Bu dava İmamoğlu’nu önümüzdeki seçim döneminde siyasal yasaklı yapmak ve İBB başkanlığından uzaklaştırmak için kullanılırsa Türkiye’ye büyük zarar verebilir. Türkiye’nin temel demokrasi sorunu hak ve özgürlükleri sadece kendimiz ve kendi mahallemiz için istememiz. Diğer mağdurları görmemeyi tercih etmemiz. Başkasının hakkına ve hukukuna sahip çıkmakla fikrine ve politikasına sahip çıkmak arasındaki ayrımı gözetmekte başarısız olmamız. Oysa birbirimizin düşünce ve siyasetini savunmasak da eşit adalet hakkına arka çıkamazsak ne gerçek anlamda bir halk ne de güçlü bir millet olabiliriz. Muhalefet demokrasi umudu olabilmek için bu konuda farkını göstermek zorunda. İstanbullu vatandaşlarımızın yüzde 55’inin kararlı desteğiyle seçilmiş İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’na açılan, ve önümüzdeki cuma günü duruşması olacak siyasal dava bunu yapmak için yeni bir fırsat sunuyor. Şimdiden şaibeli hâle gelen bu dava ne şekilde sonuçlanırsa sonuçlansın, uzun vadede Sayın İmamoğlu’nun siyasal geleceğine büyük bir zarar vereceğini zannetmiyorum. Hatta onu daha da popüler yapabilir. Ama eğer iddia edildiği gibi bu dava İmamoğlu’nu önümüzdeki seçim döneminde siyasal yasaklı yapmak ve İBB başkanlığından uzaklaştırmak için kullanılırsa Türkiye’ye büyük zarar verebilir. Demokrasiye geçiş sürecini çok daha karmaşıklaştırabilir. Yapanlar dahil büyük çoğunluk kaybeder. Bunu engellemek elimizde. Bu dava dört tarafa, bir kez daha dar çıkarlar yerine demokrasiyi seçme ve ülkenin önünü açma fırsatını sunuyor. Bu taraflardan birincisi Altılı Masa ve muhalefet. Altılı Masa en kararlı ve ortak bir duruşla bu davanın karşısında ve Sayın İmamoğlu’nun yanında durmalı. Ve bu duruşu sadece Sayın İmamoğlu’na destek olarak değil, aynı anda benzer şekilde demokrasiye ve halkın özgür iradesine müdahale olan bütün geçmiş ve gelecek kayyum uygulamalarına ve fiili siyasal yasaklara, mağdur ayırt etmeksizin karşı durarak sergilemeli. Bu anı bu tür siyasal davaların artık olmayacağı, olmasına gerek kalmayacağı alternatif bir gelecek tasavvurunu halka sunmak için kullanmalı. Cumhur İttifakı’nı ve AK Parti’yi bütün benzer hukuksuz ve antidemokratik uygulamalarından dolayı mahkûm etmek için kullanmalı. Sayın İmamoğlu da kendi hakkını bu çerçevede savunmalı. Başta İYİ Parti olmak üzere Altılı Masa’nın bunu yapması HDP ile aynı çizgide olduğunu, politikalarını savunduğunu göstermez. “Aynı ülkede ve hukuk devleti şemsiyesi altında meşru partiler olarak çalışmak, rekabet etmek ve beraber yaşamak istiyorum, sen de öyle yap” demek anlamına gelir. AKP’nin son HDP ziyareti bu konuda büyük bir fırsat sunuyor. Artık kimse Altılı Masa’ya HDP’yi muhatap aldığı için “HDP ile ittifak yaptı” veya “PKK’lı” diyemez. AKP’nin kendisi, demokratik meşruiyet temelinde bunun normal olduğunu teyit etti. Bu tür davalar her zaman muhalefeti bölmek için de kullanılıyor. Altılı Masa ülkeyi dar çıkarlar değil uzun vadeli ortak çıkarlar temelinde yönetme kapasitesini göstermeli. Kritik zamanlarda “ben” değil “biz” diyebildiğini ve diyebileceğini eylemleriyle sergilemeli. İkinci taraf ise yargı. Hâkimler ve savcılar. Evet bu dönemde bağımsız ve tarafsız olmak çok zor. Son yıllarda defalarca gördük ki olmayınca ödüllendirilmek de cabası. Ama bu devir de elbette geçecek. Bu devire ve tarihe, bu yeni devirin önünü açan vicdanlı hukukçular olarak geçmek var. AK Parti’yi destekleyenler, iktidarından yararlananlar arasında adalete ve hukuka bağlı olanların da sayısı az değil dedirtebilmek var. Bu tür duruşlar, olası bir iktidar değişimi sonrası toplumsal barışa kavuşmamızın ve sancısız bir geçişin de zeminini hazırlayacaktır. Üçüncü taraf kamuoyu. Oy hakkı, ancak oyumuzla seçilenlere sahip çıktığımız ve sadece kendi oyumuzun değil farklı tercih kullananların da hakkına aynı derecede saygı duyarsak gerçek bir hak hâline gelir. Kamuoyu bu ve benzeri tüm dönemeçlerde adaletin, oyunun ve oy hakkının arkasında durmalı. Duran siyaseti desteklemeli. Dördüncü taraf ise başta AKP olmak üzere Cumhur İttifakı ve iktidar. Bu tür davaları savunarak, yargıya müdahale ederek, kayyum uygulamalarıyla AK Parti kendi meşruiyetinin de altını oyuyor. Tabii MHP de öyle. Burası bir cumhuriyet ve AKP’nin iktidar yetkisini kullanıyor olmasının tek bir zemini var: halkın seçimlerle belirlenen iradesinin bu yönde olduğu iddiası.[1] Bu bir imtiyaz değil hak ise eğer, sadece AKP değil tüm seçilmişler için var. Seçilmişleri görevinden alan ve siyasal  yasaklı yapan tüm otoriter uygulamalar bu zemini de ortadan kaldırıyor. Önümüzdeki dönemde Cumhur İttifakı iktidarının önünde iki seçenek duruyor.
