“Tanrı” kavramı;  esas arzu, korku ve dürtülerimizin üzerini örtmeye muktedir, her şeyin kendi kılığına girebileceği sihirli bir kumaştır. Kimi zaman sorumluluğun atfedileceği bir üst merci (tanrının işi), kimi zaman öfkeyi meşru kılacak yargı sistemi (tanrının cezası), kimi zaman arzularımızın kılıfı (tanrının dileği), kimi zamansa iktidar devşirmenin aracıdır (tanrının kararı). Çok yönlü bir iç sestir tanrı. Kendimize ne yapacağımızı, ötekine nasıl davranacağımızı, neyi hak görüp, neyi meşru kılacağımızı belirleyen algoritmadır. Kural koyan, doğru ve yanlışı bildiren, kutlayan ve lanetleyen, hoş gören ve cezalandıran… Kapsayan ya da dışlayan, yalnız bırakan veya eşlik edendir. Her ne kadar tanrının özellikleri kutsal kitaplarda belli biçimlerde tasvir edilmişse de kişi sayısınca tanrı çeşidi vardır. Kimisi için tanrı merhameti ile ön plana çıkarken kimisinde affı olmayan bir haşmetlidir. Kimisinde niyete bakar, kimisinde yapılana. Kimisi için her sıkıntıda yardıma koşanken, bir başkası için en ufak bir hatada desteğini alıp terk edendir. Kendinden nefret eder de insan, tanrı beni sevmiyor der. Kendini kurban etmek ister de tanrı cezalandırdı der. Kendine tuzak kurar, tanrı beni unuttu der. İnsana tuzak kurar tanrı öyle istedi der. Tanrı unutur, tanrı cezalandırır, tanrı engel olur, tanrı verir, tanrı sever, tanrı kısmet eder. Esasen “tanrı” (zihindeki tanrı tasarımı), insanın dışsallaştırdığı iç parçaların bütünü haline gelir. Nitekim insan değiştikçe tanrının da huyu değişir. Çocuklukta her duayı kabul ederken, büyüdükçe talepkar olmaya başlar. Kendi ile kavgalarını çözemeyen birinin ki ile iyileşmiş ve öz saygısını onarmış birinin tanrısı başka olur. İnsan kendini sevmediğinde tanrı da onu sevmiyor gibidir. Her suçu kendine kesen, her borcu kendine yazan, her hatanın bir bedeli olsun isteyen insanın tanrısı elbette başkadır, kendine şefkat duyanın ki ise bambaşka. Çoğunlukla annesi terk edeni tanrısı da terk eder ve çocukluğunda babası kendisini dövenin tanrısı ise öfkeli olur. Kiminin tanrısı herkesin hayatına karışma hakkını verir, kiminde ise başkalarının gerçekliğine saygı duymayı öğüt eder. Kimi yeryüzünün halifesi olduğuna vurgu yapar, kimi bir karıncadan farkım yok der. Birileri tanrı uğruna savaş başlatır, birileri tanrı adına barış için yarışır. Sorsak herkesin inandığı  tanrı aynıdır. Oysa herkesin kendi rengi, tanrı tasarımlarının harcına bulaşır. İLK KARŞILAŞMA, ANNE VE TANRI İnsan yavrusunun ilk karşılaşması “anne” iledir ( anne; bakım veren; cinsiyet ve biyolojik unsurlardan bağımsız olarak “anne”). İlk etapta çocuk için tanrı, anne ve babasıdır. Kendisini yaratan, gülüşü ile cenneti müjdeleyen, kızışı ile cehenneme sürükleyen; cennetten kovabilecek olan: “anne”. Varlığına sonsuz muhtaç olunan, sözü ayet, onayı hüküm gibi algılanan. Annenin yüzündeki yansımalardan dokunur benliğimizin kumaşı. Ben kimim? Neye benziyorum? Var mıyım? Nasıl bir varlığım? Bir benliğe sahip olmak için bir başkası gerekir ve o başkalıktan hareketle bir kendilik inşa etmeye başlarız. Anneden geri seken ışıkları biriktire biriktire oluşturduğumuz resme “ben” deriz.  Henüz bir bebek iken benliğini ödünç aldığımız anne, bizim yerimize çalışır ve psişemizi dokumaya başlar. Ne hissettiğimizi, ne hissedilmesi gerektiğini, doğrunun, yanlışın, güzelin, çirkinin ne olduğunu aktarır bize. Midemiz yokken bizim yerimize duygularımızı çiğneyip yutan odur. Zihnimiz yokken bizim yerimize düşünceleri tanımlayan, netleştiren odur. Böylece gerçekliğimiz onun tezgahından geçerek oluşur. Zihnimizi oluşturmak için zihnini, duygularımızı oluşturmak için duygularını ödünç alırız. Benlik ve zihin gelişimi ilerledikçe anne dışarıda ve bir başkası olarak kalmaya yüz tutar. Ancak bu tam bir ayrışmanın gerçekleştiği anlamına gelmez. İçeride bize rehberlik eden, doğru ve yanlışı bildirip, iyi ve güzeli anlatan, kızan, sınır koyan, ödüllendiren ve cezalandıran bir yargı ve denetim sistemidir o artık. Nitekim tanrı diye içimize sızan ses bu ilksel nesnelerin sesidir. Yaşam boyu bize fısıldayacak olan süperegonun yapıtaşlarını oluşturur. Nihayetinde insan dışarıdakini içeriye alır ve adına “ben” der. Sonra da içeridekini dışarıya tekrar verir ve adına “tanrı” der. Ki herkesin tanrısı az biraz annesine benzer. İnsan psişesi açısından tanrının özellikleri kendinden menkul ve insandan bağımsız değildir. Herkesin içselliği kendi tanrısına bulaşır. Herkes tanrıyı kendi rengine bular. İnsan değiştikçe, tanrısı da değişir bu yüzden.