2021 yılının ikinci yarısı başlarken; Türkiye’deki iktidar aynı anda hem büyük bir gücü hem de bariz bir güçsüzlüğü eşzamanlı tecrübe ediyor. Kolayca izah edilemeyen bu olguyu incelemek için iktidarın yapısı ve bu yapının içindeki çatışmalara bakılmalı. Medyanın %90’ı bugün iktidarın kontrolünde. Kamu çalışanları partizanlık yapmakta ve iktidarı desteklemekte pervasızlaşmış durumdalar. Hükümet kendi gücünün yanında yargı üzerinde de etkin. İktidarın, yargı ve düzenleyici kurullar üzerindeki etkisi sayesinde özel sektör de sürekli baskı altında. Cumhur İttifakının elinde “Bekâ söylemi” gibi de etkin ve kamuoyunda karşılık bulan bir araç var. Öte yandan Türkiye gibi toplumun %70’inin siyaseten sağda konumlandığının söylendiği bir ülkede; onca avantajına rağmen, iktidarın kaba gücü arttıkça yaşanan krizler de azalmıyor artıyor. Mevcut Cumhurbaşkanlığı sistemi inşa edilirken parlamenter sistemin defoları olarak öne sürülen krizler, sistem kurulduktan sonra azalmadı arttı. Bugün Türkiye 10 sene öncesinden daha istikrarsız. Yarın artık çok daha bilinmez halde. Aile, Parti, Devlet... Erdoğan iktidarı kurulduğundan beri sürekli partner değiştirdi. Kuruluşu bile esasen Milli Görüş içindeki gelenekçi kanadın tasfiyesi anlamına geliyordu. Bu yıkım ve tasfiye süreçlerine farklı Avrupalılaşma, Fethullahçılaşma, milliyetçileşme, İslamcılaşma, sivilleşme gibi anlamlar yüklense de tasfiyenin kendisinin önemi asla unutulmamalı. Yakın döneme bakarsak Fethullahçıların, Davutoğlu’na yakın çevrelerin, liberallerin, hatta kısa süreli ve geçici olarak da olsa Berat Albayrak’a yakın kimi isimlerin bile tasfiyesi gerçekleşti. En basit haliyle aile, parti ve devletin oluşturduğu iktidar bloğunun içinde her unsur birbiriyle hem ittifak hem de çatışma halinde. İktidarın kişiselleşmiş halini Erdoğan ve ailesi temsil ediyor. Medya üzerinde etkinler, iktidara yakın büyük STK’ları yönetiyorlar ve AKP’de yönetimdeki isimleri belirliyorlar. Erdoğan ailesine yakın kimi aileler ve ailenin yakınlarını da bu halkanın içinde saymak yanlış olmayacaktır. Bu odağı sadece Berat Albayrak temsil ediyor gibi gözükse de ailenin diğer üyelerinin de ayrı ayrı kendi ağırlıkları var. Milli Görüş kökenli AKP’ye ideolojik çizgisini veren grubu ise “parti” olarak adlandırmak yanlış olmayacaktır. İstanbul Sözleşmesinden çıkılması, LGBTİ+ bireylere artan baskılar daha çok bu kesimin baskılarının sonucu gerçekleşmiştir. Yine bu kesim erken yaşta evliliklerin önünü açmak için lobi yapmayı bugün de sürdürmekte. “Devlet” denilen kesimi ise tarif etmek kolay değil. Devlet Bahçeli’nin şahsında MHP, Hulusi Akar’ın şahsında TSK ve Hakan Fidan’ın şahsında MİT bu yapının görünen sacayakları. Süleyman Soylu ise bu üç yapının kesiştiği isim. Soylu kendi ilişki ağıyla sistemin her noktasıyla temasta ayrı bir aktör. Tasfiye Dinamiği Haziran ayının sonunda iktidara yakın düşünce kuruluşu SETA’daki tasfiyeler bakarak iktidarı anlamaya çalışalım.