Ayşe Baykal, Derin Yoksulluk Ağı’nın kurucularından Hacer Foggo’yla konuştu. Tokatköy’de, Tozkoparan’da yok sayılanlar ne düşünüyor? Ped alamayan kadınlar, beslenme çantası olmayan çocuklar… Pandemi ve sonrası yaşadığımız ekonomik zorluklar sonrası yoksulluğu “Derin Yoksulluk” olarak tanımlıyoruz. Hüzünlü bir tanımlama. “Derin Yoksulluk” tanımı bana İstanbul Fatih’te intihar eden dört kardeşi (Yetişkin ailesi) hatırlatıyor ve yoksulluğu derin yaşayanların sessizliğinin de derin olduğunu düşündürüyor. Siyasi arenada ve sosyal medyada yaşanan “Yoksulluk var mı, yok mu?” tartışmalarının uzağında bir dünyada yaşıyorlar. Onlara ulaşmak elbette öncelikle devleti yönetenlerin görev ve sorumluluğu... Fakat sosyal dayanışmanın güçlü olduğu ülkemizde bu işi severek yapan kişi ve kuruluşlarda var. Bugün size bu güzel insanlardan biri olan ve “Derin Yoksulluk” tanımıyla bizleri tanıştıran, Hacer FOGGO ile yaptığım söyleşiyi paylaşacağım. Hacer Hanım, söyleşimize geçtiğimiz hafta sosyal medyada çok konuşulan Süleyman Demirel’in enflasyonla ilgili yaptığı bir konuşmayla başlamak istiyorum. Demirel’in konuşması şöyle; “Türkiye'nin birinci sorunudur enflasyondur. …Halkın birinci sorunu geçim sıkıntısıdır. Esas enflasyon devletleri yıkan bir olaydır. Milletleri içinden bozan bir olaydır. Enflasyon sadece pahalılık olayı da değildir. Ahlakı bozar, borcu olan borcunu ödemez, alacağı olan alacağını alamaz. Hırsızlıktan, soygundan, fuhuşa kadar hemen hemen bütün yolları açar. Toplumun içini bozan bir olaydır.” HİÇ KİMSE BİR AVUÇ ZENGİNE “BİRAZ DA SİZ ŞÜKREDİN” DEMİYOR. Siz uzun yıllar gazetecilik ve yoksulluk alanında saha çalışmaları yapan biri olarak nasıl değerlendiriyorsunuz bu konuşmayı? Enflasyon sebebiyle ortaya çıkan yoksulluk halkın ahlakını bozar mı? Sayın Demirel, yoksullaşan insanların yoksulluktan kaynaklı olarak ahlakının bozulacağını ve toplumun bozulacağını söylemiş fakat esas sorunun sahibini söylememiş. Ortada bir ahlaki bozulma varsa bu bir avuç zenginin doymamasıdır, asıl ahlaki bir sorundur. Son zamanlarda insanlar yoksullaştıkça geçinme, barınma gibi sorunlar ortaya çıkınca iktidar da yoksulluğu “şükür” üzerinden yönetmeye çalışıyor. Bir bakıyorsunuz medya ya da bir dini lider yoksulluğun olmadığından söz ediyor ya da yoksullara da sürekli “sabır ve şükür” diliyor. Ama hiç kimse bir avuç zengine “Biraz da siz şükredin.” demiyor. Hayat pahalılığı en çok kadın ve çocukları etkiliyor. Kadın denince de toplum olarak mutfak gibi ev giderlerini konuşuyoruz. Fakat yüksek oranda kadın, temel ihtiyacı olan hijyenik pede ulaşamıyor. Geçtiğimiz günlerde İskoçya hükümeti kadınlara ücretsiz regl ürünlerinin verileceğini açıkladı. Peki, bizim ülkemiz için bu uzak bir yaklaşım mı? Mesela yerel yönetimler ihtiyaç kolilerine ekleyerek başlayamazlar mı? Saha çalışmalarımda İstanbul dışında da ziyaret ettiğim aileler oluyor. Bir sürü ilde bu sorunla karşılaştım. Lisede okuyan genç kızların pedlere erişemediğini söylüyor öğretmenleri… Bir anne “Param olsa kızıma hijyenik ped almayı tercih ederim, kendime değil.” diyor. Ped yerine sağlıklı olmayan başka şeyler kullanmak zorunda kalıyorlar. Kadınlar bu kadar önemli bir ihtiyacı düşünmemeli. Bir genç kızın, bir kadının hijyenik pede erişememesi gerçekten utanç verici ve pedler tıpkı İskoçya’da olduğu gibi ücretsiz olmalı. İhtiyaç kolilerine gelince… Ülkemizde yoksullara dağıtılan kolilerin içeriklerine özellikle pandemide tanık oldum. Koliler, sanki insanların hepsini bir fabrikadan çıkmış “tek tip insan” olarak gören bir