14 Mayıs’ın bize sunduğu en önemli sonuçlardan birisi, Türkiyede aşırı sağın hayli ivmeli bir yükseliş gösterdiği. Bir yükseliş eğilimi olduğu belliydi. Ancak yükselişin oranı anketlere yansıyanın hayli üstünde oldu. DURUM VE DUYGU MUHASEBESİ 14 Mayıs günü çok önemli bir seçim yaşadık. Muhalefet, ilk turda beklediği sonucu alamadı. İlk tur seçimlerin Türkiye siyasal mücadele zemini açısından çok önemli veriler sunduğu tartışma götürmez bir gerçek. İlerleyen dönemlerde bunlar enine boyuna konuşulacaktır. Ancak şu an, ikinci tur için gösterilebilecek tüm çabanın gösterilmesi elzem. Ben kendi adıma umutsuzluğu ve teslimiyeti kabul etmiyorum. İkinci turda seçimi kaybettirecek şeyin de “seçimin şimdiden kaybedildiği” fikrinin kabulü olduğunu düşünüyorum. Bu psikolojik üstünlük iktidar kanadının tam da hedeflediği şeydi. İnce çekilmeden önce, daha bir hafta kadar önce, ikinci tur zaten çok yüksek bir olasılık olarak karşımızda duruyordu. Bir hafta içinde, ilk turda istediğimiz sonucu alma fikrine çok inandık. İnanmak güzel şey. Ama hayal kırıklığına sürüklenmek şimdinin işi değil. Şimdi, çalışmanın zamanı. İLERİCİLERİN YENİ SORUNU: AŞIRI SAĞIN YÜKSELİŞİ 14 Mayıs’ın bize sunduğu en önemli sonuçlardan birisi, Türkiye’de aşırı sağın hayli ivmeli bir yükseliş gösterdiği. Bir yükseliş eğilimi olduğu belliydi. Ancak yükselişin oranı anketlere yansıyanın hayli üstünde oldu. Dolayısıyla, ikinci tur sonuçlarından bağımsız olarak söylüyorum, Türkiye’deki ilericilerin önünde önemli bir gündem olarak bu konu yer alacak. Gelecek yıllarda siyasal stratejilerin bu gerçeği dikkate alarak yapılandırılması bir zorunluluk olarak beliriyor. Aşırı sağın yükselişi Türkiye’ye özgü bir olgu değil. Kuzey Amerika’dan Latin Amerika’ya, Avrupa’dan Asya’ya dünyanın hemen hemen her bölgesinde benzer bir eğilim var. Komşumuz Avrupa’da ise aşırı-sağın yükselişi hayli dikkat çekici bir boyuta ulaşmış durumda. Fransa’da Ulusal Birlik, İngiltere’de, İngiltere Bağımsızlık Partisi (UKIP) ve İngiliz Ulusal Partisi (BNP), İtalya’da İtalya’nın Kardeşleri (FdI) ve İsveç’te İsveç Demokratları, yakın zamanlarda önemli sandık başarıları gösterdi. Birinci Dünya Savaşı ve Büyük Buhran sonrası Almanya’da Hitler’in yükselişinden beri ekonomik ve toplumsal krizlerle aşırı sağın yükselişi arasında bir korelasyon olduğu bilinir.
Önümüzde hâlâ bir seçim var. Ve otoriter bir rejimi demokratik yollarla yenme ümidi hala canlı. Adalet Yürüyüşüyle başlayan uyanış önündeki engelleri aşmaya devam edebilir. Değişimin öznesi, hepimiziz.
Günümüzde bu denkleme 2008 küresel ekonomik krizi, pandemi ve çığ gibi büyüyen göç sorunu da eklendi. Elbette her ülkenin kendi iç dinamikleri de aşırı-sağın potansiyelini etkileyen yeni dinamikler sunuyor. Bu açıdan İsveç örneği ilginç bir öneme sahip. İsveç, dünyanın önde gelen demokrasilerinden ve refah devletlerinden birisi olarak değerlendirilir. 2014 yılında mültecilere yönelik ortaya konulan kapsayıcı politikalar, mültecilerin İsveç’in refah sistemine nasıl eklemleneceği tartışmaları üzerinden 2015 yılında geri tepmeye başladı. Takip eden yıllarda göçmen karşıtlığı üzerinden yükselen aşırı sağcı İsveç Demokratları ise 2022 seçimlerinde İsveç’in ikinci partisi olabildi. Yine 2022’de İtalya’da Mussolini için “Ne yaptıysa İtalya için yaptı” diyen Giorgia Meloni’nin başbakan olmasıyla, aşırı sağ İkinci Dünya Savaşı döneminden sonra ilk defa Batı Avrupa’da iktidarı ele geçirmiş oldu. Türkiye’de aşırı sağın potansiyeli ise tartışma konusu olagelmiştir. Avrupa tarzı bir aşırı sağın Türkiye’de toplumsal tabanının daha sınırlı olduğu düşünülürdü. Türkiye’deki aşırı-sağcılığın dinamikleri her şeye rağmen Avrupa’dakinden farklı. Ancak etnik tartışmalar ve terör sorununa ek olarak hem ağır ekonomik kriz hem de göçmen meselesinin seçmende beklentileri aşan derecede aşırı sağa yönelen bir etki yarattığı görülüyor. Duyulan tepkinin krizin faillerine yeterince yönelmezken, kutuplaştırıcı söylem üzerinden konsolide olduğu da ortada.  Dolayısıyla gelinen noktada görülüyor ki artık aşırı-sağın siyasal denklemlere önemli bir öge olarak dahil edilmesi gerekiyor. Bu olgu, ikinci turun sonucundan bağımsız olarak kendini dayatmış durumda. Bu konuyu ikinci turun arifesinde bir bilanço çıkarmak ya da strateji önermek adına değil, yazının başında da belirttiğim gibi, daha uzun vadeli bir siyasal projeksiyonda dikkat edilmesi gerektiğini düşündüğüm bir olgu olduğu için gündemde tutmak gerekiyor. YANKI ODALARININ DIŞINA ÇIKILMALI İkinci tura gelince, mücadele edilen yapı kurumsal, bürokratik ve örgütlü bir çıkar ortaklığı. Bu yapının mağlup edilmesinin çetrefil bir süreç olacağı biliniyordu.  O nedenle umutsuzluk değil azme ihtiyacımız var. Matematik ortada, birleşe birleşe kazanmak, yankı odalarını aşmak dışında bir yol yok. Önümüzde hâlâ bir seçim var. Ve otoriter bir rejimi demokratik yollarla yenme ümidi hala canlı. Adalet Yürüyüşüyle başlayan uyanış önündeki engelleri aşmaya devam edebilir. Değişimin öznesi, hepimiziz.