Kaya karşısındaki gücün devletten topluma ve oradan da sivil toplum kurumlarına kadar ulaşan etkisini görmüş ve ürkmüştü. TBB başkanından belli ki böyle bir karşılık beklemiyordu. Yaşadığı utanç aslında muhatabıyla ilgiliydi kuşkusuz.
Kürt hak hareketinin öncü avukatlarından Şerafettin Kaya 12 Mart 2022'de hayatını kaybetti. Muş Varto'da bir Kürt olarak 1933 yılında doğdu. Öğretmenlik yaptı. Arkasından avukatlığı tercih etti. 1960'larda Canip Yıldırım, Tarık Ziya Ekinci, Ruşen Arslan vb. gibi bir çok Kürt aydının yaşadığı gibi TİP kültürü içinden geçti. 1960'lardan itibaren Türkiye'deki Kürt mücadelesinin bütün önemli davalarında; Siverek Mitingi davasından Recep Maraşlı davasına, TKDP davasından DDKO davasına ve İsmail Beşikçi yargılamalarına kadar uzanan bütün davalarda aktif savunmanlık yaptı. Devrimci Doğu Kültür Ocakları yargılamalarında Kürtlüğü bir hak öznesi olarak dayattığı için Av. Ruşen Arslan ile birlikte tutuklandı. 12 Eylül darbe yargılamalarında Diyarbakır işkencehanelerinin titiz bir kaydını tuttu ve bu alandaki mücadeleyi uluslararası bir misyona dönüştürdü. Darbe sonrası davaları yakından takip etmek için Diyarbakır’da bir avukatlık ofisi kurdu ve bir kez daha tutuklandı. Çıktıktan sonra Türkiye'de barınma olanakları kalmadığı için Almanya'ya gitti. Buna karşılık oldukça etkin ve ısrarlı bir politik mültecilik hayatı yaşadı. "Generaller Yargılanmalıdır" ve "Diyarbakır'da İşkence" çalışmalarını yurt dışında yayınladı. Birleşmiş Milletler’e ve Avrupa Parlamentosu’na Diyarbakır’da işlenen insanlık suçları için ayrıntılı hazırlıklarla başvurularda bulundu.
Daha ilk anda bakıldığında bile nefes kesici, başa çıkılması, anlatılması çok zor bir hayat yaşadı. İşkencelerin, kanlı süreçlerin içinden vakarla ve sebat ederek geçti.
Daha ilk anda bakıldığında bile nefes kesici, başa çıkılması, anlatılması çok zor bir hayat yaşadı. İşkencelerin, kanlı süreçlerin içinden vakarla ve sebat ederek geçti. Türkiye'de Kürtlüğün ve Kürt mücadelelerinin modern tarihinin önemli eşiklerinde yer aldı ve tüm bu eşikleri hayatı ile birleştirdi. İşte tam bu nedenle Şerafettin Kaya'nın hayatı Türkiye hukuk düzenini ve Kürtlerin yerini anlamak bakımından oldukça önemli biyografik malzemeler içeriyor.
Ben şimdi onun bazı biyografik izlerini hak mücadelesi ekseninde ele almak istiyorum. Bu yolla hem Kürt modern tarihinin farklı ve yeni bir tarzda yeniden yazılabileceği ek bir kulvar açmak hem de Türkiye hukukunun analizine ilişkin bazı ön veriler oluşturmak istiyorum
ŞERAFETTİN KAYA VE TÜRKİYE HUKUKU
Türkiye'de avukatlık, hak, hukuk ve adalet meselelerine dair entelektüel anlama çabaları hep pek zayıf kalmıştır. Kürtler söz konusu olduğunda ise hak ve hukuk tartışmalarına ilişkin sorun daha da çetrefilleşir. Türkiye'de avukatlığın kuramsal meseleleri edinilmediği gibi örneğin en önemli araştırma malzemeleri olan biyografiler hukuk ve norm tartışmalarının çok dışında tutulmuş, ilgisiz olduğu bile düşünülmüştür. Oysa Amerikan hukuki realizm akımı, eleştirel hukuk çalışmaları ve eleştirel ırk kuramlarının bize gösterdiği en önemli şey "norm"un, yasanın, hukukun gerçek anlamının hep çok anlamlılık içerdiği, "karar"ın farklı hayat tecrübeleriyle olan derin ilişkisi ve toplumsal hiyerarşinin ve hukuki eşitsizliklerin hayat hikayeleri içinde nasıl görünebilir olduğuna dair can alıcı derslerdi. Bu anlamda hukukçu hayatları aynı zamanda normu, yasayı ve hukukun ta kendisini ortaya koymaktaydı. Dicle Koğacıoğlu'nun eşsiz akademik çalışması bir kenara bırakılırsa Türkiye'de maalesef bu minvalde çalışmalara rastlanmamakta, hukuk ve yargı tartışmaları yüzeysel ve sıradan pozitivist ilmihallerle idare edilmeye devam edilmektedir.