  • Mevcut, bir yandan seçili alanlarda oy için yumuşama politikası uygularken diğer tüm alanlarda baskı ve seçimleri manipülasyon politikasını artırmak.
  • Demokrasiye geçişin ve toplumsal barışın önünü açmak. AKP geçmiş ve şu anki hukuksuz ve otoriter uygulamalarını değiştiremez. Kaybedecek çok şeyi olduğunu da biliyor, herkes biliyor. Bunları da değiştiremez ama olası bir iktidar değişimi hâlinde “tüm bunlara rağmen halkın iradesine saygı duyabildi” dedirtebilme şansı var. Kendi tabanında mevcut “ülkeye çok yararı oldu, yanlışlarını da mecburiyetten, kendini korumak için yaptı” inancını bir nebze koruma şansı olabilir.
2002’den beri Türkiye’de başta AKP iktidarları sonra muhalefet olmak üzere siyasal elitlerimiz ve vatandaşlarımız birçok demokrasiyi seçme “anı” yaşadı. Demokrasiyle kısa vadeli çıkarları, güdüleri ve kemikleşmiş kanaatleri arasında bir tercih yapmak zorunda kaldıkları durumlardı bunlar. Bazıları büyük bazıları görece küçük olayların ardından geldi. Son on yıla odaklanırsak: 2011-2013 anayasa uzlaşma komisyonu deneyimi.. 2013 Gezi protestoları, başörtüsü yasağının kaldırılması, ve tabii 17-25 Aralık.. 2015 seçimleri, koalisyon görüşmeleri ve tekrarlanan seçimler.. 2014 Kobani kuşatması, iktidarın Suriye politikası ve sonraki şiddet olayları.. 2013-2015 Çözüm Süreci.. 2016 dokunulmazlıkların kaldırılması.. 2016 darbe girişimi ve arkasından gelen, demokrasiyi koruması gerekirken iyice ortadan kaldıran OHAL dönemi.. Haziran 2015 seçimlerinde altı milyon vatandaşımızın oyunu alan HDP’nin eş genel başkanı ve 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde dört milyon vatandaşımızın oyunu almış olan Selahattin Demirtaş’ın tutuklanması.. Belediyelere kayyum uygulamaları.. 2017 Adalet Yürüyüşü.. 2019 seçimleri.. Saymakla bitmiyor.. Siyasal elitler ve emniyetinden savcısına adalet erbabı olarak, millet olarak, bir halk olarak eğer bu tercihleri doğru ve ilkeli yönde kullanabilseydik, kısa değil uzun vadeli çıkarları öne çıkarabilseydik demokrasimiz ve hukuk devleti bugünkü içler acısı durumda olmazdı. Bu anların her biri yalnız bir kriz değildi. Aynı zamanda demokrasiyi seçmek, toplumsal birliğimizi ve barışı güçlendirmek ve dünyaya örnek olmak için birer fırsattı. Ve elbette tüm bu anlarda tartışmasız en büyük sorumluluk AKP ve lideri Erdoğan’a aitti. Başta 2013’deki gelişmeler ve 2016 darbe girişimi sonrası olmak üzere demokrasiye ve toplumun tümüne kucak açmayı seçebilirdi ama aksini, otoriterleşmeyi ve hukuksuzluğu seçti. Neden seçmedi, seçme olasılığı hiç olmuş muydu, o ayrı ve akademik bir tartışma, görüşlerim saklı. Ama demokrasi şansı ve cumhuriyet için her gün yeni bir gün. Bu hafta yine demokrasiyi seçebileceğimiz yeni bir ana ve fırsata tanık olacağız. --- [1] 2014’den beri seçimlerimizin uluslararası standartlarda özgür, şeffaf ve adil olmadığı olgusunu şu an bir kenara bırakıyorum.