yaklaşım ile hazırlanıyor. Evde yatalak bir insan olabilir, genç kadın veya bebek olabilir. Bu aynı zamanda yoksulluğa çok boyutlu bakmaktır. Evdeki her bireyin farklı yoksulluğunu, özelliğini görmeniz koli ya da gıda paketini de ona göre hazırlamanız gerekiyor… Yoksullukla ilgili çalışmalarınızın siyasi ayağı da var. Karşılık bulabiliyor musunuz? Evet. Hâlihazırda CHP Yoksulluk Dayanışma Ofisi’nde görev almaktayım. Ben, yirmi yıllık yoksulluk çalışmalarımı ve saha tecrübelerimi aktarmak için oradayım. Cumhuriyet Halk Partisi iktidarında bu deneyimler hak temelli politikaya dönüşsün istiyorum. Sayın Genel Başkanımız Kemal Kılıçdaroğlu yoksulluğa eşitlikçi ve hak temelli bakıyor ve bu yoksulluğun önlenmesi için çok önemli politikaların yapılmasına öncülük ediyor. Bu politikaların en önemli yansımalarından biri de Aile Destekleri Sigortası, yoksulluk riski altında yaşayan bireyin ya da ailenin o riske karşı koruyacak bir sabit gelirinin olması projesi… Konuşmalarında sık sık vurguladığı  “Hiçbir çocuk yatağına aç girmeyecek” sözleri de bunun kanıtlarından bir diğeri... İKTİDAR YOKSULLUĞU YOK SAYIYOR Siyasete değinmişken sormak istiyorum. Vatandaş olarak ekonomik anlamda zor günler yaşıyoruz,  yoksul sayımız her geçen gün artıyor. Böyle bir tabloda birlik ve beraberlik içinde olmamız gerekirken; adeta vatandaş yoksullukla, siyasetçiler de yoksulluk üzerinden birbiriyle mücadele ediyor durumu var. Nasıl değerlendiriyorsunuz? İktidar yoksulluğu yok sayıyor. Bunu verilerle oynayarak yapmaya çalışıyor. Fakat bir taraftan da yok saydığı yoksullara propaganda yapmaktan geri durmuyor.
İktidar yoksulluğu yok sayıyor. Fakat onlara propaganda yapmaktan da geri durmuyor. Sosyal yardımlar için vatandaşı ziyaret edecek kamu görevlilerine, Cumhurbaşkanı’nın mektubunun dağıtılması için talimat verildi.
Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’na bağlı Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğü tarafından, sosyal yardımlar için vatandaşı ziyaret edecek kamu görevlilerine, Cumhurbaşkanı’nın mektubunun dağıtılması için talimat verildi. Bu, yoksulları AK Parti’nin tekelinde görmek ve baskı altına almak demektir. Bağımsız olması gereken bir kamu görevlisini, siyasi çalışmanın aracı olarak kullanmak ve ona zorunlu bir seçim çalışması yaptırmaktır.  Olacak iş değil. Bu yüzden sık sık vurguladığım gibi yoksulluk meselesinin hak temelli bir bakışa ihtiyacı var. Çünkü yoksulluk meselesi aynı zamanda bir özgürlük meselesidir. Hiç kimse kendisini hiçbir siyasi partiye mecbur hissetmemeli. Yoksullar teşhir edilmemeli ve siyasi parti propagandasına alet edilmemelidir. HER ŞEY RANT İÇİNMİŞ Peki; vatandaş, iktidarın “Yok sayma” davranışını nasıl görüyor? Bu sorunuza şahit olduğum iki olayı anlatarak cevap vermek istiyorum. Beykoz Tokatköy’de kentsel dönüşüm var. Orada kadınlar evlerini yıktırmamak için mücadele veriyor. Kendileriyle uzun uzun sohbet etme imkânım oldu. Çoğu, yıllarca AK Parti’ye oy vermiş. Zaman içinde farklı konulardan hayal kırıklığı yaşamışlar; yolsuzluk yapanlara, dini suiistimal edenlere tanık olmuşlar. Bu tanıklığın üzerine bir de evlerinin ellerinden alınacak olması onları AK Parti’ye karşı isyan noktasına getirmiş. İki hafta önce ben oradaydım, elektrik kesmek için gelen belediye ekibi, önce 13 yıldır bitkisel hayatta olan çocuğun yaşadığı evin elektriğini kesmek istedi. Vatandaş ve polis arasında bir kargaşa yaşandı. O esnada sinirleri boşalan bir kadın “Alın başörtüsü dediniz, bizim örtümüzü kullandınız!” deyip başörtüsünü çıkardı.
