Her AKP yetkilisinin ağzından farklı şeyler duyuluyor. Her zamanki gibi köşeye sıkıştıklarını düşünüyor ve manevra ihtiyacı hissediyorlar ancak bu ilkesiz tutumu nasıl izah edebileceklerine dair hazırlıkları yok. Herhangi iki ülke arasında bir normalleşme/barış olabilmesi için öncelikle aralarında anlaşmazlığa ya da çatışmaya yol açan meselenin ortadan kalkmış olması ya da buna dair bir çözüm üretilmiş olması gerekir. Aksi taktirde sorarlar madem barışacaktın neden o kadar kriz çıkardın diye.. Türkiye ile İsrail arasında çatışmaya yol açan en temel sorun, Türkiye tarafının resmi açıklamalarına göre İsrail’in sistematik işgal politikalarından vazgeçmemesiydi. Ankara Telaviv’le flört etmeye başladığına göre normalde bu konuda önemli adımlar atmış olmalı değil mi? Bakalım İsrail gerek Filistinlilerin uluslararası haklarının iadesi gerekse barış sürecine ilişkin ne adımlar atmış? Filistinlilerin Sovyetler Birliği’nin yıkılmasından sonra yaşadığı en büyük sorun, gerek uluslararası hukukun gerekse taraflar arasında 91’de Madrid’de başlayan ve adına daha sonra Oslo süreci denen süreçlerde İsrail işgal yönetiminin vermiş olduğu sözlerin hiç birini yerine getirmemesidir. Bunu yapmak bir yana Filistin’deki durum eskisinden daha da kötüye gitmiştir. Örneğin Oslo süreci, normal şartlar altında Filistinlilerin 2009 yılında bir devlete sahip olmalarını öngörmekteydi ancak İsrail, hiçbir zaman bunu hayata geçirmeye yanaşmadı. Tanıma bir yana uluslararası toplumun ve aktörlerin BM’ye üye olduktan sonra bile Filistinlilerin ilan ettikleri devleti tanımalarını engellemek için elinden geleni yaptı. Dahası Filistin’in ve Filistinlilerin çözülmeyi bekleyen üç temel sorunu dahi çözüme kavuşmuş değil. Bunlardan Bağımsız bir Filistin Devletinin tanınması, İkincisi Kudüs’ün statüsü ve üçüncüsü de Filistinli mülteciler meselesidir. Bunların yanına onlarcası eklenebilir örneğin Kudüs’te yaşayan Filistinlilerin sistematik olarak Kudüs’ten dışlanmaları, kimliklerinin ellerinden alınması, Batı Şeria’da yerleşim birimlerinin katlanarak büyümesi ve yine Batı Şeria’dason verilmesi gereken İsrail işgali vs. Türkiye dikkat ederseniz bunların hiçbirine değinmiyor, Filistinlilerin şu meselesi çözüme kavuştum dolayısıyla ben de şu nedenden dolayı İsrail’le yakınlaşmayı kabul ettim demiyor. Peki Türkiye ne diyor?
Kalın, normalleşmenin nereden çıktığı sorulduğunda Netahyahu’nun iktidardan gittiğini ve İsrail’deki iktidar koalisyonu içerisinde bir İslamcının yer aldığını dolayısıyla muhatap alınabilinecek bir güç ekseni olduğunu öne sürüyor.