Şerafettin Kaya'nın hayatı işte bu eksikliğin aşılarak ortaya konulabileceği bir zenginliktedir. Kaya'nın bir avukat olarak hayatı Türkiye'nin hukuk düzenini, içerdiği milli eşitsizlik ve hiyerarşiyi pek yerinde biçimde ortaya koymaktadır. Türkiye'de normu, hukuku ve yargıyı anlamak istiyorsanız Şerafettin Kaya'nın biyografisine bakmalısınız... Sadece 1980 darbesi sonrası Türkiye Barolar Birliği başkanı Av. Atilla Sav ile görüşmesi bile yeterince öğreticidir.
CUMHURİYETÇİ HUKUKÇULUĞUN SEFALETİ VE ŞERAFETTİN KAYA
Türkiye'de hukukun inşası ve pratikleri ile Kürtlerin o hukukun içindeki yerini anlamak bakımından bir karşılaşma oldukça tarihi niteliktedir. Diyarbakır cezaevinde onlarca müvekkili işkence gören ve kendisi de o cezaevinde bir süre tutuklu kalan Av. Şerafettin Kaya ile Türkiye Barolar Birliği başkanı Atilla Sav'ın görüşmelerinden söz ediyorum. 12 Eylül 1980 darbesinden sonra Diyarbakır'daki işkenceleri Türkiye Barolar Birliğinin o dönem başkanı Atilla Sav'a ayrıntıları ile anlatan Kaya, Sav'dan hiç beklemediği bir cevap alır ve o günden sonra "hukukçuluğumdan utanıyorum..." demek zorunda kalır. Barolar Birliği Başkanı Av. Sav, Av. Kaya'nın müvekkillerinin "bölücü" eylemleri üzerinde durur ve üstü kapalı biçimde "Türk hukukçuluğu"nun işkence, kan, infazlarla bağıtlanan ilişkisini açıklıkla ortaya koyar. İşkence bahsi birdenbire Cumhuriyet hukukçuluğunun Kürtler karşısındaki ırkçı damarlarının ifşası ile sonuçlanır.
80 darbesinden sonra Diyarbakır'daki işkenceleri TBB’nin dönem başkanı Atilla Sav'a ayrıntıları ile anlatan Kaya, hiç beklemediği bir cevap alır ve o günden sonra "hukukçuluğumdan utanıyorum..." demek zorunda kalır.
Türkiye Cumhuriyetinin hukuk devleti vasfının nasıl bir sahteliğin üstüne inşa edildiğini daha iyi anlatabilecek bir diyalog yoktur. Kürtler Türk hukukçuluğunun muhalif sol kanat mensuplarının bile ırkçı dışlamalarına maruz kalmış ve kendilerine "zararsız", "tehlikesiz" veya "Kürt milliyetçiliğinden uzak" olarak sunmak dışında bir "doğru yol" olmadığı belletilmeye çalışılmıştır burada. Fakat, Sav'ın Av. Kaya karşısındaki doyumsuzluğu açıktır. İşkence konusu birdenbire önemsizleşmekte ve Kürtler karşısındaki nefret iştahla ortaya saçılmaktadır...
Av. Kaya, Cumhuriyetçi avukatlığın bu utanç verici tepkisi karşısında işte o tarihi sözü söylemişti: "Hukukçuluğumdan utanıyorum..."