Beykoz’da elektrik kesmek için gelen ekip, 13 yıldır bitkisel hayatta olan çocuğun yaşadığı evin elektriğini kesmek istedi. O esnada sinirleri boşalan bir kadın “Alın başörtüsü dediniz, bizim örtümüzü kullandınız!” deyip başörtüsünü çıkardı.
Diğer tanık olduğum olay ise elektriğinin kesilmemesi için bir görevli ile mücadele eden bir kadının örtüsü başından çıktı. Kadın bir taraftan başını örtmeye çalışıyordu görevli  “Boş ver, kapatma.” dedi ve aralarında tartışma çıktı. Yani, AK Parti’ye oy veren bir kadın başörtüsü üzerinden yıllarca suistimal edildiğini düşünürken diğer kadın ise oy verdiği partinin görevlendirdiği kişinin yaklaşımı ile hayal kırıklığına uğruyor, şimdi de diyorlar ki: “Her şey rant içinmiş.” Tokatköy’de kadınlar çok güçlü ve dirençliler. Bu arada yeri gelmişken şunu da özellikle belirtmek isterim; bir insan herhangi bir konuda basına konuşurken, o kişinin konuştuğu konu ve sözleri önemlidir. Başörtülü ve çarşaflı olması değil... Bunu neden söylüyorum? Çünkü bir kadın “Evim yıkılmasın!” diyor, basının attığı başlık “Çarşaflı kadın ‘Evim yıkılmasın!’ dedi”. Bu haber değil, bu kamu yararına bir bakış değil. Tokatköy’de, Tozkoparan’da neden uzlaşı sağlanamıyor? Çok güzel bir yerde Tokatköy; denizi, boğazı görüyor… Belli ki büyük bir rant var. İnsanlar muhatap alınmadıklarını söylüyorlar. Tozkoparan’da insanların tapuları bir gecede hazineye devredilmiş. Düşünün bir gecede eviniz elinizden alınıyor. Hakkınızı hukukunuzu arayacağınız hiçbir merci yok. Ciddi travmalar yaşıyorlar çünkü adaletin olmadığını düşünüyorlar. “Ben yıllardır burada oturuyorum, kentsel dönüşüm deyip evimi elimden aldılar…” diye üzülen ve sesini iktidara duyuramayan insanlar var. Çocuklar da çok etkileniyor, annesinin yanında sağa sola savrulan küçük çocuklar var. İktidar bir avuç zengin dışında hiç kimseye yaşam alanı bırakmıyor. Zorlukla bir ev sahibi olmuş insanın kentsel dönüşüm deyip evini elinden alıp, birilerinin zengin olmasına olanak tanıyor. BESLENME ÇANTASI GÖTÜREMEDİĞİ İÇİN OKULA GİTMEYEN ÇOCUKLAR VAR Son olarak yoksulluğun en çok etkilediği çocuklarla ilgili sormak istiyorum. Yakında okullar açılacak. Dar gelirli aileler için bu süreç maalesef ki masrafların artması demek. Okula giden çocukların yeterli beslenememeleri ise en büyük sorunlarımızdan biri... Bu sorunun çözümüyle ilgili çalışmalarınız var mı? Bu çok ciddi bir sorun. Birleşmiş Milletler’in yayımladığı bir açlık haritası vardı. Haritaya göre, ülkemizde %14,8 oranında yetersiz beslenen kişi var. Yalnız, sebebini anlayamadığım şekilde Türkiye haritadan çıkarıldı. Çok uğraştım, “O bilgiler neden haritadan çıkarıldı?” diye defalarca sordum ama hiçbir yanıt vermediler. Okullarda temiz su ve sabun yok. Bir an önce okullara temiz su ve sabun ulaştırılmalı. Beslenme çantası götüremediği için okula gitmeyen çocuklar var. Aslında Sağlık Bakanlığı’nın 2019 yılında yayımladığı stratejik planda bu sorun yer alıyor. Fakat -ne yazık ki- bugüne kadar bir şey yapmadılar. Umarım bu yıl çözümü hayata geçirirler. Bununla birlikte yerel yönetimlerin bu kış yoksullukla ilgili daha fazla çalışması gerekecek. Bu kış çok çetin geçecek, bu nedenle daha fazla dayanışmaya ihtiyaç var.