Aslında Türkiye’nin ne dediği pek belli değil, her bir AKP yetkilisinin ağzından farklı şeyler duymak mümkün. Her zamanki gibi köşeye sıkıştıklarını düşünüyor ve bir manevra ihtiyacı hissediyorlar ancak bu ilkesiz tutumu nasıl izah edebileceklerine dair ne önceden bir hazırlıkları ne de bir stratejileri var. Herhangi bir şekilde bu ilişkiye mecbur değiller sadece İsrail’le dostluğun bir türlü sıcak ilişkilerin kurulamadığı Biden yönetimiyle buzları eritmeye yardımcı olacağını umuyorlar. Yahudi lobisi üzerinden ABD ile ilişkiler düzelirse bunun ekonomiye yansımaları olacağı kanaatindeler. İktidarın İsrail’le yeniden yaşanan aşka dair ne düşündüğünü Erdoğan’ın konuşmalarından öğrenmek mümkün değil. Ama İbrahim Kalın’ın açıklamalarından kısmen öğrenmek mümkün. Kalın, bu normalleşme meselesinin nereden çıktığı sorulduğunda Netahyahu’nun iktidardan gittiğini ve şu an İsrail’de iktidar koalisyonu içerisinde bir İslamcının yer aldığını dolayısıyla İsrail’de konuşabilecek ve muhatap alınabilinecek bir güç ekseni olduğunu öne sürüyor. Halbuki iktidardaki koalisyonda evet adı İslamcı olan bir parti var ama iktidarın diğer ortaklarının bir kısmı Netanyahu’yu aratmayacak cinsten aşırı sağcı partiler. İktidardaki Arap partisinin Filistinliler içerisinde öyle geniş bir temsiliyeti söz konusu değil. Öte yandan Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, İsrail’le ilişki kurmak için beş şart ileri sürmüş ve bunlar sağlanmadan İsrail’le ilişkilerin normalleştirilmesinin mümkün olmadığını söylemişti. Buna göre “İsrail’in Filistin’e yönelik saldırılarını durdurması, İki devletli çözümü aşındıracak adımlardan vazgeçmesi, barış sürecine tekrar dönmesi, son zamanlarda artan illegal yerleşimler konusunda bu politikalardan vazgeçmesi ve Kudüs’ün statüsünü aşındıracak adımlardan da vazgeçmesi gerekiyor.” Bu alanlardan birinde bile İsrail somut ve makul bir adım atmış değil. Evet bir takım hareketlenmeler var, Trump’ın Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıma kararının ardından İsrail ile bütün ilişkilerini donduran Filistin Özerk Yönetimi, yeniden İsrail tarafıyla “temas”a başladı ancak bu, “Yahudi Devleti”nin barış sürecine yeniden döndüğü anlamına gelmiyor, hatta tarafların bu noktaya halen çok uzak olduklarını kendileri de kabul ediyorlar. Ayrıca İsrail’in müzakereleri uzatma ve esnetme taktiği, onun temel amacının barış olmadığı, daha çok karşı tarafı oyalamak istediği yönündeki şüpheleri perçinliyor.
Düşünün 2007’den beri Türkiye’ye hiçbir İsrail üst düzey yetkilisi gelmemişken aradan geçen onca yıldan sonra neden birden bire ilişkiler normalleşme ihtiyacı hissedildi?
Meselenin Filistin tarafı böyle. Bir de bunun Türkiye’nin dış politikasına ilişkin imaları var. Mesele elbette öncelikle Filistinlilerin apartheid rejimi içerisinde haklarının sistematik olarak gasp edilmesi ve uluslararası hukukun hiçe sayılarak işgal politikalarının devam ettirilmesiyle ilgili ve her şeyden önce insani bir duruş gerektiriyor. Ancak Türkiye açısından mesele bununla da bitmiyor. Herzog’un ziyareti aslında hükümetin bırakın stratejisini bir dış politikasının da olmadığını gösteriyor. Her şey günübirlik siyaset üzerinden bir atraksiyon yapma, parasızlık ve yanlış yönetim yüzünden alarm veren ekonomiyi ve dolayısıyla 2023’ü kurtarmaya dönük. Düşünün 2007’den beri Türkiye’ye hiçbir İsrail üst düzey yetkilisi gelmemişken aradan geçen onca yıldan sonra neden birden bire ilişkiler normalleşme ihtiyacı hissedildi? Üstelik ortada İsrail tarafının işgal ve yerleşim politikalarından vazgeçtiğine dair tek bir işaret yokken. 2023’e kadar daha neler göreceğiz bakalım. Konforlu zamanlarında uzun vadeli, kalıcı ve sürdürülebilir stratejiler üretmeyenlerin kendilerini hiç istemedikleri şeye mecbur ve mahkum hissettiğinde eliniz her zamankinden daha zayıf olur. Nitekim şu anda İsrail’le olan da budur, gerisi teferruat.