Truss görevini riskli bir dönemde devralıyor. Dar gelirli vatandaşlar destek beklerken, işletmeler kapanma tehlikesi ile karşı karşıya. Maaşlar eriyor; greve giden otobüs şoförlerine, sağlık çalışanları ve öğretmenlerin katılması bekleniyor. 7 Temmuz’da Başbakan Boris Johnson’ın istifası etmesi ardından Muhafazakar Parti içinde başlayan genel başkanlık yarışında galibiyet ipini göğüsleyen Dışişleri Bakanı Liz Truss, İngiltere’nin üçüncü kadın başbakanı oldu. Kampanya döneminde Margaret Thatcher’a olan hayranlığını sıkça dile getiren Truss gerek dış politikada şahin duruşu, gerekse savunduğu ekonomi çizgisi bakımından “Demir Leydi” imajını yaşatmaya çalışıyor. Ancak Truss’ın işi oldukça zor. Bir taraftan Johnson’ın yarattığı hasarı onarıp, birleştirici bir figür olarak parti içi dayanışmayı yeniden tesis etmesi bekleniyor. Öte yandan, 2024 seçimlerine kadar partinin oy kaybını geri çevirmesi gerek. Zira, ağustos ayı kamuoyu yoklamalarına göre Muhafazakar Parti, İşçi Partisi’nin 15 puan gerisinde. Üstelik, Truss başbakanlık görevini içeride ekonomik türbülans, uluslararası arenada ise çatışma ihtimalinin yükseldiği oldukça riskli bir dönemde devralıyor. Eylül ayı itibariyle %13’e varan enflasyon son kırk yılın en yüksek seviyesine ulaşmış durumda. Covid 19 pandemisinin yükü altında iyice ezilen köhneleşmiş sağlık sisteminin (NHS) acilen yenilenmeye ihtiyacı var. Yaklaşık 6 milyon vatandaş doktor sırası bekliyor. Geçtiğiniz Mart ayından bu yana doğalgaz ve elektrik faturalarındaki artış pek çok enerji şirketini iflasa sürükledi. Dar gelirli vatandaşlar maddi destek beklerken ve pek çok işletme önümüzdeki dönem faturalardaki artışı karşılayamayacağı için kapanma tehlikesi ile karşı karşıya. Yaz ayları boyunca enflasyon karşısında eriyen maaşlara artış talebiyle greve giden otobüs şoförleri, demiryolu ve telekomünikasyon çalışanlarına önümüzdeki aylarda sağlık çalışanları ve öğretmenlerin katılması bekleniyor. Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin yarattığı enerji krizi ve enflasyonun yıkıcı etkilerini havaların soğumasıyla birlikte daha derinden deneyimleyeceğimiz düşünülürse, Thatcher’ı iktidara taşıyan “Hoşnutsuzluk Kış”ının benzeri belki de henüz başlamadı bile. TRUSS’UN PLANI VERGİLERİ DÜŞÜRÜP EKONOMİYİ CANLANDIRMAK Önümüzdeki günlerde kapsamlı bir ekonomik program açıklaması beklenen Truss’ın kampanya sürecince paylaştığı oyun planı büyük ölçüde vergilerin düşürülmesi yolu ile ekonomik büyümeye odaklanıyor. Bu bağlamda, Truss, sağlık sisteminin reforme edilmesi amacıyla sosyal sağlık primlerinde planlanan artışın geri alınmasını, enerji faturalarındaki yeşil dönüşüme katkı amaçlı verginin askıya alınmasını, faturalardaki artışın dondurulması ve katma değer vergisinin düşürülmesini savunuyor. Bu adımlar, Truss’ın savunma bütçesini (2030’a dek gayri safi yurtiçi hasılanın %3’üne) yükseltme ve yasa dışı göçe karşı sınır güvenliğini artırma hedefleriyle birlikte düşünüldüğünde, harcamaların hangi kaynaklardan karşılanacağı sorusu önem kazanıyor. Ancak Truss’ın rakibi eski Maliye Bakanı Rishi Sunak’ın “Harcamalar için kaynak yaratmadan vergi kesintisine gitmenin ülkeyi borç sarmalına sokacağı, enflasyonu körükleyeceğine” dair uyarıları parti tabanında yeterince karşılık bulmadığı anlaşılıyor. SUNAK’IN KAYBETMESİ HİNT KÖKENLİ OLMASINA BAĞLI MIYDI? Aslında seçimlerde son tura dek, özellikle TV’deki tartışma programlarındaki performansı açısından Sunak, kamuoyu yoklamalarında Truss’ın ilerisinde görünüyordu. Ne var ki, parti üyeleri son tahlilde