralarını sardığını gösterecek. Zira Barnet, Londra’daki Yahudi nüfusun en yoğun olduğu ilçelerden biri. Jeremy Corbyn yönetiminde Labour yönetimi anti-semtizim ile suçlanmış ve Barnet bölgesinin yerel liderlerinden Luiciana Berger gibi Yahudi milletvekilleri partiden istifa etmişti. Ayrıca Barnet, eski Muhafazakâr Başbakan Margaret Thatcher’ın oy bölgesini de kapsıyor. Dolayısıyla Barnet’te Labour’ın başarısı, partinin değişimine örnek olacaktır. Benzer şekilde İşçi Partisi’nin Westminster ve Wandsworth gibi on yıllardır Muhafazakârlar’a oy veren bölgeleri de kazanması (ya da -hiç değilse- oy oranlarını önemli oranda artırması) bekleniyor. Bu da sembolik öneme sahip bir galibiyet olacaktır. Zira her iki bölgenin insanları da çoğunlukla orta-üst sınıf, İngiliz ve ekonomik olarak liberal görüşlere sahip. Seçimlerin öncesinde anketlerde -Corbyn döneminin tam aksine- İşçi Partisi’nin ekonomi yönetimine güvenin daha yüksek olduğu; Muhafazakârlar’ın son iki yılda yaptıkları 14 vergi artışı sebebiyle de Labour’ın düşük vergilerden yana durduğu gözüküyordu. Londra’daki bu sembolik ilçelerde İşçi Partisi’nin iyi performansı, partinin ekonomi politikalarında merkeze yaklaşmasının sonuç verdiğini gösterecektir. Zira Labour’ın iktidara geldiği her seçimde Londra gibi şehir merkezlerindeki orta sınıf ve ülkenin eski fabrika kentlerindeki işçi sınıfıyla bir sandık koalisyonu kurduğunu hatırlatmak gerekiyor. Ayrıca Londra’nın genel seçimlerde Meclis’teki koltuk sayısı, İskoçya’nın tamamından fazla. Bu seneki yerel seçimlerin çoğunluğu Londra’da olduğu için İşçi Partisi, 2019’da neredeyse tamamını Muhafazakârlar’a kaybettiği işçi kentlerindeki performansını ölçmekte zorlanacak. Ancak Londra’daki sonuçlar, bu koalisyon için doğru adımların atıldığını orta çıkarabilir. Fakat eskiden ‘kızıl duvar’ olarak bilinen ama Johnson ile Muhafazakârlar’ın kazandığı kimi işçi kentlerinde de seçim yapılıyor. Örneğin Başbakan Johnson’ın işçi sınıfındaki popülaritesini koruyarak kazanmayı umduğu Sunderland’de de İşçi Partisi birinci parti çıkacakmış gibi duruyor. Benzer şekilde Meclis’te Muhafazakâr milletvekillerinin temsil ettiği Cumberland’i Labour’ın farkla alması, oy geçişlerinin başladığını gösteriyor. Ancak İşçi Partisi yetkilileri ‘kızıl duvar’da partinin performansını ölçmek için henüz erken olduğunu düşünüyor. Hem bu seçim büyük resmi verecek kapsamda değil hem de parti hâlâ 2019’daki tarihi yenilginin ardından güven kazanmaya çalışıyor. İktidar partisi için bir diğer sorun ise yıllardır ellerinde tuttukları, çoğunlukla varlıklı, konut sahibi seçmenin bulunduğu ve Muhafazakârlar’ın tarihi başarılı performansı sebebiyle ‘mavi duvar’ olarak anılan Güney İngiltere’de Liberal Demokratların oy oranının önemli ölçüde artması. Zira bu sonuç, iktidarın Labour’dan kazandığı işçi kentlerine odaklanan, kamu harcamalarını ve -dolayısıyla- vergileri artıran ekonomi politikalarının kemik seçmeninde rahatsızlık uyandırdığını gösterecek. Dolayısıyla Liberal Demokratların bu seçimden en büyük zaferle çıkma ihtimali -ki bu yazı yazılırken gelen ilk sonuçlar bu ihtimalin güçlü olduğunu gösteriyor- Muhafazakârlar için tehdit olacaktır. İşçilerin ‘kızıl duvarı’nı maviye boyayan parti, kendi ‘mavi duvar’ını kaybetmeye başlayabilir. Ancak Liberal Demokratların da yerel seçimlerdeki başarısını genel seçimlere taşımakta zorluk çekebileceğini söylemek önemli. Zira yerelde geçen seçimler, doğası gereği, yerel politika yapımında etkili olacak politikacıları seçiyor. Fakat Başbakanlık Ofisi’ne kimin gideceği, başka bir soru olabiliyor. Fotoğrafa uzaktan bakınca -şimdilik- iktidar partisinin güç kaybettiği bir seçim sonucu beklemek mümkün. Zira Muhafazakârlar da seçim süreci başladığından beri beklentileri düşürmeye çalışıyordu. Çünkü iş başındaki hükümetler, modern İngiltere tarihi boyunca -iki örnek dışında- yerel seçimlerde hep oy kaybetti. Pahalılık, enflasyon ve karantina sürecinde Başbakanlık’ta katıldığı partiler sebebiyle bütün popülaritesini kaybetmiş bir Başbakan ile mücadele ederek seçime giden iktidar partisi için de mucizevi zafer öyküleri anlatmak oldukça zor olacaktı. Ancak geçmiş yıllara bakıldığında da Labour’ın Muhafazakârlar’dan iktidarı aldığı genel seçimlerin öncesinde yapılan yerel seçimlerde iki haneli farklarla kazandığı görülüyor. Bu yüzden de Johnson’ın partisi tarihi bir mağlubiyet almamış olmalarını bir galibiyet kılıfına sokmaya çalışacaklardır. İşçi Partisi için ise şu ana kadar oluşan tablodan bir zafer anlatısı çıkarmak güç ama zafere giden yolun inşa edilmeye başladığını söylemek mümkün. Özellikle de Londra’daki muhafazakâr bölgelerdeki gelişmeler bu yolun bir parçası olacaktır. Labour’ın bundan sonra cevap vermesi gereken soru, ülkeye dair ‘Johnson olmamak’ dışında nasıl bir hayal kurdukları olacak. Zira Starmer’ın seçim süreci boyunca dayandığı en temel söylem, gittikçe toplumun güvenini yitiren hükümete ‘bir mesaj verilmesi gerektiği’ idi. Bu mesaj sandıktan çıkacakmış gibi gözüküyor. Fakat iktidarın beceriksizliği, toplumun İşçi Partisi’ne iktidarda güveneceği anlamına gelmiyor. Bu yüzden Opinium anketlerine göre toplumun her konuda Başbakan Johnson’a kıyasla daha fazla güvendiği ve yetkinliğine inandığı Starmer’ın, seçim kazanacak bir koalisyonun arkasına geçebileceği bir vizyon ortaya koyması gerekiyor. Ama -bunun ötesinde- seçim sonuçları, bir ihtimal, Muhafazakâr partililere Johnson’dan kurtulmaları gerektiğini hatırlatabilir. Hoş, bu seçimler Başbakan’ı işsiz bırakmasa bile kendi krizlerini yaratmakta bir İngiliz markası olan Johnson, yeni sebepler üretecektir.