Geçen hafta  Türkiye’de yaşanan olaylar zinciri, zihniyet anlamında derin bir bölünmeyle karşı karşıya olduğumuzu  bir kez daha tescil etti[1]. Bu bölünme doğaldır ki geleceğe dair önce ortak hayaller kurmayı, bunları hayata geçirmeyi, ortak gelecek inşasını neredeyse imkansızlaştırıyor. Ülkemizin çeşitli bölgelerinde yaşanan orman yangınları, sel felaketi, Konya’da bir ailenin katledilmesi karşısında yöneten ve yönetilenlerin geliştirdikleri refleksler, bölünmenin ipuçlarına dair yeteri kadar kanıtı göz önüne serdi ve farkettik ki asıl meselemiz bir arada yaşamanın, ortak geleceğe dair bir tahayyül oluşturmanın ne kadar kırılgan olduğuydu. Bölünmüş Zihniyetler Sistem ve kurumlar bağlamında bakıldığında, görünürde bir sistem, kağıt üzerinde görevleri tanımlanmış kurumlar mevcut olmakla birlikte, sistem de kurumları da havada uçuşuyor, ülke yönetememe krizi içinde savruluyor. Bir yandan yönetilenlerin kahir çoğunluğu için insanca yaşanabilir olmaktan çıkmış bir ülke, diğer yandan yönetenler tarafından coğrafyamızda örnek olarak gösterilen bir ülke. Neresinden bakarsak bakalım, sorunlarını çözme konusunda kendisinden beklenenleri yerine getirme anlamında acz  içinde olan bir sistem. Bu zıtlıklar ülkesinde ortak bir geleceği inşa etmenin önündeki en büyük engelin zihniyet bölünmesi, hatta parçalanması olduğunu söylemek yanlış olmaz. Hal böyle olunca, bugün Türkiye’de siyaset, ekonomi ve toplumu, birbirleriyle ilişkilerini anlamak, sorunları saptamak ve çözüm önerileri geliştirmek için şatafatlı model ve yaklaşımlar yetersiz kalmakta. Ülkemizi yasa boğan yangınların nedenleri ve sonuçları karşısında iktidarın tutumunu, aczini merkez-çevre bölünmesiyle; ya da Konya’daki aile katliamını etnik bölünmeyle; ya da Van’daki sel felaketi karşısında yalnız bırakılanları iklim kriziyle; başta medya mensupları olmak üzere çeşitli kesimlere yönelik şiddeti tek başına kültürel bölünmelerle açıklamak mümkün mü? Kanımca hayır. Yaşadıklarımız ve topluma yaşatılanların derinliklerinde resmedilmesi gereken bir zihniyet bölünmesi mevcut. Bu bölünme aynı ülkede ortak geleceği imkansız kılan “İki Buçuk Zihniyet”e karşılık gelirken, zihniyetlerdeki bölünme  doğaldır ki insana, topluma, siyasete, ekonomiye dair düşünce, kanaat, algı, tutum ve davranışlarımızı doğrudan etkileyip, biçimlendiriyor. Bu topraklarda yüzyıllardır toplumsal, politik ve kültürel ikilik hiç eksik olmadı. Yöneten ve yönetilenlerin neredeyse her türlü olguya  karşı geliştirdiği zıt refleksler, ikiliği bugüne kadar ortak bir gelecek kurma, birlikte yaşama iradesi gösterme anlamında hiç bu ölçüde güçleştirmedi. Osmanlı’dan devralınan toplumsal, kültürel mirasın Cumhuriyet kazanımları ve ulus bilincinin inşasıyla bir arada yaşama  odaklı kurgulanmasıyla bugünlere kadar geldik. Tasada, kederde, kıvançta bir olma, birlik olma ideali ve zihniyeti  Cumhuriyetin ve kurucu aktörlerinin bu topraklara en büyük armağanıydı. Oysa ki bugün, bir Olimpiyat başarısında dahi zafere farklı tepkiler geliştiren