tercihlerini Truss’dan yana kullandılar. Sunak’ın Hint kökenli oluşundan ötürü başından beri seçilme şansının olmadığı iddia edilse de, üyelerin %82’sinin oy kullandığı seçimde, Sunak’ın oyların yaklaşık %42’isini (60 bin oy) almış olması kimlik temelli açıklamaları bir parça yüzeysel kılıyor. Yaklaşan seçimler de düşünüldüğünde, tercihlerin partiye galibiyet kazandırması muhtemel aday üzerinden şekillendiğini söylemek yanlış olmaz. Serveti Kraliçe’ninkinden fazla, zengin bir teknoloji şirketinin sahibinin damadı olan Sunak’ın, lüks giyim tarzı ve yüksek hayat standardının İşçi Partisi tarafından kolaylıkla hedef alınacağını tahmin etmek güç değil. Matematik profesörü bir baba ve hemşire bir annenin Oxford mezunu kızı olan Truss’ın ise daha halktan bir figür olarak görülmüş olması mümkün. Üstelik, Sunak’ın Muhafazakar Parti içinde BB Johnson’a karşı başkaldıran grubun liderliğini üstlenmiş olmasının seçim sürecinde kendi aleyhine işlemiş olduğu da anlaşılıyor. Nitekim, istifası ardından yapılan kamuoyu araştırmalarında Johnson’ın popülaritesinin Sunak ve Truss’ı geride bırakıyor oluşu,  parti değerleriyle çelişen lider profilinden duyulan hoşnutsuzluğa rağmen, parti içinde hala kuvvetli bir Johnson-cı damar olduğunun göstergesi. Tüm bunların ötesinde, seçim yarışında Truss’ın Sunak’ın önüne geçmesini sağlayan asıl etken, izleyeceği ekonomi politikalarına dair başta vergi kesintisi olmak üzere parti tabanının duymak istediği mesajları vermiş olması. Truss’ın vaatlerini ne ölçüde yerine getireceğini bugünden öngörmek güç. Fakat genel itibariyle Truss’ın başbakanlık koltuğuna oturması, İngiltere siyasetinde Johnson dönemi politika çizgisinin büyük ölçüde devam edeceği anlamına geliyor. YENİ BAŞBAKAN KUZEY İRLANDA KRİZİNİ KUCAĞINDA BULDU Brexit sonrası dönemde İngiltere’nin ABD ve AB ile dengeli ilişkiler yürütmesi bakımından Truss’ın önündeki en büyük sınav Avrupa Birliği ile imzaladığı Brexit anlaşmasının parçası olan Kuzey İrlanda Protokolü olacak. Hatırlanacak olursa, geçtiğimiz Mayıs ayında Kuzey İrlanda’da yapılan seçimlerde, İrlanda Cumhuriyet Ordusu'nun (IRA) eski siyasi kanadı Sinn Fein, büyük bir galibiyet kazanmıştı. Ancak o günden bu yana Kuzey İrlanda’da hükümet kurulamadı. Zira, İngiltere yanlısı Demokratik Birlik Partisi Lideri Jeffrey Donaldson, protokol yeniden düzenlenmedikçe, hükümete katılmayacağını açıklamıştı. 28 Ekim’e dek Kuzey İrlanda’da hükümetin tesis edilmesi gerekiyor. İngiltere ise Kuzey İrlanda Protokolü’nün 16. Maddesini işleterek, İngiltere’den Kuzey İrlanda’ya ihraç edilen ve orada kalacak malların gümrüğe tabi tutulmamasını talep ediyor. İngiltere’nin taleplerini karşılamak amacıyla, Kuzey İrlanda Protokolü’nün tek taraflı değiştirilmesini öngören yasa tasarısı Haziran ayında parlamentoya sunulmuştu. İngiltere’nin atacağı tek taraflı adımlar yalnızca uluslararası arenada güvenilirliğine gölge düşürmekle kalmayacak, hem AB ile hem de Kuzey İrlanda’da barışın muhafaza edilmesi konusunda hassasiyetini sıklıkla ifade eden İrlanda kökenli ABD Başkanı Biden ile ilişkilerde gerginliğe yol açacaktır. Truss’ın beklentisi, Ukrayna’ya sağlanan askeri destek karşılığında Brexit koşullarının gevşetilmesine göz yumulması olabilir. Şayet bu hesap tutmazsa, en azından kamuoyunun dikkati bir süreliğine de olsa dış politikada yükselen gerilime odaklanacak, Truss ve ekibine ekonomi programlarını uygulamaya koyuncaya dek zaman kazandıracaktır. Her halükârda, İngiltere’nin yeni başbakanını zorlu bir deneme sürüşünün beklediğini söyleyebiliriz