HUKUKÇULUĞUMDAN UTANIYORUM...
Kaya karşısındaki gücün devletten topluma ve oradan da Türkiye'nin sivil toplum kurumlarına kadar ulaşan etkisini görmüş ve ürkmüştü. Hukukçuluğun hukuk ile ilişkisini onlarca tarihi davada tecrübe etmiş ve onlara karşı koymuştu. Fakat, Cumhuriyetçi hukukçuluğun kalesi Türkiye Barolar Birliğinin Başkanından-belli ki- böyle bir karşılık beklemiyordu. Yaşadığı utanç, aslında kendisi ile ilgili değil muhatabı ile ilgiliydi kuşkusuz. Onun üstlenemediği, dahası üstlenmeyi kesinkez reddettiği işkenceye karşı durma görevinin "bölücü"ler karşısında teferruata dönüşmesi utancın Türkiye avukatlığı ve insanlık adına üstlenilmesini zorunlu kılıyordu. Türkiye hukukunun ve hukukçularının utancı, manidar bir gariplik olarak, bir Kürt hukukçusu tarafından üstlenilmiştir... Hem manidardır. Çünkü bütün o Türkiye hukukunun ve hukukçu reflekslerinin yarattığı milli hiyerarşiyi tabii ki bir Kürt avukat en kolay biçimde görecektir. Gariptir. Çünkü Türkiye hukukçuluğunun "utanç"ın yerini içeriksiz bir "gurur" ile değiştirmesi ve bir "suç"un bir "hukuki gereklilik" halini alması kolay rastlanır bir durum değildir dünyada...
DİSİPLİN, CİDDİYET VE DİRENİŞ
Fakat bu utanma hissi umutsuzluk ve bir vazgeçiş olarak değil daha güçlü bir mücadele ısrarı olarak ortaya çıkmıştı Şerafettin Kaya'da. "Hukukçuluğumdan utanıyorum..." derken verdiği tepki romantik hülyalar değil dirençli bir politik dinamizm taşıyordu. Bu nedenle politik işlevsellik ile rasyonel aklı birarada götürebilmiş nadir avukatlardan olmuştur Av. Kaya. Örneğin o avukatlığını belgeselci bir titizlikle yapmıştır hep. Devrimci Doğu Kültür Ocakları yargılamasındaki İddianameye karşı getirdiği argümanlar, hemen belli olan tarihsel titizliği ve bilimsel çalışmaları takip etmekteki yeteneği bir yana hukuki metinlerin dili de oldukça güçlü ve zengindir. Ekleri ile birlikte 68 sayfalık savunmasındaki disiplini ve çalışkanlığı da hemen fark edilmektedir. Kaya için entelektüel donanımı en güçlü Kürt avukatlarından birisidir demek abartı olmayacaktır bu açıdan. Yurt dışında da aynı titizliği devam ettirmiş, ayrıntılı kayıtlar tutmuş, Generaller Yargılanmalıdır broşüründe adeta bir Kürt savcısı gibi ayrıntılı ve somut tespitleri delilleriyle birlikte ortaya koymuştur. Dünyadaki en kötü 10 cezaevi içinde sayılan Diyarbakır Cezaevindeki işkencelerin hem Türkiye'de hem de dünyada duyulmasında Kaya'nın disiplini, ciddiyeti ve emeği vardır büyük oranda.
Geriye ondan öğrenilecek çok şeyler bıraktı Av. Şerafettin Kaya. Politik ısrarı ile hukuki biçim üzerindeki disiplin ve ciddiyeti ancak seçkin bir hazırlık ile mümkün olabilirdi. Balibar'ın hak mücadelesini bir "direniş" olarak tasvir ettiği nokta tam da Şerafettin Kaya'nın biyografik izlerinde en geniş delillerini bulduğu yerdi. Bundan sonra onun biyografisini ciddiyetle çalışmak hem Kürt mücadelesini hem de Türkiye hukuk düzenini anlamak bakımından oldukça önemli bir görev olacaktır.
Ruhu şad olsun...