[1] Bu tasfiyenin muhtevasından daha anlamlı olan tasfiye olanların tavrı. Tamamının aynı ya da benzer ifadelerle Erdoğan’a bağlılık bildirmeleri değerlendirilmeye muhtaç. Bugün kendileri tasfiye edilseler de “tasfiye”nin kendi başına iktidarın dinamiklerinden olduğunu bilen aktörler, bu defa sessizliklerini yüksek sesle ilan etme yoluna gidiyorlar. Bildikleri, en azından umdukları şey mevcut iktidarın iç tasfiyelerinin süreceği ve en sonunda kendilerine tekrar alan açılacağı. Örnek vermek gerekirse, bugünlerde Boğaziçi Üniversitesinde yaşananlar toplumun makul çoğunluğuna kaos gibi görünse de kimi iktidara yakın akademisyen için fırsat olarak da görülüyor. Kasımdan beri yaşadığımız süreç tasfiyenin bir mekanizma olarak sistemin ana dinamiğine dönüştüğünü gözler önüne seriyor. Naci Ağbal’ın Merkez Bankasının başına geçişi, Berat Albayrak’ın istifası, ardından Naci Ağbal’ın yerine Şahap Kavcıoğlu’nun gelişi, artan yolsuzluk haberleri, Ticaret eski Bakanı Ruhsar Pekcan’ın hakkındaki iddialar ve bakanlıktan alınması, Soylu hakkındaki tartışmalar, Sedat Peker videoları ve ifşaları ve bu iddialar üzerine Ağar, Soylu gibi aktörlerin cevapları, iktidara yakın bazı gazetecilerin ortaya çıkan ilişkileri, 10 bin dolar alan siyasetçi sorunsalı, söz konusu SETA tasfiyeleri, süreç içerisinde Bahçeli’nin sık sık Erdoğan’ın özelde “parti”nin rejimi yumuşatma ihtimallerinin önünü almaya niyetli sertlik çağrıları ile geçti son 8 ay. Ortada istikrarın zerresinin olmadığı açık. Ancak bu kaostan doğan bir düzen hala var. AKP’nin 19 yılının sonunda ideolojiler karmaşıklaştı. Ekipler ve klikler de birbirlerine karıştı.Sistemde bu karışıklık o kadar hızlı derinleşiyor ki 2020 yılında iktidarın yapılanmasını anlatırken yapılan değerlendirmeler bugün çöp olmuş durumda. Çapraz, akışkan ilişkiler yumağı var karşımızda. Maddi olarak Türkiye’de iktidarın rant, refah dağıtma kabiliyeti her geçen gün azalıyor. Tasfiye dinamiğini kaynak kıtlığı da besliyor. Yerel seçimde iktidarın kaybettiği belediyeler bu rant kıtlığını daha da arttırdı. Dolayısıyla iktidar kamu-özel işbirliğine dayalı projeleri ve yap-işlet-devret sistemleriyle geleceğin rantına da göz dikmiş durumda ve geleceği ipotek altına almak istiyor. Peki mevcut şartlar altında muhalefete düşen ne? İktidarın kaos yaşaması, muhalefet açısından tabii olumlu ancak iktidarın başta geçirdiği 19 yılın getirdiği güven kırılmadan bu kaostan muhalefetin beklendiği ve olması gerektiği kadar yararlanamayacağı açık. Muhalefet olabildiğince söylem birliği içerisinde iktidarın içindeki ayrımların genişlemesi için çalışmalı ve en başta makul, yönetebilir bir iktidar alternatifi olarak kendisini ortaya koymalı. Muhalefet, kendi iktidarının hikayesini daha iktidarı başlamadan yazmaya başlamalı. Bu açıdan vaatlerin önemini muhalefet asla unutmamalı. Vaatlerin başarısı boyutlarıyla değil inandırıcılıklarıyla ölçülür. Bugün ekonomik refah sunamayan iktidar bekâ söylemiyle korku ve endişe yayan güvenlik tehditleri yaratarak kendi kitlesini bir arada tutmaya çalışıyor. Bu açılardan muhalefet özgürlük ve refah temelli söylemlerine güvenlik ve istikrar temelli söylemleri de eklemekten çekinmemeli. Finansal istikrar vaatlerinin yanı sıra uygulanabilir somut vaatlerden de geri durmamalı. Erdoğan’ın son yaptığı “söke söke” açıklamasının karşısında muhalefetin kendisine güvenli duruşunun önemi büyüktür. Erdoğan’ın bu ve benzer söylemleri Türkiye’nin ancak kendi iktidarı tarafından yönetilebilir bir ülke olduğu algısını yaratmayı amaçlarken, buna karşılık olarak muhalefetin ortak demokrat duruş ve gerçekleştirilebilir sosyal ve ekonomik vaatler sayesinde vereceği güven bu gibi sınavları aşması adına kritik önemde olacaktır. [1] https://www.gazeteduvar.com.tr/setada-kim-kimi-tasfiye-etti-haber-1526518