bir topluluğa dönüştüysek, kazanımların heba olması kadar, ortak bir gelecek kurmanın zorluğuyla karşı karşıyayız. Birbirlerini teğet dahi geçmeyen zihniyetlerden biri; bugün iktidarı elinden tutanların dünün bir arada yaşama iradesini hayata geçiren zihniyet ve kadrolara karşı kibir, öfke, hınç, rövanş  alma dürtüsüyle alternatif bir  devlet, toplum, en önemlisi alternatif bir kimlik inşası projesine yönelme, diğeri; Cumhuriyetin kurucu değerleri referansıyla bir arada yaşamaya yatkın olanların zihniyeti ki -bu zihniyetin de geçmişte birincisine karşı uzak sosyo-kültürel mesafeleri mevcuttu-. ‘Buçuk zihniyet’ olarak kodlanabilecek olan bir diğeri ise; ‘dün dündür, bugün bugün’ anlayışıyla salt para-pul, makam, mevki, statü derdinde, iktidarda kim olursa ona yanaşan beşli sermaye grupları ve benzerleri ya da bürokratik aktörler, turistik kıyı bölgelerinde ormanlar  yanarken, yangını seyrederek içkilerini yudumlamaya devam edip, jet-skisinden inmeyenler ve zihniyetidir. Nasıl Bir Zihniyet, Nasıl Bir Gelecek? Günümüzün refah devletleri ve mutlu yurttaşlarının sırrı üretim, üretimin hakça paylaşımı, insanca yaşam kadar, bir arada yaşamayı peşinen kabul etmek, ortak bir geleceğe dair toplumsal uzlaşıya varmaktır. Bunu başaramayan devletlerde ne mutlu ne de umutlu bir toplumdan söz edilebilir. Türkiye bugün bir avuç yöneten ve yönetilen mutlu azınlık karşısında, mutsuz çoğunluğun ev sahipliğini yaparken, gelecekten umutsuz gençlerin  kavimler göçüyle karşı karşıya. Maddi anlamda bunları bu topraklarda tutacak ödüllendirmeyi geçelim,  cesaretlendirecek bir sistem kalmadığı gibi, kamu kaynaklarının mutlu yöneten-yönetilen bir buçuk mutlu azınlığa aktarılması, bunların zihniyetlerinin tahakküm aracı olması, derdi insanca yaşamak, üretmek, hakça paylaşmak olan kesimler ve zihniyeti yeni bir hınç, öfke,  tahakküm kültürü üretmelerine zemin hazırlamaktadır. Sonuçta Türkiye dün olduğu gibi, bugün  de kaybedenlerin kazanacakları gün için sırada bekledikleri bir ülkeye dönüşmüştür. Oysa ki demokratik refah devletlerinde ne bireyler ne de zihniyetlerinin topyekûn bireysel kazanma adına nesiller boyu feda edilme lüksü yoktur. Sözün özü; tek ülkede iki buçuk zihniyetten ibaret politik-sosyolojik Türkiye fotoğrafında, üzerinde asgari düzeyde uzlaşı sağlamadan inşa edilecek bir sistem ve zihniyetle ortak gelecek mümkün değil. Bunun yolu ancak  ideolojik, kültürel önceliklerimizi, tercihlerimizi, ilkel  dürtülerimizi bir tahakküm aracı olmaktan çıkararak, bir arada ortak gelecek kurmak için zenginlik olarak görmekle mümkün. Bu ise ancak değerlerden arındırılmış, ideolojik tercihlerle harmanlanmış, sorun çözme odaklı, referansın üretim, liyakat olduğu siyasetle mümkündür. ---- [1] Konuyla ilgili Gazete Duvar’da okunması önerilen iki yazı; Berrin Sönmez; “Tasada ve kıvançta zıtlaşma üzerine”, gazeteduvar.com, alıntı tarihi: 1 Ağustos 2021., Aydın Selcen; “Toplumsal kutuplaşma yok düşünsel uyuşmazlık var”, gazeteduvar.com, alıntı tarihi: 1 Ağustos 2021.